Güncelleme Tarihi:
Twitter’ı çok etkin kullanıyorsunuz. İnsanlar size soru sormaya bayılıyor. En çok ne soruluyor?
- Geçen seneye dek sorular kalkınma ve eğitimle ilgiliydi. Mili gelir, girişimcilik, yeni ekonomi… Ama son birkaç aydır; kimse bunlarla ilgilenmiyor. Ana konu umutsuzluk; bir umut arayışı var. “Hocam bize umut ver” diyorlar. “Yarının bugünden daha iyi olacağına dair umudumuz nasıl artar, nelerden ilham alabiliriz” diye soruyorlar. Bir de çocukların geleceğine dair çok soru geliyor; kendilerinden umudu kestiler belki; artık çocuklarını düşünüyorlar.
Ama bu kitabı da umutla yazdığınızı söylüyorsunuz...
- İlk kitabımın adı ‘Yol Ayrımındaki Türkiye’ydi. Kalkınma ve ekonomi ağırlıklıydı; biraz da karar vericilere referans olsun diye yazmıştım. Bu kitabıysa biraz daha geniş bir kesimi göz önüne alarak; umudu çoğaltıp paylaşma adına yazdım. Daha çok da çocuklarımız için. Bugün artık kendimiz için yapacaklarımız az ama çocuklarımız için yapacaklarımız sınırsız.
Düzeltmemiz gerekenlerle devam edelim o halde. Yıllardır veriler ışığında Türkiye’de toplumu, sistemi, kurumları inceliyorsunuz. Çok temel bir soru sorsam. Ne eksik bizim memlekette?
- Bizde üç şey eksik. Adil rekabet, temel özgürlükler ve eğitim… Bunları çözmediğimiz zaman, ortaya bilim ve tasarım çıkmıyor. Akıl ve yaratıcılık çıkmıyor… Bunlar olmadan yeni ekonomide var olma şansımız sıfır.
- Yerimizde bile sayamayız, geri gideriz. Bazı kategorilerde geri gidiyoruz zaten. Kişi başına milli gelirde, eğitimde vs geri gidiyoruz. Bu üç temel eksiği gideremezsek, bu yüzyılda alt liglerde debelenip dururuz. Ama beni asıl kaygılandıran başka bir şey daha var. O da hayal kurmadaki eksikliğimiz.
Kitabınızı okuduğumda beni de en çok bu konu kaygılandırmıştı. ‘Bright Future’ ve Intel’in 10 şehirde 8-55 yaş arası iki bin kişi ile görüşerek yaptığı bir araştırmaya, ‘Türkiye’nin hayal haritasına’ yer vermişsiniz kitapta; izninizle sizin satırlarınızla aktarıyorum: “Çocukların yarısı hayal kurmuyor. Yetişkinlerde hayal kuranların oranı sadece yüzde 14. Ve maalesef kurulan hayallerin önemli bir kısmı bir mesleğe sahip olma hayali. Katılanların neredeyse yüzde 80’i girişim yapmayı bir hayal olarak dahi aklından geçirmemiş. Az da olsa girişimcilik hayali kuranların üçte biri ise bu hayalini kimseyle paylaşmamış.” Cüneyt Özdemir’in kitabının adı ‘Eğlencesini Yitiren Toplum’du. Hayallerimizi de mi yitirdik?
- Dünya yeni bir istikamete doğru gidiyor. Kimisi yeni ekonomi diyor buna; kimisi inovasyona dayalı, katma değeri yüksek ekonomi ya da dördüncü sanayi devrimi diye adlandırıyor. Ben ‘hayal ekonomisi’ diyorum. Bütün bu yeniliğin bir lokomotifi var: Sıra dışı düşünen insan. Yeni ekonominin girdisi bu. Eskiden coğrafya, hammadde vardı sadece; şimdi becerikli, ufku sınırsız birey var. Bu bireyi öne çıkartan da hayal gücü. İnovasyonun gereği de budur zaten. Türkiye’de çocukların hayal gücünün önünü açmazsak sefalete kapılırız.
Nasıl hayal kurabileceğiz peki?
- Bunun için özgür olmak lazım. Hayallerinizi paylaşabilmeniz lazım. “Günahtır, yasaktır, böyle hayal mi olur” diye sorgulanınca hayal çıkmaz. Türkiye’de zaten yanlış bir algı var: Teknoloji, inovasyon gelsin ama onlara sebep olan hiçbir şey gelmesin. Özgürlüğe, sanata, tasarıma yatırım yapmadan; teşviklerle, kuluçka merkezleriyle Türkiye’de teknoloji üreteceğiz diyoruz. Böyle olmaz. Girişimci çıkartmanın tek bir formülü var: İnsanların hayallerini serbest bırakacaksınız.
