Güncelleme Tarihi:
HASANOĞLAN HATIRASI
Köy Enstitüleri’nin içinde yıldızlaşan bir enstitü vardı. Bu enstitü, Ankara il merkezine bir saat uzaklıktaki Hasanoğlan köyünün sınırları içine kurulan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ydü. Başkente yakın olması nedeniyle yerli ve yabancı ziyaretçilerin uğrak yeriydi. Bugün siyah beyaz fotoğraflardan ve çok nadir bulunabilen birkaç siyah beyaz filmden örneklerini görebildiğimiz enstitü, artık buruk bir anıdan başka şey değil… Fakat bu anılar bugün, kitaplarla farklı bir anlam kazanıyor. Cumhuriyeti kuran kadroların, ülkenin gelişmesi ve aydınlanmanın sağlanması için nasıl da canla başla çalıştığını ortaya koyuyor.
KARLI BİR KIŞ GÜNÜ
1947 yılının karlı bir Ocak günü, Ankara’nın ağacı az bir yerinde bir vaha gibi yükselen Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne ait bir tren istasyonuna, annesinin kucağında küçük bir çocuk geldi. Bu çocuk, yıllar sonra babası Mustafa Güneri’nin kaleminden çıkmış olan “Hasanoğlan Hatırası” kitabını bizlerle buluşturacak olan Duru Güneri’ydi. Sade ve oldukça akıcı bir dille yazılmış olan bu kitapta, 1940’ların Ankara’sı ve bozkırın ortasındaki vaha tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.
10 TEMMUZ 1941: KURULUŞ VE TEMEL ATMA TÖRENİ
Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün kuruluşu bir efsane gibi... 1941 yılında, daha önce kurulmuş olan enstitülerden birçok öğrenci ve öğretmen, Ankara’ya köy enstitüsü kurmak için gelmiş ve herkes büyük bir heyecan ve şevkle çalışmaya başlamış. Fotoğraflara yansıyan yüzler, işlerin zorluğuna ve ağırlığına rağmen gülüyor, büyük yüreklerde heyecanlı bir yarış yaşandığı gözleniyor. Enstitünün kurulduğu yerde su yok, çok uzaktan güğümlerle taşınıyor, ama su taşıyan yüzler heyecanla gülümsüyor. Enstitünün yapılacağı yerde kereste yok, Lalahan tren istasyonunun raylarında sürüklenerek getiriliyor, bu zorluğa rağmen herkes heyecanla çalışıyor. Taş yok, dağlardan kesiliyor, herkes harıl harıl çalışıyor. Enstitülüler için dur durak yok! Böylesine büyük bir şevk ve heyecan görülmüş değil. İlk zamanlar herkes yoğun bir çalışma gününden sonra çadırlarda uyuyor, dışarıda yemek yiyor, ama pes etmiyor. 6 ay içinde tam 20 bina inşa ediliyor ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü, büyük bir eğitim-öğretim atılımı gerçekleştirmeyi başarıyor.
ENSTİTÜLERLE ‘KÖYLÜ AYDINLAR’ YETİŞTİRİLECEKTİ
Köy enstitüleri projesi ile köylü çocuklarının enstitülerde beş yıllık eğitim gördükten sonra köylerine geri dönüp öğretmen olmaları bekleniyordu. Düşünceye göre, asıl aydınlanmanın da bundan sonra başlaması düşünülüyordu… Atatürk’ün vefatından sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, enstitüleri “Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi” saydığını belirtmişti. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Şûra’sında tartışmaya açtığı Köy Enstitüleri projesi ile önder köy aydınları yetiştirmek amaçlanmıştı. Projenin başına getirilen İsmail Hakkı Tonguç, köy enstitüsü kurulabilecek yerleri tespit etmiş ve çalışmalar başlamıştı. Yurdun dört bir yanında enstitüler kurulmaya başlanmıştı. Fakat enstitülere destek verenler kadar, karşı çıkanlar da çoktu. Karşı çıkanların başında Milli Mücadele kahramanı Kazım Karabekir geliyordu. 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri’nin yasalaşması için meclise gelen yasa teklifinde hiç ret oyu çıkmadı, fakat 146 kişi oylamaya katılmadı. Bu, sessiz bir muhalefetin göstergesiydi. Oylamaya katılmayanlar arasında, daha sonra Demokrat Parti’yi kuracak olan Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü gibi isimler vardı. Ayrıca enstitülülerin köylüyü uyandırmasından ürken büyük toprak sahipleri de enstitülere şiddetle karşıydı ve bu gelecek yıllarda açığa çıktı. Kitabın yazarı Mustafa Güneri bu durumla ilgili olarak, HASANOĞLAN HATIRASI kitabında şu cümlelere yer veriyor: “Köy enstitüleri, modern ulus inşa sürecinin bir parçası olarak kurulmuştur. Salt okuma yazma bilmek olayları yorumlamaya, çözümlemeye ve sonuç çıkarmaya yetmiyor, bu şekilde varılan sonuçlar dedikodu ve hurafe düzeyini aşmıyordu. Hedef, dedikodunun yerini bilgiye dayanan ve akla vurulmuş yorumların almasıydı. Enstitülerden beklenen sadece branş öğretmenleri yetiştirmek değil, bu eksikliği gidermekti. Ne var ki okuryazarlık oranının son derece düşük olduğu bu yıllarda köy enstitüleri ne Meclis’e ne de Anadolu köylüsüne tam olarak anlatılabilmiştir.”
