Güncelleme Tarihi:
Ortalığı “Star Wars” heyecanı kasıp kavururken, teknik ustalıklarını ve sinemasal inceliklerini bir yana bırakırsak, hikâyesinin arka planındaki Amerikan-tipi-muhafazakârlık söylemlerinden rahatsızlık duyduğum bu bilim kurgu serisi yerine, en sevdiğim bilim kurgu filmlerinden “eXistenZ” (1999) üzerine yazmak istedim. İzlemiş olanların hafızalarını tazelemek, izlememiş olanları meraklandırmak niyetiyle...
“eXistenZ”in yaşayan en büyük yönetmenlerden David Cronenberg’in diğer filmleri arasındaki yerini düşünerek başlarsak... “Scanners” gibi kült, “A History of Violence” gibi başyapıt, “Videodrome” gibi ünlü sayılmaz belki ama karşımızdaki yalnızca Cronenberg’in değil, aynı zamanda sinema tarihinin en tuhaf filmlerinden.
Filmin konusu özetle şöyle: Popüler bir oyun firması, iddialı olduğu yeni oyununun denenmesi, vaat ettiği siber gerçekliğin tecrübe edilmesi amacıyla bir grup insanı bir araya getirir. Bu grup arasında oyunun yaratıcısı da yer alır. Bir tür sanal gerçeklik oyunu olan “eXistenZ”, gerçekliğin gerçeğinden ayırt edilemez bir kopyasıdır. Hakikate bu kadar yakın olması, bu oyunun oyuncuların sinir sistemine doğrudan bağlanmasıyla sağlanmıştır. Omuriliğe açılan bir delikle bağlanılan oyunun, oyuncuların hayatlarına, hatıralarına, duygularına ve korkularına giriş hakkı vardır. Bu arada “eXistenZ”in yaratıcısını, dolayısıyla gerçeklik duygusunun yitirilmesine sebep olan bu oyunu yok etmek isteyen direnişçiler de oradadır. Oyunu denemek isteyenlerle yok etmek isteyenler bir aradadır. Ve bir noktadan sonra oyunla gerçek tamamen birbirine karışır. İşin fenası, bu karmaşayı yaşayanlar yalnızca filmin içindeki insanlar değildir. İzleyici de bu karmaşaya dâhil olmuştur.
TÜRLERARASILIK
Fazlasıyla türlerarası olan “eXistenZ”in türü için, bilim kurgu + korku + karafilm + distopya + siberpunk + biopunk diyebiliriz. Özellikle de biopunk. Bu özel tür, et ve hücreyle ilgilenir. Temelinde DNA’da oluşan mutasyonlar yer alır. Merkezindeyse beden bütünlüğünün bozulduğu itici ve iğrendirici durumlar vardır. Çılgın bilim adamları, yasa dışı yollar, sterilize olmamış laboratuvarlar... “Black clinic”se biopunk’ın alt türüdür ve filmde bu türe yaklaşan sahneler de mevcuttur. Bu yönüyle “eXistenZ” için dijitalden ziyade bir tür organik bilim kurgudur diyebiliriz.
ÜSTKURMACA BOYUTU
Bir yönüyle de postmodern bir anlatı vardır karşımızda. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan postmodern edebiyat akımının ortak özelliği “kurmaca” kavramının kurcalanmasıydı. Türün öncüsü olan yazarlar bu kuramsal sorunu yazdıklarının konusu hâline getirdiler. Bunu yaparken sıkça üstkurmacaya başvurdular. Yani yerleşmiş kalıpların parodisini yapmaya başladılar. Böylece kendi kurmacalığını bilinçli tarzda açık eden, gerçek ve kurmaca arasındaki ayrımı sorun hâline getiren metinler ortaya çıkmaya başladı.
Üstkurmacanın nesnesi dış dünya değil, başka metinler, söylemler ve kurmacanın kendisi oldu. Üstkurmaca, temel bir zıtlık prensibi üzerine inşa edildi. Bir yandan gerçeklik geleneğinde olduğu gibi kurmacasal bir illüzyonun yaratılması, diğer yandan bu illüzyonun açık edilmesi... “Roman içinde roman” / “Film içinde film” diyerek özetleyebileceğimiz durumlar... Postmodern yaklaşım, sanatı bir “oyun” olarak görür. Zaten vaktiyle Freud da sanatın çocukluktaki oyunun yerini tuttuğunu savunmuştur. “eXistenZ” de sanatı oyun olarak gören bir film. Hatta bunun ötesi... Film içinde oyun içinde oyun içinde film...
Filmde rast gelemediğimiz tek kavram gerçektir. Öyle ki, filmde oyun dışı bir an yoktur. Oyundan çıkıldığında şunu anlarız ki oyunun denenmesine başlamadan önceki bölüm de başka bir oyunun denenmesinden ibarettir aslında. İç içe geçmiş deneme sürüşleri... Bu bölümde denenen oyunun adı farklıdır (“transCendenZ”), roller değişmiştir, oyunun tasarımcısı bir başkasıdır. Daha önce tasarımcı olarak gördüğümüz kişi bu oyunda sıradan bir katılımcıdır. İşte bu noktadan sonra gerçeklikle ilişkimiz bütünüyle kopar... Gerçeklik hissiyatının adım adım kaybolması ve her şeyin bir oyundan ibaret olması duygusu, izlediğimizin bir film olduğunu düşündüğümüzde iyice manidar bir hâl alır. Gerçeğe döndüğümüzü sandığımız ve sonradan yanıldığımızı anladığımız anlarda bile aslında izlediğimiz hep oyundur. Her şey oyunculuktan ibarettir. Hepsi roldür. Felsefi olarak varoluşu realizmin karşısına konumlayan filmde “eXistenZ”in (omuriliğe bağlanan port’un) ölümü, “realizmin zaferi” olarak kabul edilir. Filmin son diyalogu, yani bir nevi son sözüyse şudur: “Hey, bana gerçeği söyle. Halen oyunun içinde miyiz?”
bluejean.com.tr tarafından hazırlanmıştır.