Güncelleme Tarihi:
Serginin çıkış noktası çocukluğunuzdan bir anıymış, öyle mi?
- Çocukluğum ve daha sonrası. Çocukken belli anılarınız vardır. Büyüdükçe anılarınız da hayalinizde farklı bir perspektiften görülmeye başlar. Bir yakınım, “Dürbünün tersiyle bakarsak ne olur” diye hocasına sormuş, hocası da ona kızmış. Benim yaptığım da sanırım bu: Hayatıma dürbünün tersiyle bakarak küçük odaklar görmek.
Buna niye ihtiyaç duydunuz?
- Düz bakarsanız sanat yapma şansınız olmaz. Sanatın farklı bir açı geliştirmesi gerekiyor. Ben bu sefer anılarıma odaklandım; o yüzden ‘Ayağımdaki Diken’ benim hep bir yerimdedir. 68 Kuşağı olarak meselem hep yaşamı dönüştürmekten yana oldu. Sadece bir sanatçı olarak resim yapmayı değil, sadece bir akademisyen olarak görev yapmayı değil; önüme gelen tüm sorunları çözmeye çalıştım. Çocukken bir gün ayağımın altına bir diken girdi, dört ay orada kaldı. Kâh sızladı kâh kaşındı; benimle yaşadı. Bir gün, bir haber geldi. Meğer Bayburt’ta sınavım varmış. Köyümüzden Bayburt’a bir tek sabahları otobüs vardı, o da kalktı. Annem beni hazırladı, koşmaya başladım.
Bayburt Baksı Müzesi’ndeki ‘Ayağımdaki Diken’ adlı sergide 85 eser var. 15 Kasım’a kadar, pazartesi hariç hergün 10.00-18.00 arası ziyaret edilebilir,
Köyden Bayburt 45 kilometre. O kadar yolu koşacak mıydınız?
- Koştum. Vardığımda ayaklarım öyle zonkluyordu ki, suya soktum. Baktım, tabanım şişmiş. Sıkınca o diken fırt diye çıktı. Şimdi benim bu sergide anlatmak istediğim de bu: Hayatım boyunca bir şeyler kaşındı, kaşındı; şimdi onları dikeni çıkarır gibi dışlaştırarak anlatmak istiyorum. Bir de galiba ben biraz fazla biriktirdim.
60 sene öncesine bakmak nasıl bir his peki?
- Hayatımda hep beni hüzünlendiren bir odak vardı, o da annemin yüzünü okumak. Biz annemizin yüzüne çok fazla bakardık, bizim için haber kaynağıydı. Gülümsüyorsa her şey yolunda, hüzünlüyse babamla ilgili olumsuz haber var demekti. Babam köye iki yılda bir gelirdi ve annem, o süre içinde bize kol kanat gerer, evini diri tutardı. Tandırda yemekleri yaptıktan sonra üstüne kilim atardı, gece onun altında yatardık. Kalorifer gibiydi. Çocukken bana hep çok uzun gelen o masanın altında rüyalar görürdüm. O yüzden müzede bacakları üç buçuk metre uzunluğunda bir masa var. Bacakları abartıp o çocukluk anılarıma bir gönderme olarak kullandım. Sergiye Sona’yı da çağıracağım.
Sona kim?
- Sona, bizim köyden yaşıtım bir kız çocuğu. Öyküsünü unutmuştum, dört yıl önce bir delikanlının, “Sizin köyden evlatlık verilen Sona’nın oğluyum. Annemin doğduğu köye gittim, müzeyi gördüm, çok etkilendim” diye yazdığı mektubu okur okumaz, Sona’nın evlatlık verildiği sabahı hatırladım. 5-6 yaşındayım, annemin yüzüne baktım. Hüzünlü. “Bugün Sona gitti” dedi.
Sona’nın ailesi yok muydu?
- Vardı ama fakirlerdi. Bizim orada kız çocuğunun evlatlık verilmesi, kolay kaldırılacak mesele değildir. O yüzden bu olay köyde büyük bir hüzün yarattı. Geçen sene müzenin içindeki lokantaya bir hanım geldi. Tanıyamadım. Meğer Sona’ymış. Oğlu mektup yazınca ‘Sona gitti’ diye bir sergi yapmıştım; söyledim, çok etkilendi. Çocukken çok masal dinledim. Masallar biraz şamaniktir. Köyümüzde geleneksel kültürün tabanı da şamaniktir. İşte bu sergide o şamanik figürler, bugünün insanı ve geçmiş arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım. Bekleyiş ve gitme öyküleri.
Baksı’ya gidenler başka ne görebilir?
- İnsanoğlunun yaratıcılık çabasını Depo Müze’mizde sergiliyoruz. Köylülerin dokuduğu hasırı da, şifa taslarını da, avangart sanatın örneklerini de, video-art’ları da görürsünüz. Atölyelerimizde kadınlar üretim yapıyor. Biz kadın odaklı bir müzeyiz.
YAŞAR KEMAL’İN KENDİNE KIZGINLIĞI...
‘90’lı yıllarda Yaşar Kemal, ‘Ada Hikâyeleri’ni yazıyordu. Tehdit aldığı dönemler... Antalya’dayız, sabah yürüyüşleri yapıyoruz. Her sabah da bir önceki gün yazdığı kısımları anlatıyor. Bir gün geç kaldım, Yaşar Abi yürüyüşe başlamıştı. Havuzda yüzmeye başladım; önümden bir tur daha atarak geçti. Sonra “Hadi gel, yürüyelim” dedi. O gün çok gergindi. Nedenini sordum. Bir gün önce köylüleri kasabaya götürdüğünü anlatmıştı. Ama o günkü kızgınlığının nedeni şuymuş: Bir bakmış ki meğer çocukları götürmemiş. “Yaşar Abi ne olacak, götürürsün” dedim. “Götüreceğim ama burada zihinsel bir boşluk var. O beni endişelendirdi” dedi. Ertesi gün oldu, “Çocukları getirdim, onlara hediyeler aldım, çok sevindiler” dedi. Benim sergimin merkezinde de bir çocuk oturuyor. Bizim çocuklarla ilgili büyük hayallerimiz var. Baksı’nın da kadından sonra ikinci büyük odağı çocuklardır. Şu günlerde şenlikler düzenliyor, burslar veriyoruz.