Güncelleme Tarihi:
Filmdeki başrol oyuncuları neden beyaz?
Film daha vizyona girmeden tartışmalar patladı. İlk trailer’la beraber ilk soru da geldi: “Filmdeki önemli rollerin hepsini neden beyazlar oynuyor?” Hz. Musa’yı ‘Batman’ Christian Bale, Firavun Ramses’i Avustralyalı oyuncu Joel Edgerton canlandırıyor. Sigourney Weaver, John Torturro gibi ‘beyaz’ oyuncular da önemli rollerde. O dönemde Mısır’da yaşayanlar, Hz. Musa, firavun, İsrailoğulları beyaz mıydı? Kutsal kitaplarda bu yönde bir ifade geçmiyor. Tartışmaya tweet’leriyle dahil olan medya patronu Rupert Murdoch’a göreyse yaklaşım doğru: “Ne zamandan beri Mısırlılar beyaz değil. Benim tüm tanıdıklarım beyaz.” Bu tweet’ler çok tepkiyle karşılaştı ama esas kıyamet yönetmen Ridley Scott’ın ‘yerel aktörleri neden kullanmadığına dair’ açıklamasından sonra koptu: “Bu düzeyde bütçesi olan bir filmi ismi Muhammed olan bir aktörle çekemem. Bu şekilde para bulamam. Dolayısıyla bu konuya girmedik bile.”
Kızıldeniz’i ikiye bölen bir tsunami miydi?
Kutsal kitaplarda Hz. Musa’nın firavundan kaçan halkını Kızıldeniz’e yönlendirdiği, denizi ikiye bölen bir mucizenin yardımıyla onları kurtardığı, arkalarından gelen firavun ve ordusununsa Kızıldeniz’de boğulduğu yazılı.
Yönetmen Scott’ın yorumuysa kutsal metinlerde geçmiyor. Scott, Mısır’da M.Ö. 3 bin civarında yaşandığı sanılan bir tsunami fikrinden yararlanmış. Bu teoriye göre Santorini Adası’nda patlayan volkan, Kızıldeniz’de bir tsunamiye yol açıyor; bu da suların birdenbire çekilmesini sağlıyor. Belli bir süre sonraysa, çekilen sular müthiş bir şiddetle tekrar birleşiyor. Bazı İncil uzmanları, yakın tarihte Nil Deltası’nda Santorini’den kayalar bulunmasının bu teoriyi desteklediğini söylüyor.
Hz. Musa halkına savaşmayı öğretti mi?
Musa Peygamber filmde tam bir savaşçı olarak resmediliyor. Çevresindeki İsrailoğullarına kılıç tutmayı, at binmeyi, ok atmayı öğreten hep o. Scott, onu neredeyse bir aksiyon filmi kahramanı olarak resmetmiş. Ne Eski Ahit’te ne de Hz. Musa’dan sık sık bahsedilen Kuran’da bu yönde bir atıf bulunmuyor. Yani Musa Peygamber’in savaşçılığı, askerlik bilgisi ve halkına öğrettiği savaş teknikleri sadece Hollywood’un yorumu.
Tanrı Hz. Musa’ya nasıl göründü?
Exodus: Tanrılar ve Krallar’da en çok tartışmaya yol açan (ve daha da açacak) sahneler, Musa Peygamber’in Tanrı’yla konuştuğu sahneler. Bu sahnelerde Hz. Musa ya sanrılar görüyor ya da ‘huysuz’ ve ‘yaramaz’ bir çocuk suretindeki Tanrı’yla buluşuyor. Bu iki yorum da kutsal metinlerin dışında.
Filistin’e atıf mı var?
Filmin bir sahnesinde halkını Kızıldeniz’den çıkarıp Kenan illerine (bugünkü İsrail, Filistin ve Lübnan’ı kapsayan topraklar) yönlendiren Hz. Musa’nın şöyle dediğini duyuyoruz: “Kenan illerine vardığımızda işgalci olarak algılanabiliriz.” Kutsal kitaplarda böyle bir referans yok. En yakın ihtimal, yönetmen Scott’ın, Filistin meselesi üzerinden Müslüman seyircilerin gönlünü almaya çalışması.
‘DERİNLİK’ SARHOŞLUĞU...
5 üzerinden 3 yıldız
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
Yönetmen: Çiğdem Vitrinel
Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu, Sezin Akbaşoğulları, Harun Tekin, Hare Sürel, Derya Alabora, Ege Aydan
Türkiye yapımı
90’lar, 12 Eylül karanlığının toz bulutlarının hafif hafif dağıldığı, insanların ideolojiler eşliğinde yollarını seçmek yerine bireysel olarak kendi kaderlerini tayin haklarını ele geçirmeyi yeğlemeye başladıkları ve bu yolda da ilk adımlarını attığı dönemlerdi. Bu noktada hemen bir ek yapmak gerek sanırım: 2000’lere gelindiğinde ‘portmanto’ya bırakılan her eski şeye yeniden sarılmanın bir ifadesi olarak ideolojiler tekrar hatırlanacak ve yolun ucu ‘Gezi’ye kadar uzanacaktı, orası ayrı...
90’lara tekrar dönersek, geçmiş hafızamızda ve hayat pratiğimizde olmayan yeni kapılar aranılırken Bukowski’vari rehbere dönüşen farklı idoller, ‘Görkemli Kaybedenler’, ‘Tutunamayanlar’, ‘Carpe Diem’ler türü hayat tasavvurları dört bir yanımızı sarıyordu. Film festivalleri, kitap fuarları, paneller vs. derken yeni fikir düzenimizin çerçeveleri de taçlandırılıyordu.
Bütün bunları eleştirel bir mantıkla aktarmıyorum, dönemi meselenin basın ayağında geçiren bir gözlemci, bir tanık sıfatıyla kendimce tarife soyunuyorum, bu arada yanlış veriler sunuyor da olabilirim. İlhami Algör’ün ‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’su, birebir olmayabilir ama belli ölçülerde bu dönemin ruhunu yansıtan kitaplardan biriydi.
Söz konusu metin, şimdi bir filme esin kayağı oldu ve bu proje huzurlarımızda. Kısaca öykü diyelim: Bizatihi kendi ifadesiyle, “Henüz hiçbir kitabı yayımlanmamış yazar” Arif, gönüller arası yolculuğuna ve arayışına karşısına çıkan Müzeyyen sayesinde nokta koyar. Müzeyyen çok çok farklı bir kadındır... Hatta o kadar farklıdır ki...
Ceyda Aşar’la Çiğdem Vitrinel’in kitaptan esinlenerek senaryolaştırdıkları -meselenin tam açıklaması şöyle: “Kitapta filmdeki gibi bir hikâye yok, sadece bir ruh hali, bir ‘durum’ var”- yapım, dengeleri itibariyle tuhaf bir bileşime sahip. Bazı sahneler görsel ve ruhsal açıdan çok güzel, bazı sahneler de halledilememiş hissiyatı veriyor. Ana karakterlerde Sezin Akbaşoğulları ve Erdal Beşikçioğlu tek tek çok iyiler ama birlikte özel bir kimya oluşturamıyorlar sanki. Yönetmen Çiğdem Vitrinel’in serinkanlı anlatımı ‘Geriye Kalan’da yerine oturuyordu, bu kez tutkuyu seyirciye geçirme yolunda dezavantaja dönüşmüş gibi. Yine de ‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’ sezonun ilgiye değer yerli yapımlarından, görmekte fayda var derim...