O hayal kuran çocuğu nasıl yetiştireceğiz?
- Eleştirel düşünce becerisini geliştirerek. Bu öğrenebilen bir beceridir. Hayal kurmak için önce eleştirmek lazım. Basit örnek: Steve Jobs kullandığı telefonu kötü bulmasa daha iyisini üretmezdi. Var olan düzene itiraz etmeden yeni bir şey ortaya koyamazsınız. O itiraz, bir beceridir. Bu beceriyi dünyada kim ölçüyor biliyor musunuz?
Kim?
- OECD. Yani Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu bir ekonomik örgüt ölçüyor.
Niye ölçüyor peki?
- Çünkü yeni ekonomiye katılacak gençlerin başarılı olmak için bilgiyi işlemesi, sentezlemesi gerekiyor ama hepsinin başlangıcı itiraz etmektir. Sistematik bir şekilde, eleştirel düşünce çerçevesinde itiraz etmektir. OECD ölçümlerinde Güney Kore’de eleştirel düşünceye sahip gençlerin oranı yüzde 28, bizdeyse 2.2. OECD ortalaması ise yüzde 10.5. Bunun üzerine oturup uzun uzun düşünmemiz lazım.
Biraz moralimiz düzelsin. Eksiklerimizi saydık az önce. Fazlamız var mı peki?
- Var. Bizde koşullar ne olursa olsun, o koşullara meydan okuyup kahramanlık, başarı hikâyeleri yazan kahramanlarımız çoktur ve hep olmuştur. Hayatı bulduğu gibi bırakmayan insanımız çoktur. Onlar bize ilham, umut ve cesaret verenler işte. Biz de öyle olmalıyız. Çare yine biziz. En klasik örneği de Mustafa Kemal’in hikâyesi...
MÜLTECİ ÇOCUKLARA ACİLEN YATIRIM YAPMALIYIZ
Mülteciler üzerine sahada araştırmalar yapıyorsunuz; veriler yayımlıyorsunuz. Kitabınızda özellikle çocuklara dair verdiğiniz istatistikler yürek yakıcı. Ne diyor bu veriler?
“Acilen çözüm üretmemiz lazım” diyor. 2012’de Bahçeşehir Ünivesitesi ve New York Üniversitesi işbirliğiyle mülteciler üzerinde yaptığımız araştırmada şu sonuçlara ulaşmıştık: Her dört Suriyeli çocuktan üçü bir yakınını savaşta kaybetmiş. Daha da vahimi, her üç Suriyeli çocuktan biri fiziksel şiddete maruz kalmış. Her üç Suriyeli çocuktan biri, klinik post travmatik stres bozukluğu yani PTSD belirtisi gösteriyor. Normal nüfusta görülen oranın 10 katı bir oran bu. Aynı şekilde her iki Suriyeli çocuktan biri klinik depresyonda. Dahası bu çocukların çoğunluğu eğitimden, okul imkânından yoksun. Bizim bir an önce mülteci çocuklar üzerine topyekûn çalışmalar yapmamız lazım. TED konuşmamda söyledim bunu ama böyle deyince tepki de alıyorum.
Neye tepki gösteriliyor?
“Kendi çocuklarımız için ne yaptık ki, onlar için yapalım” diyorlar. Hayır, onlar artık bizim çocuklarımız. Suriyeli çocuklara yatırım yapmazsak, eğitim ve sosyal hizmet vermezsek, bedelini fazlasıyla öderiz. Bu Perşembe, BM Genel Kurulu’nda bunu anlatacağım. Barınma imkânı ve ekmek vermek yeterli değil. Türkiye bu işi çok güzel yapıyor ama yetmez. İnovasyona asıl bu alanda ihtiyacımız var.
Ne yapılabilir?
- Yine New York Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi işbirliğiyle halihazırda Şanlıurfa’da yürütülen bir çalışmamız var: Project Hope (Umut Projesi). Biliyorsunuz, genç, okula gitmeyen ve travma yaşamış mültecilere tek tek sosyal hizmet uzmanı, öğretmen, psikolog yetiştiremiyoruz… İnsan kaynağımız sınırlı. “Biz de teknolojiyi bir kaldıraç olarak kullanabilir miyiz” diye düşündük. Bilgisayar oyunları üzerinden bu çocuklara Türkçe, matematik, kodlama öğretmeye çalışıyoruz. Pilot uygulama yakında bitecek. Daha sonra dünyaya anlatacağız. Amacımız inovasyonu sosyal hizmetlere getirmek.
