Güncelleme Tarihi:
Kitabınızın adından yola çıkarak sorayım; bugünlerde Türkiye’de olup bitenler karşısında ‘ne yapabiliriz’?
- Herkes şikâyet etmekten öte “Ne yapabilirim” diye sormalı. Sürekli dünyanın ne kadar kötüye gittiğinden söz ediyoruz. Hep de aynı noktaya varıyoruz: Politikacılar kötü, biz iyiyiz. Yaptığımız tek elle tutulur şey; oy vermek. Söylenmek bizi rahatlatıyor; duyarlı, vicdanlı, haklı olduğumuzu hissettiriyor çünkü. Ama edilgenleştiriyor da. Bence bu büyük bir sorumsuzluk. Bari sus, şikâyetini başkalarına duyurma ki onlar çaresizliğin etkisine girmesin. Çaresiz hisseden insan akşam uyuyamıyor, yakınlarına kötü davranıyor, saldırganlaşıyor. Sağlıklı olmak istiyorsan, şikâyet etme, bir şeyler yap. ‘Güneş’i zapt etmek’ gibi imkânsız bir şey de olmasın bu. İstiklal Caddesi’ndeki taşlar mesela, kaç yıldır düzeltilemiyor. Hiç olmazsa onun için uğraş. Ve kazan! Sonuçta o taşları öyle düzeltsinler ki kimse düşüp yaralanmasın bir daha. Hiçbir şey yapamıyorsan da müzik dinle, kitap oku, denize gir...
Siz her zaman hayata tarihsel perspektiften bakmaktan yanasınız. Şu an bile önünüzde bir dünya tarihi ansiklopedisi açık. Bu kitaba bakınca şöyle düşünüyor insan; günlük politikada bu kadar boğulmamak lazım, bunlar hep oldu, oluyor, olacak. Ama insanlık da galiba pek ilerlemiyor; şu sayfadaki vahşet sahnesinin çok benzeri bugün gazetede de vardı.
- Bence çok ilerledik. İnsanlar artık düzenin bir parçası olmak istemiyor. Birinci Dünya Savaşı zamanı bir Fransız ya da bir İngiliz genci savaşmak istemediğinde onu kurşuna dizerlerdi, bugün ordular zor asker buluyor. 60’lı yıllarda, Ankara’da hafta sonu Harp Okulu öğrencileri kılıç kuşanır, kız tavlamaya çıkardı. Bugün olsa gülerler adama. Bu tarihsel değişimi dünyaya bakışımızı değiştirerek biz yarattık. Sorumluluğumuz, vicdanımız var. ‘Darbeler, diktatörlükler nasılsa hep oluyor’ diye bir tuşa basıp vicdanımızı kapatmak insanlığımızdan istifa etmek demek.
SARILMAYA, GÜLMEYE AÇIZ
Amerika’da ırkçılığı, Avrupa’da göçmenliği, Türkiye’de darbeyi, idamı konuşuyoruz hâlâ...
- Çünkü bir şeyleri değiştirebilecek olan genç kuşak iflah olmaz bir düzenin siyasetinde toplumdan dışlandı. Her ülkede böyle. İdeallerine, sevgilerine, yaratıcı beyinlerine yer bulamıyorlar. Bu düzene yeni kuşaktan rağbet yok. Bu da sistemin çöktüğünü gösteriyor. Terör nedeniyle son 20 yılda siyasetçiler yeniden güç kazandı ama siyasetçinin saygınlığı yok. Rock yıldızı, porno yıldızı, Trump... Bu tip ünlüler giriyor siyasete. Bunun iki sebebi var. Bir; dünyanın her yerinde siyasetçinin adı rüşvetle, yolsuzlukla, yalanla anılıyor. İki; başa geçen kim olursa olsun, aslında bir şeyin değişmediği düşünülüyor.
Bir psikolog olarak Türkiye’de halkın psikolojisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Herkes teyakkuzda, kendini nasıl koruyacağını düşünüyor. Güçlü olan taraf gücünü kaybetmekten korkuyor, onlardan yana olmayanlar da “Eyvah bana ne yapacaklar” diye korkuyor.
Kitapta “Gülmeyen insan özgür olamaz” diyorsunuz. Ne zaman özgür olabileceğiz?
