Güncelleme Tarihi:
Daktilo Yazıları’nda çokça dönemin edebiyat dergilerinden bahsediyorsunuz. Bunları da ‘Yarın’ ve ‘Edebiyat Dostları’nı da siz çıkarmıştınız. Birbirleriyle kıyasıya dövüşen, eleştiriyi merkeze alan edebiyat dergileri azaldı; başka bir akım öne çıkıyor şimdi... Ot, Bavul, Tuhaf gibi toplama yazıların yer aldığı dergiler... Siz nasıl karşılıyorsunuz bu değişimi?
- Önce küçük bir düzeltme yapmalıyım. ‘Yarın’ı da, ‘Edebiyat Dostları’nı da ben çıkarmadım. Her iki derginin kolektifine önemli katkılar yapan birisi oldum, diyebilirim. Bahsettiğiniz dergilere gelince... Edebiyat dergileri değil onlar. Anladığım kadarıyla böyle bir iddiaları da yok. Üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin de dergileri var. Bazı bölümlerin yani... Onlar da edebiyat dergisi değildir.
Tuhaf gibi toplama yazıların yer aldığı dergiler... Siz nasıl karşılıyorsunuz bu değişimi?
- Önce küçük bir düzeltme yapmalıyım. ‘Yarın’ı da, ‘Edebiyat Dostları’nı da ben çıkarmadım. Her iki derginin kolektifine önemli katkıları yapan birisi oldum, diyebilirim. Bahsettiğiniz dergilere gelince... Edebiyat dergileri değil onlar.
Anladığım kadarıyla böyle bir iddiaları da yok. Üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin de dergileri var. Bazı bölümlerin yani... Onlar da edebiyat dergisi değildir.
Nasıldır peki edebiyat dergisi?
- Edebiyat dergileri, edebi ilişkiler üzerine kurar kendisini. 2010’lu yıllardan konuşuyoruz. Böyle yıllarda mesela, kütüphanesinde Üvercinka’nın ilk baskısı olmayanlar, “Turgut Uyar’ın dizeleriyiz” deyip de ‘Büyük Saat’in Adana’da olduğunu sananlar ne kadar şiir okuru olabilirler bilemem ama şiir dergisi yapamazlar haliyle. Zebercet’i sadece bir film karakteriyle hatırlayanlar belki sanatla bir ilişki kurabilirler ama edebiyat dergiciliği yapamazlar.
Esaslı bir değişim mi bu?
- Daha önce de vardı öyle şeyler. Formatı farklıydı.
‘Yarın’dan bahsederken “12 Eylül’ün ürünü değildir ama 12 Eylül olmasaydı ‘Yarın’ olmazdı” diyorsunuz. Bugünü belirleyen nedir? Bugünkü dergiler ne sayesinde ya da neye rağmen var?
- Edebiyat dergilerinden konuşalım o halde. ‘Notos’ mesela, Semih Gümüş gibi bir edebiyat insanının ısrarıyla var. ‘Varlık’ kurumsal kimliğini bugün yine edebiyat içi emekçilere borçlu. Enver Ercan’ı kastediyorum. ‘Duvar’dan söz etmeyeceğim, içindeyim zaten. Edebiyat dergiciliği adına söz alanların tamamı neredeyse edebiyat terbiyesi ve sadakati üzerine kurmuştur kendisini. Cemal Süreya’nın ‘Papirüs’te eline aldığı bayrak elden ele geçiyor. Enis Batur’un ‘Yazı’da yaladığı mürekkebin tadı damağımızda. Öyle gider bu işler. Biçim değiştirir belki.
Yeniden yayımlanan iki kitabınız ‘Daktilo Yazıları’ ve ‘Romantik Korno’ tematik olarak birbirine yakın sayılmazlar ama ortak noktalarının hüzün, öfke ve ironi olduğunu düşünüyorum. Bugün kaleme alsanız, yine bu duygularla mı yazardınız?
- Hüzün ve ironi yine olurdu tabii ki ama öfkemin arkasında kalırdı. Çok daha öfkeyle yazardım.
1980 sonrasının genç şairlerinin çok erken taraf olduğunu ve tarihin onları çok kısa bir sürede yenilgiyle tanıştırdığını söylüyorsunuz. Bugünkü genç şairler hakkında ne düşünürsünüz?
- Biz o zaman “Çok erken taraf olduk”; bu doğru. Şimdi yirmili yaşlarını yaşayan şairleri ise “taraf yaptılar”. Bana göre mesela Hitler’i seven birisi belki iki üç iyi dize kurabilir ama asla şiir yazamaz. Manzume de bir edebiyattır. Onu yapar. Şimdi tabii bunu siyasi bir okuma sanabilirsiniz. Değil. Otoriteye teslimiyet siyasi bir tavır değildir. Ahlakla ilgilidir. O teslimiyetin, o rızanın ahlakından edebiyat olmaz. ‘Bugünkü genç şairler’ bence bu meselenin çok farkında. Edebi bir tavrı olanları kastediyorum tabii ki. Her şiir yazanı değil.
“Her yeni dalga, arkasına bakarak en yakın yükseliş noktasını arar” yazmışsınız. Bugün doğacak yeni dalga nedir ve en yakın yükseliş noktasını nerede bulabilir?
