Güncelleme Tarihi:
Hava henüz tam aydınlanmış değil. Sokaklar bomboş. Sabahın körü... Çağatay’dan mesaj geliyor; “5 dakika sonra oradayız.” Tahmini mükemmel, tam 5 dakika sonra, neredeyse grubun kendisi kadar ünlü Volkswagen minibüs karşımda. Flört için “Türkiye’nin Beatles’a gecikmiş cevabı” diyordum ama her konserlerine -kendilerinin kullandığı- bu minibüsle gitmeleri manzarayı iyice netleştirdi: Türkiye’nin Woodstock’ına, tam da Woodstock ruhuna uygun bir biçimde gidiyorum. Güzel his...
3 saat sonrası... “Pek sesin çıkmıyor Sadi, hayırdır?” diyor Ata. “Abi beni aldığınız saatte ben yeni uyuyorum normalde. Uykum var.” diyorum, gülüyoruz. Sabah 9, Susurluk’tayız. Kahvaltı için durduğumuz tesislerde tost yiyip ayran içerek telefonlarımıza bakıyoruz. Hiç itiraz istemem: 2016 yılında Woodstock olsa, oraya gidenler de molalarda telefonlarına bakacaklardı, yapacak bir şey yok. Zamanın ruhu...
Peki ekranlar bize ne gösteriyor? Pek iyi şeyler değil, biliyorsunuz. Timsah “Suriye’ye girmişiz!” diyor. Masadan kalkarken Çağatay mırıldanıyor; “Bir bu eksikti.” Ayranı kafama dikip tekrar araca yöneliyorum...
Edremit’e yaklaştıkça neredeyse adım başı otostopçu... Gençler sırtlarında çantaları, ellerinde “Zeytinli” yazan kartonlar, festivale varmaya çalışıyorlar… Onlarca, yüzlerce... Kadrosu ve yarattığı heyecanla (ülkenin içinde bulunduğu kurak müzik mevsimini de düşününce) çölde vaha gibi duran festival için iyice nabız yükselten bir manzara bu. Timsah uyanıyor; “Abi burası İstanbul’un bayağı dışındaymış ya, bitmedi mi yol?” Herkes birbirine bakıyor, kahkahalar yükseliyor...
Çağatay iyi bir kaptan, 8 saatlik yol boyunca araçtaki herkesin sarsılmadan uyuyabilmesini sağlamak az şey değil. Fakat bu demek değil ki “kazasız” bir maceraydı. Bir mola sırasında koluna kaynar çay dökülen ve yanan yerlere krem süren Kürşat (grubun sahne ekibinden) camdan dışarı bakarken akıp giden yol manzarası eşliğinde kulaklıklarımdan Biffy Clyro’nun son albümü yükseliyor...
Müzik gazetecileri klişelerinden biridir; ne zaman bir grupla yola çıksalar hemen “Almost Famous” filmine gönderme yaparlar. Ben son 10 yılda o göndermeyi çok yaptım, bu sefer yapmayacağım. Hem zaten bu yolculuktaki durumum “Californication”dan Hank Moody’ye daha yakın. Sakin, bol uykulu, fakat yine de keyifli bir yolculuk oldu.
Öğlen sularında sahne arkasındayız... Zeytinli Rock Festivali’nin şöyle bir güzelliği var; ana sahnede çalan grupların neredeyse tamamı sahnenin hemen arkasındaki otelde konaklatılıyor. Dolayısıyla arabayı park ettiğimiz yer, sahne arkası (kulis) ve otel üçgeni toplamda 50-100 metrelik bir mesafede. Çağatay, Timsah ve Ata odalarına, grubun roadie’si Ramiz sahneye, ben de biraz dinlenmek üzere kendi otelime...