Şanlıurfa demişken; kitapta ‘Urfa’yı çözen Türkiye’yi çözer” diye bir ifadeniz var. Neden Urfa?
- Şanlıurfa Türkiye’deki eğitim sorununun kristalize olduğu yer. Sınıf başına en çok öğrenci düşen il orası. Aynı zamanda doğum oranının en yüksek olduğu il; mültecilerin gelip yerleştiği iller sıralamasında da en başta. Etnik nüfusun dengeli dağıldığı bir yer. Ekonomik kalkınma anlamında da, Gaziantep kadar olmasa da belli bir hikâyesi var. Yani Şanlıurfa laboratuvar. Eğitim, mülteciler veya farklı etnik gruplar arasındaki sorunları gidermek için bir laboratuvar. O yüzden Urfa’yı çözen Türkiye’yi çözer
İNSANLIK HAKİKATİ ARAYIP BULUR
Donald Trump’ın Amerikan başkanı seçilmesini ‘Korku, umudu yener mi’ sorusu üzerinden analiz etmişsiniz. Yener mi gerçekten?
- Hatırlayın, Obama’nın başkan olduğu seçimde ‘umut’ mesajı kazanmıştı. Sadece ABD değil o dönem Avrupa’da, Latin Amerika’da kapsayıcı, özgürlükçü siyasi partiler başarılı oluyordu. 8-10 yıl sonraki dünyaya baktığımız zaman İsrail’de Netanyahu’nun yeniden iktidara geldiğini, Brexit’i, Trump’ı, Latin Amerika’daki, Filipinler’deki popülist iktidarların yükselişini görüyoruz.
Neden yükseliyorlar?
- Dünyada globalleşmenin sadece zenginlerin işine yaradığını öngören bir öfke var. Popülist liderlerin çağındayız. Onların da en iyi yaptığı şey korkuyu pazarlamak ve artırmaktır. Bir psikolog olarak söylüyorum, korku ana duygularımızdan biridir. Umut öyle değil; onu sonradan öğreniriz. Çok güçlüdür korku; harekete geçirilirse insanı eyleme yöneltir. Ya kaçmanız ya kavga etmeniz lazım. Bugün siyasette korkuyu pazarlayanlar umudu pazarlayanları yeniyor.
Uzun yıllar sürecek bir döneme mi girdik?
- Ben öyle düşünmüyorum. Yarın başka bir güneş doğar.
Bütün dünyanın, ‘öteki’ne güvenmediğini, ‘otoriter bir baba’ aradığını söylemişsiniz ama.
- İşte korkudan dolayı… Sığınacak bir liman arıyor insanlar. Ama enteresan olan; realiteden uzaklaşmaları. Trump örneğin, “Ekonomi çok kötü” diye bir kampanya yaptı ama Amerikan ekomisinin iyi olduğu bir dönemde seçildi.
O çok tartışılan ‘hakikat-sonrası’ topluma tam olarak geçtik mi?
- Şu an çok ciddi bir kopuşla, epistemolojik bir sorunla karşı karşıyayız. Gözünüzle gördüğünüz olaylar bile tartışılıyor. İnsanlık, medeniyet bir baş etme yolu bulacak; hep bulmuştur. İnsanlık ölmedi, Yenal. Geleneksel gazetelere yeniden bir yöneliş var örneğin; New York Times rekor abone sayısına ulaşıyor. İnsanlarda gerçek habere ulaşma arzusu var. Yalan haberi yayma konusunda teknolojik katkıları olan Google, Facebook gibi markalar bile bir iç temizliğe gidiyor. Hakikati arayıp bulacağız.
TÜRKİYE TEK BİR İNSAN OLSA
Psikolog kimliğiniz de var. Türkiye’yi bir birey olarak inceleseniz, nasıl tarif ederdiniz?
- Duygusal, pasif-agresif, küskün, tezcanlı, hiperaktif, ergen bir birey olduğunu düşünürdüm… Gel-gitleri çok. Belki biraz da manik-depresif… Bütün bu özelliklerinden dolayı da her zaman sürprizlere, yeniliklere açık.