Güncelleme Tarihi:
Kediden sonra sırayı balık kapmış. Neden?
Balık, kedi.. Onlar şehrimizin en eski sakinleri. Edebiyat tarihimizde romancılar, şairler buraya kendi fantezilerinden baktı. Savaşlar ateşkesle biter. Sade sermayenin yapılanmasıyla, değil, sanat sanayii sömürüsüyle de konu olarak İstanbul’u tükete tükete bitiremedik. ‘Boğaziçi’nde Balık’ ve ‘İstanbul’da Kedi’, onların şaşırtıcı dilinden, şehrimizin imdat çağrısı.
Şehir ‘imdat’ derken ne için yardım istiyor?
İktidara her gelen, tarih terzicilerine kendi yalanını diktiriyor. Öyküler, bağıra çağıra kürsülerinden seslenenlerin bizi mahkum ettiği dünyamızdan uzaklaştırıp, Boğaz’ın derinliklerinde dolaştırıyor.
Boğaz sularında yaşayan balıklar neden birer ‘kahraman’?
Türümüzde insan, hele dinlerinin kapitalizmle bütünleşmesiyle, kendi rekabetinin kurbanı olurken, bizlerden milyonlarca yıl yaşlı, okyanus diplerinin karanlığında varolabilen balıklardan, ölümsüz denizanalarından öğrenebileceğimiz çok şey var. Boğaz’ı balıksız düşünemiyorsak, bu bizim onları koruyup sahiplenmemizden değil, bize rağmen var olabildiklerinden.
Bize bu kitapta balıklar üzerinden ne demek istiyorsunuz?
“Balık gibi alık alık bakma” diye bir laf var, neden demişiz, hata mı etmişiz?
Boğaz dibinden bize şöyle sesleniyor Uçmakdere balıkları: Düş gücünüz gözlerinizin pranga mahkûmu. Ayakları yere basmıyor gördüklerinizin. Sizsiniz güneşe doğru her gün devrilen. Âşıklar için gözü dünyayı görmüyor diyen sizsiniz. Görülecek çok şey var. Kim bilir dünya nasıl gözüküyor sizin gözünüzle bakmayanlara? Sen nasıl gözüküyorsun senden olmayana? Ve dünyaya nasıl bakacaksın, o başkasının gözüyle bir gün kendini görebildiğinde.