Birkaç saat sonra yeniden sahne arkasındayım. Grup bu sefer tam kadro karşımda: Ozan Kotra, Çağatay Kehribar, Timsah (Hakan Çağlar) ve Ata Akdağ... Ozan yolda bizimle değildi, İzmir’den gelip sahneye yetişti. Renkli grup diye boşuna demiyorum; müzikleri, kariyer hikâyeleri ve şarkı sözleri kadar, sahne kıyafetleri de rengârenk! Hava sıcak, sahne hazır...
“Bize burada 150 bin kişi olacak dediler ama sanırım şu an 149 bin tanesi hâlâ içeriye girmeye çalışıyor!” Ozan Kotra “içeri ilk giriş” sıkıntısına vurgu yaparak dev festivalin başlama vuruşunu yapıyor. Gölge alanlarda bekleyen azınlık giderek sahne önünde toplanıyor, üçüncü şarkı bittiğinde sahne önünde hatırı sayılır bir kalabalık var. 5’inci şarkı biterken binler...
Grubu daha önce birkaç defa izlemiştim ve her defasında ne kadar enerjik, ne kadar anı yaşamasını bilen ve ne kadar seyirci iletişimi güçlü bir grup olduklarına şaşırmış, bu sebeple performanslarına hayran kalmıştım. Yine aynısı oluyor... Ve hatta sanırım izlediğim en iyi Flört konseri bu.
Konser sonrası Ozan ile Flört’ün meşhur aracındayız... Birkaç yudum, birkaç kadehi takip ediyor... Bir saat sonra muhabbetin dozajı “hepimiz güzeliz” boyutunda... Hava güzel, güneş batıyor... Yüzümde gülümsemeyle Flört’ün 20 yıllık hikâyesini dinliyorum. Bekarlar ve Kim Bunlar sonrası grubun Flört’e evrilme süreci, Türkiye müzik piyasasının geçirdiği evrim, MFÖ’den Fuat Güner ile tanışmaları... Hepsini öğreniyorum. Yazmaya kalksam bir dergiyi baştan sona kaplar... Dedim ya, 20 yıllık hikâyeler, tecrübeler, anılar...
Akşam olunca Ozan ile sahne kenarındayız, Bülent Ortaçgil sahnede... 3 şarkı sonra yanımıza yaklaşan Kanat Atkaya bizi uyarıyor; “Arkadaşlar konuşacaksanız aşağıya inin lütfen!” Bir yandan konseri izlerken muhabbeti nasıl koyulaştırmışsak artık... “Bak sana hayat boyu unutamayacağın anılar veriyorum Sadi!” diyor Ozan. Haklı olabilir... Gülüyoruz...
Kuliste diğer Flört elemanlarına rastlayınca Ata fitili ateşliyor: “Beyler kafalar daha da iyi olmadan şu röportajı yapsak mı artık?” Kahkahalar yükseliyor...
Yarım saat sonra Çağatay’ın odasındayız. Telefonumu çıkarıyor, kayıt tuşuna basıyorum...
'KERVAN YOLDA DÜZÜLDÜ BU ALBÜMDE'
Öncelikle son albümünüz hakkında konuşalım istiyorum... Bana “Aşk Böyleymiş Meğer”in yaratım sürecini anlatır mısınız?
Çağatay: 2013 yılında başladık bu albüm için çalışmaya.
Ata: Ama kayıtlarına başladık. Şarkıların yazımları daha eskilere dayanıyor.
Ozan: Evet, şarkıları 2011-2012 gibi yazmaya başlamıştık. Daha sonra albüm ilerledikçe yeni şarkılar da girmeye başladı.
Ata: Kervan yolda düzüldü bu albümde.
Ozan: Evet, biraz öyle oldu. Bu albümü biz kendi aramızda Flört’ün bundan sonraki dönemine geçiş albümü olarak görüyoruz.
Flört şarkıları nasıl ortaya çıkıyor? Grup içindeki şarkı yazım trafiğinizi ve dinamiğinizi merak ediyorum...
