Güncelleme Tarihi:
“Ben Kolombiyalıların en Kolombiyalısıyım, 47 yıl Kolombiya’nın dışında yaşamış olsam bile. 13 yıl New York’ta yaşadım ve bir kez bile New York üzerine bir resim yapmadım. 30 yılı aşkın süre Fransa’da yaşadım ve hiç Paris’i resmetmedim.”
Fernando Botero, 19 Nisan 1932’de, doğdu. Çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Bir boğa ile arenada ilk kez göz göze geldiği ana kadar matador olmak için eğitim aldı. İlk sergisini 1948’de açtı. Üslubunun temelini oluşturan geniş hacimli formları keşfettikten sonra dünyaca tanındı.
Karaköy Anna Laudel Contemporary’de açılan Botero sergisinde, sizi sanatçının yukarıdaki sözleri karşılıyor. O, Kolombiya’nın gururu, ülkesinde ustaların ustası kabul edilen bir isim. Dolgun bedenler ise alamet-i farikası... Sadece insan bedeni de değil meyveler, hayvanlar, enstrümanlar... Onun elinde her şey anıtsal bir form buluyor, Botero’ya ait bir eseri tanımak için imzaya bakmanıza gerek kalmıyor. Geçen hafta 85. yaşını kutlayan ressam ve heykeltıraş, sanat tarihinde yerini çoktan aldı.
Anna Laudel Contemporary’de 27 Nisan’da açılan serginin adı, ‘Günlük Yaşamın Şiiri - Hayattan Sahneler’. Küratörü ise Almanya Darmstadt’daki Mathildenhöhe Enstitüsü’nün eski direktörü Dr. Klaus Wolbert. Wolbert’e göre başarısının üç sırrı var: Başkasıyla karıştıramayacağınız orijinalliği, sanatsal tekniğinin yüksekliği ve tema seçimi. “Botero’yu tanıyan herkesin aklına ilk gelen, geniş hacimli formlar oluyor. Ama o sadece bu formlardan ibaret değil. Sanatının büyük ölçüde hicivli, ironik, toplumu yeren, politik ve ahlaki içermeleri de kapsadığını gösteren tüm diğer önemli yönlerini ihmal etmemek gerekir” diyor.
Sanatçının kendi kültürünün toplumsal yapısını yansıttığı çalışmaları, siyasi otorite, mafya babaları ve orta sınıfa has kendini beğenmişlikler dahil olmak üzere toplumun karakteristik tüm figürlerini canlandırıyor.
Anna Laudel Contemporary’deki sergide sanatçının resim, desen ve çizimleri ile bronz ve mermer heykellerden oluşan 25 eseri var.
O BİR SÜPERSTAR, HER KOLOMBİYALI BOTERO’YLA GURUR DUYAR
Kolombiya’nın İstanbul Fahri Konsolosu Olga Lucia Valencia Velasquez, hemşerisi ve yakın arkadaşı Botero’yu, sanatçının ülkesi için ne ifade ettiğini anlattı.
Velasquez, yakın arkadaşı Botero’yu şöyle tarif ediyor: Gururlu bir Kolombiyalı, geniş yürekli ve verici bir insan, muhteşem bir sanatçı...
Fernando Botero’yla arkadaş olduğunuzu duydum....
- Sadece Fernando değil, tüm aile ile arkadaşız aslında.
Adam ve Kadın (Man and Woman), 2013. Tuval üzerine yağlıboya
Nasıl tanıştınız?
- İkimiz de aynı şehirde, Medellin’de doğmuşuz. Ben aslında kızı Lina’nın arkadaşıydım. Lina Bogota’da yaşardı ama her hafta sonu Medellin’e gelirdi. Zamanımızın büyük bölümünü birlikte geçirirdik. Lina evlenince düğününe davet etti ve düğünde babasıyla tanıştık. Sonrasında da çok iyi arkadaş olduk. Hatta Lina’ya “Babanla senden daha yakın arkadaş olduk” demişliğim vardır.
Peki bize yakın arkadaşınız Botero’yu tarif etmenizi rica etsem...
- Muhteşem bir insandır. Adını anan her Kolombiyalı gurur duyar. O da Kolombiyalı olmakla büyük gurur duyar. Çok genç yaşında ülkeden ayrıldı ama resimleri hep Kolombiya’yı yansıtır, ülkesini kalbinde taşır. Biz de Botero’yu kalbimizde taşırız. Çok verici, gönlü zengin biridir. Koleksiyonunun önemli bir bölümünü ve anıtsal heykellerini Medellin’deki müzeye bağışladı. Medellin’de halk tapar Botero’ya, ona “Maestro (Usta)” diye seslenir, herkes selam verir. Süperstar gibidir. Onun sayesinde insanlar Kolombiya’ya farklı bir gözle bakmaya başladı. Ülkenin imajını tamamen değiştirdi.
Botero bir röportajında, çocukluğundaki Medellin’i anlatırken “Ne bir müze ne de sanat galerisi vardı. Sanatla zerre kadar alakası yoktu” diyor. Sanırım şehrin çehresini de değiştirdi...
- Evet, kesinlikle. Medellin dağlarla çevrili bir şehirdir. Her zaman yeşil, her zaman bahar havasında bir yer. Sıcaklık 25-32 derece arasındadır hep. Anıtsal heykellerini şehre bağışladığında hep birlikte Medellin’e gittik, birlikte akşam yemeği yedik. Sonra o kalktı, gitti. Kızı Lina ile peşinden kalktık. Saat gece yarısına geliyordu ve heykel kaidesine yerleştirilecekti. O saatte insanlar heykelin konacağı yerde toplanmıştı. Kâğıtlara isimlerini yazıp kaideye atıyorlardı. Heykel o kâğıtların üzerine yerleştirildi. Bir gün heykel yerinden alınırsa, altından isimleri çıksın, o gün orada oldukları, bu olaya şahitlik ettikleri bilinsin istiyorlardı. İnanılmazdı.
Kendini ‘Kolombiyalı sanatçıların en Kolombiyalısı’ olarak tarif ediyor. Onu ‘en Kolombiyalı’ yapan nedir?
- Köklerini hiç kaybetmedi. Yıllarca Kolombiya dışında yaşamasına, pek çok farklı dil konuşmasına rağmen Medellin’e özgü aksanı bile hâlâ duruyor. Biz çok ş’li konuşuruz. Eserlerinde de hep Kolombiya’yı anlattı.
Açılış kokteylinde diğer Güney Amerika ülkelerinden diplomatlar da vardı. Botero sadece Kolombiya’nın değil tüm Latin Amerika’nın gururu sanırım.
- Evet öyle. Bu sergi için Latin Amerika ve İspanya’dan pek çok tanıdığım İstanbul’a geleceğini söyledi.
Sergideki seçkiyi nasıl buldunuz? Eser seçimi bir bütün olarak Botero’yu yansıtıyor mu sizce?
- Kesinlikle. Perulu bir diplomatla sergiyi gezerken resimlerdeki karakterler hakkında konuşuyorduk. “Şapka taktığına göre şu adam kesin ayinden dönüyor veya bu kadın şuraya gidiyor” gibi. Kolombiya’nın gündelik hayatını, sıradan insanı yansıtıyor resimleri. Türkiyeli bir kadın, bir keresinde “Resimlerine bayılıyorum. Kadınları hep şişman ama seksi” demişti. Botero aslında şişman insanlar resmetmiyor, anıtsal insanlar resmediyor. Sadece insanlar değil, her şeyi büyük ve anıtsal yansıtıyor. Elmaları, atları, mandolinleri...