ÖRNEK OKUL, ÖRNEK EĞİTİM
Kitapta, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gelen ziyaretçiler, öğrencilerin günlük uğraşları, bina yapımı, su taşınması, biçki-dikiş kursu, kitap okuma zamanı, yataklıklar, yemek vakitleri, derslikler, tarım ve hayvancılık, geziler ve hatta bilimsel çalışmalara kadar her şey fotoğraflarla belgeleniyor. Enstitülüler öylesine başarılı şeyler ortaya koyuyor ki, kendi besledikleri ineklerin taze sütünü içiyor, kendi ektikleri sebzeleri yiyor, kendi alanlarında spor yapıyor, eğitim görüyor, sanat yapıyor, eğleniyor... Bu durum, şimdilerde pedagogların çok üzerinde durduğu ‘iş içinde eğitimin’ bir göstergesiydi. Her şeyi ‘modern bir şehir-okul’ olan enstitülerde öğrenen öğrenciler, köylerine gittiklerinde bu bilgileri köylülerle paylaşacaktı. Enstitülerde, köyün kalkınması için gerekli öğretmenler yetiştiriliyordu. Ancak öğretmen köylülere sadece okuma yazma öğretmekle kalmayacak, aynı zamanda modern tarım tekniklerinden marangozluğa, sanattan hasta tedavisine kadar her konuda eğitim vereceklerdi.
ENSTİTÜLERE AĞIR ELEŞTİRİ
Köy Enstitüleri, birçok siyasetçi ve yazar tarafından ağır eleştirildi. Solcu yazar Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek kitabında enstitüler hakkında çok muhalif yazılar yazmıştı. Küçük çocukların bina yapımında çalıştırılması, enstitülerden mezun olanların 20 yıllık zorunlu hizmet yapmak zorunda olması, enstitülerin köylüyü köyde tutacak olması ve şehirleştirmenin önüne geçeceği düşüncesi temel eleştirilerdi. Bir köy enstitülü olan Talip Apaydın ise diğer birçok köy enstitülü gibi bu eleştirilere şiddetle karşı çıkıyordu. Apaydın “Biz gerçekten çok çalıştık, ama biz köyde olsaydık çalışmayacak mıydık? Hiç değilse başkasına ırgatlık yapmadık, kendimiz için çalıştık. Kendi yaptığımız binalarda okuduk, kendi diktiğimiz fidanların meyvesini yedik, kendi yetiştirdiğimiz sebzeleri yedik. Başkasına değil, kendimize çalıştık” demişti.
ORAK-ÇEKİÇ BENZETMESİ HASANOĞLAN’IN SONUNU HAZIRLADI
Siyasete kurban giden enstitülerde öncelikle kız ve erkek öğrencilerin aynı yerleşke içinde kalması eleştirildi ve dedikodular çıktı. Daha sonra enstitülerde sağ-sol söylentileri çıktı. Enstitülerin komünizm yuvası olduğu da söylendi, batı tarzı kültür politikası ile gelecek nesillere ulusal değil, batı kültürü aşılandığı da… Fakat asıl olay, köy enstitüleri ile söylentilerin en çok kızıştığı bir dönemde, bir pilotun uçaktan gördüğü Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ndeki müzik binasının çatısını ‘orak-çekiç’ simgesine benzetmesiyle başladı. Köy enstitülerine ‘komünist’ damgası yapıştırılmıştı. Artık bu bilim-kültür ve aydınlanma yuvaları daha fazla yaşayamazdı. 1951 yılı, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün ve diğer enstitülerin ölüm yılı oldu.
HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ’NDE NELER VARDI?
Okul, yatakhaneler, toplantı salonları, atölyeler, çamaşırhaneler, hamam, idare, gezi alanı, sığır ahırı, kümesler, ziraat aletleri deposu, ziraat mahsulleri ambarı, öğrenci eşya deposu, mahrukat eşya deposu, malzeme deposu, arabalık, benzin deposu, revir, umumi tuvaletler, öğretmen evi, sergi binası, akvaryum, teraryum ve kuşlar binası, yırtıcı kuşlar kafesi, yırtıcı hayvanlar kafesi, futbol sahası, hentbol sahası, voleybol sahası, basketbol sahası, yüzme havuzu, jimnastik alanı, tenis sahası, oyun sahaları, koşu pisti, gübrelik, açık hava tiyatrosu ve daha birçok şey! Köy enstitüleri, iş içinde eğitimi ve Atatürk’ün fabrika modelini de içeren bir düzenekle kurulmuştu. İçinde her şey vardı ve modern birer köy ve şehir görünümündeydiler.