Çağatay: Bizim kendi stüdyomuz var ve biz orada yaşayan bir grubuz. Sürekli şarkı yazıyoruz. Hepimiz bir aradayken ortaya çıkan şarkılar da oluyor, birimizin yazıp getirdiği ve diğerlerinin beğenisine sunduğu şarkılar da oluyor.
Ozan: Şarkı yazma konusunda bir an yakalıyorsun; bu minibüste giderken de olabiliyor, bir otel odasında da olabiliyor, deniz kenarında da olabiliyor... Aklıma bir melodi takılıyor, “Hmmm... Bunu kullanabiliriz, bu güzel bir şey.” diyebiliyorsam ve devamı da geliyorsa, o bir şarkı hâlini alıyor zaten. Burada herkesin cebinde birkaç şarkı hazırdır. Şimdi bir albüm yapalım desek, herkes hemen üç-beş bir şeyler atar ortaya. Grup 4 şarkı yazarından oluşunca böyle oluyor. (Gülüyor.)
Şarkı yazarları, yaşları ilerledikçe şarkı sözlerinde kurguyu azaltıp yaşanmışlıkları çoğaltırlar genelde. Sizde de böyle oluyor mu?
Çağatay: Bizde kurgu genelde çok azdır.
Timsah: Aslında bunun bir standardı yok. Müzisyenler çok değişken haller alabilirler. Mesela edebiyatçılarda yazma üzerine konseptler daha çoktur; bir duygu durumunu beklerler ya da bir yer tutup oraya kapanırlar falan. Bazı formülleri vardır. Ama müzisyenlikte durum farklı. İlhamın ne şekilde, hangi hisle, nasıl ve ne zaman geleceği belli olmuyor. Mutlaka yaşanmışlıkları yazacağım ya da mutlaka kurgu olmalı gibi bir ayrım yapamıyorsunuz çoğu zaman.
Peki bir albüm hazırlarken eğlenceli şarkı sözleri ile hüzünlü şarkı sözleri oranında bir denge gözetiyorsunuz musunuz?
Ozan: Ata mesela şarkıları dinleyip “Çok major olmuş bunlar.” diyerek minör dokunuşlarda bulundu. Çok doğru bir şey yaptı. Albümü dengeledi o müdahalesiyle. Her şarkıyı ince eleyip sık dokuyoruz. Her şarkıda ne eksik, onu bulmaya çalışıyoruz. Sonra tüm şarkıları dinleyip genel olarak albümde ne eksik onu bulmaya çalışıyoruz ve eğer eksiği teşhis etmişsek, elimizde de o eksiği kapatacak materyal varsa kullanıp eksikliği gidermeye çalışıyoruz. En zayıf şarkımıza bile “bu bir başyapıt olsun” mantığıyla yaklaştığımız için, şarkılar ortaya çıkarken bizi yoruyorlar ama tam tatmin olmadığımız hiçbir şeyi de albümlere sokmamaya gayret ediyoruz.
Ata: “Aşk Böyleymiş Meğer” albümü aslında Ozan, Çağatay ve Timsah’ın Fethiye’de yaşamaya başlamasıyla, orada beraber yazdıkları şarkılardan oluşacak bir albümdü. Sonra Fuat abinin (MFÖ’den Fuat Güner) prodüktör olması ve benim de o sıralarda gruba yeniden dâhil olmamla albümün üzerinden tekrar geçildi, eksikler görüldü, o denge durumuna bir bakıldı, yeni dönemi yansıtması açısından yeni şarkılar da eklendi ve albümün son hâli böylece ortaya çıkmış oldu.
'BİZE MÜZİK HAKKINDA PEK ÇOK ŞEYİ FUAT GÜNER ÖĞRETTİ'
Albümün isim şarkısına nasıl karar verdiniz?
Çağatay: Çok düşünüyoruz ya, çok uğraşıyoruz o konuda. (Gülüyor.)
Ozan: Bu albümün ismine karar verme süreci biraz sancılı oldu evet.