- Sevgiye, sarılmaya, gülmeye açız. Cinselliğin sorun olduğu, kompleks ve şiddetin hâkim olduğu toplumlarda çok az gülüyor insanlar. Oysa gülmek sağlıktır; kalp hastalıklarını, depresyonu önler, hazmı kolaylaştırır, uykusuzluğa iyi gelir.
Ama pek gülmeye halimiz yok bugünlerde; konserler, oyunlar iptal ediliyor, insanlar o çok önem verdikleri Instagram’a fotoğraf koymuyor...
- İkinci Dünya Savaşı’nda bombalar düşerken de insanlar sevgililerine “Seni seviyorum” diyordu. Temerküz kamplarında da her şeye rağmen aşk ve gülmek vardı. Dışarda büyük felaketler oluyor diye sevgimizi birbirimizden esirgiyorsak o felaketin amacına ulaşmasına aracı oluyoruz demektir. Ne olursa olsun çocukluk heyecanının balonlarını uçurabilmeli insan. Bu ayıp bir şey değil. Bilakis her şeye rağmen yaşamı kutlamak gerek.
KÜRESEL GEZİ RUHU HER YERDE
Kitabı ‘küresel Gezi gençliği’ne ve ebeveynlerine ithaf etmişsiniz...
- O dönemde İspanya’da, Yunanistan’da, Mısır’da, Brezilya’da ve Amerika’da da benzer olaylar yaşandı. Ve tarihte ilk defa gençlerin başlattığı bir hareketi ebeveynleri de destekledi. Bu destek düzen için çok ürkütücü bir şey.
Somut bir şeye evrilmediği için Gezi’nin hayal kırıklığını yaşayanlar var...
- Gezi’ye oldubitti gözüyle bakmamalı. Belki içinde olanlar bile onun ne kadar dipten gelen bir dalga olduğunun farkında değil. Daha iyi böyle olması. Çünkü bu, Gezi’nin ne kadar planlanmamış, hesapsız bir hareket olduğunu gösteriyor. Gezi, bir vicdan hareketiydi, bir ‘yaşama sahip çıkma’ hareketi... Böyle hareketler zaman zaman harekete geçer, zaman zaman durulur.
Bugün yine Topçu Kışlası meselesi gündemde...
- İnatlaşmak kötü bir şey. Devlet inatlaşıyorsa, kitlelerin de buna karşılık inatlaşması sağlıklı değil. Alt tarafı bir bina. O yapılsa da küresel Gezi ruhu artık her yerde. Devletin bir şeyi zorla yapması kendisini şiddet diline hapsetmesi demek. Bir bina için toplumun bir kesimiyle inatlaşmakla devletin saygınlığına gölge düşürüyor. Buna ancak zorla karşı çıkılabilir ama bu da Gezi’nin ruhuna uygun değil. Bina yapılırsa, devletin gücünün değil, yalnızlaşmasının simgesi olacak.
SÖYLEŞİNİN PERDE ARKASI: KÖTÜMSERLİKLE YENİ BİR DÜNYA KURULAMAZ
** Gündüz Vassaf’la evinin de bulunduğu adada bir araya geleceğiz. Bizi karşılamaya, kıyıya kadar gelmiş. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir samimiyetle karşılıyor bizi. Ülkenin bütün derdini, kederini denize bırakıp başka bir ‘gezegen’e ayak basıyoruz. Bizi kucaklayan bu güleryüzlü ‘uzaylı’yı daha ilk andan çok seviyoruz.
** Vassaf yılın üç-dört ayını burada okuyarak, yazarak geçiriyor. Birkaç ay Boston’da yaşıyor. Orada da araştırmalar yapıyor, konferanslar veriyor. Kalan birkaç ayı dilini, kültürünü hiç bilmediği bir ‘sürpriz ülke’de geçiriyor, birkaç haftayı da İngiltere’de...
** Bu kitap onun ODTÜ’de yaptığı bir konuşmanın genişletilmiş hali. Vassaf, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Ne Yapabilirim-Geleceğe Kartpostallar’ isimli bu kitabında bir harekete, örgüte, partiye hatta ideolojiye bağlı olmayanlara sesleniyor, “Kötümserlikle yeni bir dünya kurulamaz” diyor.