Güncelleme Tarihi:
-Son serginiz için yüksek kubbeli, geniş bir yapı olan Tophane-i Amire Kültür Sanat Merkezi, Tek kubbe Salonu’nu seçmenizin özel bir sebebi var mı?
- Tarihi binalara ve şehirlere zaten düşkünüm ama burası özellikle büyülü bir mekan benim için… Kubbesi, hacmi, büyüklüğü, orantıları beni cezbediyor. Yaşadığım yerde de çalıştığım yerde de hacim, yükseklik, espas ararım. Heykel de espas ister, yükseklik, derinlik ister. Mekanı, ışığı doğru kullanırsam sergime katkı yapacağını düşündüm ve öyle de oldu.
- Serginizin Adı ‘Gaia’nın Güncesi’. Bu isim nereden geliyor?
- Gaia yeryüzünün Yunan mitolojisindeki kişileşmiş temsilidir, tanrıça değil kozmik bir varlıktır. Dağları, denizleri, gökyüzünü ve diğer canlıları, tanrıları kendisinden yaratmıştır.
Bu ismi tüm işlerimi kapsadığından seçtim. Gaia kaos ile doğan dişil bir varlık, dünyanın kendisi. Daha sonra yeryüzü, hava ve deniz olarak bölünüyor. Gaia bir yandan da toprak ana kültürüne analık ediyor. Çamur ya da kil benim çok sevdiğim bir malzeme. Çocuklukta, bahçeden ya da sokaktan toplanan çamurlarla başlayan bir sevgim var. Hakikaten çamur ona aktarılan duygusal titreşimi sadakatle kaydeden ve iletebilen doğal bir malzeme. Parmak izleri gibi her şeyin, o anki ruh halinizin bile izinin kaldığı bir malzeme, bu yüzden de çok seviyorum.
- Siz mermer, metal gibi malzemelerle de çalıştınız...
- Mermer yonttum, metal çalıştım, kaynak ve bakır dövme olarak, pişmiş toprak yaptım, biraz ahşap tırtıkladım ama yıllar sonra yeniden daha yoğun bir şekilde heykel çalışmaya başladığımda ilk elime aldığım malzeme kil oldu. Çok fazla düşünmedim. Çamura doğal bir eğilimim var.
- Gaia’nın Güncesi bir yandan kendi günceniz mi?
Tabii. Gaia zaten ‘kadın’ın metaforu olarak da kullanılıyor. Burada ben de kadın olarak, kadın
özne olarak, en iyi bildiğim yerden konuşuyorum. Beni de temsil ediyor Gaia. Bir yandan da biziz aslında. Yer yüzünden ayrı birer varlık olduğumuzu düşünmüyorum. Her şeyin bir olması fikri bana mantıklı geliyor. Yani ezoterik anlamda değil, gayet gerçek anlamda mantıklı geliyor. Aynı malzemeden yapılmışız yıldızlarla bile… Kadınların ortaklaştığı acılar, özellikle bu günlerde dünyanın başına gelenlerle çok benzeşiyor. Mülkleştirilen, kendisi mülksüz, ezilen, hor görülen, hakları yenen, hala haklarını almaya çalışan hatta bu haklardan geriye düşen kadınların durumuyla dünyanın durumu paralel gidiyor. Tüm zulüme ve aşındırmaya karşı bunları soğuran ve tamir etmeye çalışan kadınla dünyanın durumu bu anlamda paralellik gösteriyor.
- Karşımızdaki feminist bir sergi mi?
- Kadının feminist olmasından daha doğal birşey yok. Bunun adını bile koymak gerekmez. Açıkça mizojin-kadın düşmanı bir dünyada kendi haklarını savunan her kadın feministtir. Haklarını talep eden, diğer kadınlar için de eyleyen, düşünen her kadın bu kapsama girer, ister bunun altını çizerek söylesin, ister amblem olarak taşısın, ister belirtmesin veya farkında bile olmasın.
- Serginizde erkek figürü var mı?
- Elbete. Olumlu rollerde de kalabalıklar içinde de erkek figürler var, ayrımclık yok . Mesela ‘Melek Çöpçü’. Proleter, ilahi bir çöpçü figürü var, dünyanın kötülüklerini, pisliklerini sabırla süpüren, temizleyen…
İşlerinizde sık rastlanan bir formdan bahsetmek istiyorum. Majör bir kadın figürü ve ondan yer yer fışkıran, ondan çıkmaya çalışan küçük figürler...
Etinden, kanından, canından, ruhundan parçalanarak çoğalmak, can vermek, dağılmak, yol almak, dönüşmek, kurtulmak gibi anlamlara hizmet ediyor bu figürlendirme, biçimlendirme… Kendini tanımlı ve sınırlandırılmış bir ortamda ve bedende buluveren canlılığın varoluşa hayatıyla verdiği cevabı… Bu zorlu süreçte geçirdiği dönüşüm, her düzeyde yeniden doğuş, varoluşun her an yenilenmesi, tekrarlanmaması beni meşgul eden, huzursuz eden meseleler…