Ata: Albümün adı “Grup Kararı”ydı aslında. “Tehlikeyle Flört” filminde de hep geçen bir laftır. Sanırım Fuat Güner önermişti bu ismi.
Çağatay: Evet o istemişti.
Ata: Fuat abiyi biraz kırdık mı bilmiyorum ama değiştirdik albümün ismini. (Gülüyor.) Ve aşk şarkıları çoğunlukta diye ‘Aşk Böyleymiş Meğer’ şarkısını albümün ismi yapmaya karar verdik.
Fuat Güner ile iş birliğiniz nasıl başladı?
Ata: Hikâye çok eski aslında. Ta ’92 yılında falan tanıştık onunla. Ozan ve ben, o zamanlar Fuat abinin Turgut Berkes ile ortak açtığı Levent’teki stüdyosuna gidip gelirdik. Bir sürü popstar’ın falan gelip geçtiği, çok iyi bir stüdyoydu orası. Biz de oraya gide gele şarkı nasıl yazılır, vokal nasıl yapılır, birinci ağızdan ve çok iyi bir hocadan öğrenmiş olduk. Bize müzik hakkında pek çok şeyi Fuat Güner öğretti.
Ozan: Fuat abinin tedrisatından geçtik açıkçası.
Ata: Şarkı yazımında onun öğretileri bize yol gösterir. Hâlâ öyledir.
Ozan: Düzgün Türkçe kullanımı, kelimeler, prozodiler...
Ata: Bu albümü yaparken de, “Fuat abiden öğreneceğimiz bir şey kaldı mı?” diye düşünürken öyle şeyler yaptı ki yine, inanamadım. Mesela bir satırı, melodiyi de değiştirmeden, sadece cümle aralarına küçük esler vererek ve hecelerin zamanlamalarını ayarlayarak öyle bir söylüyor ki... Aynı şeyi biz düşünemeyiz bile! Ve karşı tarafa çok güzel geçiyor yapmak istediği.
Ozan: Bir de şu şansımız var; bizden başka hiçbir grup böyle bir şeye nail olmuyor. Fuat abi bir tek bize prodüktörlük yaptı sağ olsun. MFÖ bünyesinden bildiği bütün sırların üzerine bunca tecrübesini de ekleyerek bize aktardı ve bunları yaparken hep farklı ve yeni bir şeylerin peşinden koştu. Bu çok değerli bizim için. Kendisine minnetarız.
'KLİPTE GÜZEL KIZ YOKSA KANALLAR OYNATMIYOR'
Albümün ilk klibini, albüme adını veren şarkıya çektiniz. Ve klipteki hanımefendi bayağı sansasyon yaratmış sanırım?
Ozan: Evet, Flört için enteresan diyenler oldu, fazla pop diyenler oldu, sözler çok basit diyenler oldu.
Çağatay: Klipte güzel kız yoksa kanallar oynatmıyor. (Kahkahalar...) Etkenlerden biri bu oldu ama bir de şu var tabii: Şarkının sözleri ortada. Erkek erkeğe olmaz bu klip şimdi! (Gülüyor.)
Ozan: Şu “sözler çok basit olmuş” konusu.. Her şarkının da çok felsefik olması gerekmiyor abi. Daha derin sözlere sahip şarkılarımız olduğu ortada, yani bu adamlar yazabiliyorlar değil mi aslında? Ee? Bu sefer de böyle bir şey tercih etmişler. Ne var yani? Ve sana samimiyetle söylüyorum, o şarkının her bir kelimesini eşime yazdım. Minibüste aklıma geldi ilk cümlesi...
Geçen yıl gösterime giren “Tehlikeyle Flört” adlı film sayesinde beyaz perde maceranız da başladı... Filmin üzerinden biraz zaman geçmişken şunu sorayım; geriye dönüp baktığınızda nasıl bir tecrübeydi sizin için?
Çağatay: Çok güzeldi her şey, ben çok beğeniyorum.
Yani istediğinizi aldınız mı filmden?
Ozan: Para olarak mı? (Gülüyor.) Ehh, aldık sayılabilir. (Kahkahlar...)
Timsah: Keşke çok daha fazla insana ulaşabilseydi tabii. Ama yaşadığımız tecrübe çok güzeldi.
Ozan: Bir de şu an internetteki versiyonu izlemeyin. O sansürlü ve sinemaskop açı sebebiyle sağdan soldan kesilmiş bir versiyon. DVD’si çıkacak yakında, oradan izleyin, gerçek hâli orada olacak filmin.
Ata: Zaten DVD bir süre daha çıkmazsa Çağatay filmi Torrent’e yükleyecek. (Kahkahalar...)
Ozan: Sadi ne var biliyor musun... Ben bu film işine girerken şunu düşündüm; bu film ilk anda çok büyük ilgi görmese bile ilerleyen yıllarda patlayacak. Eminim. Hâlâ öyle düşünüyorum. Tamamen bu hisle girdim bu işe. “Big Lebowsky” de öyledir mesela. İlk çıktığında çok izlenmedi, olay yaratmadı. Yıllar geçtikçe değerini buldu, git gide büyüdü ve kült oldu.
Timsah: Bizim “Ve Kim Bunlar” (1999) albümü de yıllar sonra keşfedilmeye, dinlenmeye başlamıştı zaten. Bak gör bu film de öyle olacak.
Ozan: İki filmlik daha anlaşmamız var. Üç filmlik bir seri bu. İlk filmin bittiği yerden devam edecek ikinci film. Birkaç sene içinde çekeriz ikincisini.
'TÜRKİYE’DE MÜZİĞE SIRA GELMİYOR'
Şimdi size bir “sektör” sorusu. 2004 yılından itibaren Türkçe rock’ta ikinci nesil patlaması yaşandı biliyorsunuz. Birçok grup ana akım medyada yer buldu, konserler ve festivaller çoğaldı ama “Gezi” sürecinden sonra Türkçe rock tekrar kabuğuna çekildi, piyasa düşüşe geçti ve şu anda o 2004-2014 arasındaki zirve döneminden uzakta görünüyor. Yeraltından çıkan garip isimli gruplar var, onların dönemindeyiz sanki biraz. Müzik kanalları Türkçe rock’a artık çok yer vermiyor ve Türkçe rock arabeskle çok iç içe geçti falan. Siz bu piyasanın biraz dışında, kendine has duruşu olan bir grup olarak nasıl görüyorsunuz manzarayı?
Çağatay: Sadece Türkçe rock değil, müzik çöküşte. Türkiye’de müziğe sıra gelmiyor. Hayat zorlu, Türkiye zorlu ve ilk etkilenen de eğlence sektörü. İnsanların sanat düşünecekleri ferahlama anları çok kısıtlı maalesef. Bu gibi hayati sebeplerden dolayı yeni grupların çıkması zorlaşmıştır gibime geliyor.
Ata: Bugün hâlâ ‘90’lar kuşağı grupları domine ediyor alternatif müziği. Bak bu festivaldeki tüm headliner’lar da öyledir mesela. Yeni nesilde özgün işler var ama bence prodüktör eksikliği hissediliyor. Çok ham ve çiğ halleriyle sunuyorlar şarkıları artık. Daha iyi şarkı söyleyebilir, daha iyi şarkı yazabilirler, fakat nedense bir aceleleri var gibi...
Tabii şunu da kabul etmek lazım: O “şarkıyı odamda kaydettim ve hemen Soundcloud’a yükledim” durumu kendi içinde bir tavır... ‘70’lerin punk’ı, ‘90’ların grunge’ı gibi... Piyasa normlarına karşı bir duruşları var bu yeni nesil grupların...
Ata: Evet ama neden daha iyi şarkı söylemesinler ki?
Katılıyorum.
Timsah: Home studio’larda çocukların yetenekleri harcanıyor. İşi bilen prodüktörlerle bu çocukların yetenekleri iyice açığa çıkacak, daha iyi şarkı yazacak ve daha çok kişiye ulaşacaklar. Biz kendi tarzımızı bulana kadar stüdyodan çıkmadık yıllarca. Şimdiki gençler hemen ünlü olmak istiyorlar.
Ozan: O prodüktör eksikliğini biz de Kim Bunlar iken yaşadık mesela.
Timsah: Özgünlük meselesi ise şöyle; bir şey tutunca herkes onu yapmaya çalışıyor. Çok güzel cümleleri var, farklı bir Türkçe kullanıyorlar, değişik geliyor kulağa ama işin teknik kısmında çocukları harcıyorlar. Ellerinden tutup değerlerini iyice ortaya çıkarmalarını sağlamak lazım.
Ata: Şu Türkçe kullanımı konusunda ben biraz ukalalık yapmak istiyorum izninizle... Hani şu değişik laflar kullanıp şarkı yazma hikâyesi... Şimdi bir işin temelini bilmeden “ileri” hâlini bilemezsiniz. Önce temel, sonra gelişim. Eğer doğrudan doğruya o tip sözler yazmaya başlıyorsanız o elbise bir yerlerde tam oturmuyor üzerinize. İlk olarak “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler”i bileceksin ki, onun üzerine alternatifini, ilerisini yazacaksın. Yoksa amatör kalıyorsun. Gerçi tabii bunlar müzik yazarlarının konusu belki de, ben biraz haddimi aşarak söylüyorum bunları. Yine de bu tespiti yapmak istedim açıkçası.
Ozan: Zaten şarkı yazımları genel olarak ‘90’lardan itibaren çok yozlaştı. Ve o yozlaşma da şu anki nesli etkiledi. Gözlerini açtıklarında bomb.k bir müzikle karşılaştılar. Biz gözümüzü açtığımıza Barış Manço’nun “Yeni Bir Gün” albümünü dinliyorduk, onların dinlediği şey “Aboneyim Abone” oldu.
'SEVGİ VE BARIŞ… HER ŞEY BUNLARIN ÜSTÜNE KURULMALI'
Son olarak şunu sorayım: Zeytinli’de ilk defa çaldınız ama en özel, en görkemli senesinde çalmış oldunuz. Ülke zor durumda, buraya gelen gençler bence biraz da umut dolmak için geldiler... Ben bu festivali Türkiye’nin Woodstock’ı olarak görüyorum. Siz de o Woodstock ruhuna sahip bir grup olarak neler söylemek istersiniz Zeytinli ile ilgili?
Ata: Bence böyle festivaller, böyle etkinlikler az olduğu için ülke zor durumda. Tersten bakalım yani. Daha fazla müzik, daha fazla özgürlük, daha fazla sevgi olsa ve bunları anlatan daha fazla insan olsa ülke daha iyi durumda olacak, emin olun.
Ozan: Ülkenin sadece son bir aydaki profiline baktığımızda binlerce insanın “İdam isteriz!” diye bağırdığını duyuyoruz. Burada ise binlerce insanın sevgi ve aşk şarkıları söylediğini duyuyoruz. Hangisini tercih edersin? Hangisi dünyayı daha mutlu edebilir? İdam isteyenler mi, barış şarkıları söyleyenler mi dünyaya katkı sağlayabilir? Bakın ben cevaplamıyorum bile. Hangisi insan öldürür? Hangisi insanı, hayvanı yaşatmaya çalışır? Ayrımcılık değil yaptığım. Fikirler arasındaki bu anlaşılmaz uçurumun bir an önce kapanması lazım. O “İdam isteriz! diyenlerin de bu etkinliklere gelip, en azından bir kulak vermeleri lazım. İnanın hiçbir zararla karşılaşmayacaklar. Sevgi ve barış... Bütün her şey bunların üstüne kurulmalı.