- Aslında ben o lafları ettiğim zaman da ortada yeni bir dalga yoktu. İtiraz iradesi çok yoğun ve netti bir bakıma. Şimdi bu yok. Edebi tartışma dedikleri şimdilerde, antoloji çekişmeleri, didişmeleri. Öyle dalga filan... Yok! Pek de görünmüyor zaten, beklemiyorum ben de.
HEP GÜMÜŞLÜKSPOR’A DÖNMEK İSTİYORUM
‘Romantik Korno’daki yazılarınızda ‘çok sevse de gitmek’ başlı başına bir tema. Bugün birçok insan memleketi bırakıp gitmekten bahsediyor. Ne dersiniz?
- Çok fazla tartışamam bu duyguyu. Bir kısım insanlar, bir kısım insanlara karşı kendilerini güvende hissetmiyor. Çok anlaşılabilir, çok bu coğrafyaya ait bir ruh hali bu. Çekip gitmek, yenilmek değildir. Benim de böyle planlar yapan arkadaşlarım var. “Kalın mücadele edelim” demek de bir hamaset olabilir. Benim asıl endişem, dayanışma irademizi kaybetmemiz. Bunu kaybettikten sonra gitsek ne olur, kalsak ne?
“İnsan kendini ne kadar kanatmaya çalışırsa çalışsın, bu işi sağlık ocağına yakın bir yerde yapmak istiyor. O aralar benim sağlık ocağım da Abramoviç Yoffee oldu.” Peki şimdi?
- İşte Yoffee de gitmişti. Keskin, çok sert bir gidişti onunkisi. Yine de giderken bile bir umudu bırakmayı ardında ihmal etmedi.
Şimdi... Düşünmedim doğrusu. Yok demek ki.
Edebiyatın taşrada iki insanı birbirine yakınlaştırma gücü olduğunu yazmışsınız. Halen öyle mi? Taşra aynı taşra mı?
- Biraz farklı. 80’li yılların başında taşrada iki insanı birbirine yaklaştıran bir payda olarak edebiyat, sahiciliğini koruyordu. Şimdi o sahicilik, bugün daha da yalnızlaştırıyor.
Şimdi ne bağlıyor peki?
- Şimdi o iki insanı birbirine bağlayan şey, edebiyatımsı olan... Popüler kültürün nesnesi olarak edebiyatımsılık yani.
Siz de taşradasınız artık. Gümüşlük’te yaşıyorsunuz; edebiyat dergilerinden, yazıişleri toplantılarından, akşam buluşmalarından, adliye koridorlarından da uzakta. Bunların eksikliğini hissediyor musunuz hiç?
Gümüşlük dışına çıktığımda çok sıkılıyorum. Neresi olursa olsun bir an önce evime, Gümüşlükspor’un oyuncuları arasına, nerede olursa olsun takımımın maçına dönmek istiyorum. Geçen hafta İstanbul’daydım. Takımım Marmaris’le deplasmanda oynayacaktı. Pazar günü sabah erken uçakla Dalaman’a indim, Marmaris’e geçtim ve takımın oteline kendimi attığımda kendimi evimde hissettim.
Şiir, roman, deneme, avukatlık, futbol… En çok hangisinde rahat ediyorsunuz?
- Hiçbirinde rahat etmedim. Ama birbirinden çok farklı rahatsızlıklar bunlar. Edebiyatla ilişki kurmak, ister yazar isterse okur olsun, rahat insanların işi değildir. Rahatlamak için yapılmaz.
Avukatlık ve futbola gelelim o zaman.
- Çocuklara sorarlar ya “Büyüyünce ne olacaksın” diye. “Avukat olacağım”, derdim. Erken koptum avukatlıktan. Son on - on beş yıldır kendimi gizli işsiz gibi hissetmeye başladım. Yargının kimin gücü olduğuna bilecek kadar Marksist bir rahle-i tedrisatım oldu. İyi de, yargının kurumsal varlığının giderek bu kadar hızlı erimesi karşısında kendimi çok fazla bir yere koyamamaya başladım. “Ahlaki bir duruş” gibi tumturaklı, cilalı laflara gerek yok. Avukatlıktan çok sıkıldım.
Futbol ilaç gibi geliyor o halde.
- Gümüşlükspor’un burada yaşamaya başladığım günlerde taraftarıydım. Aslında hâlâ öyleyim. İki yıldır yöneticilerinden birisiyim. Rahat edeceğimi sanmıştım. Öyle olmuyor işte. Pazar günlerini (nadiren oynadığımız Cumartesi’leri de) iple çekiyorum. Maç öncesi gecesi uykuya dalmakta zorlanıyorum. Maç sabahından, hakemin bitiş düdüğüne kadar rahat etmem mümkün olmuyor. Yine de galiba en rahat olduğum anlar, bundan sonra yöneticiliğine devam eder miyim bilemiyorum ama bu köyde yaşadığım sürece taraftarı olacağım takımımın maçı.
Şehirler, ilçeler, kışlalar, adliye koridorları, otel odaları, şehirlerarası otobüs terminalleri, garlar, havaalanları… Yazdığınız yerleri sıralamışsınız… En benimsediğiniz ‘yazıhane’ neresi oldu?
- Ev aslında. Ev derken, yalnızlığım... Oralardan bir şeyleri almışımdır ama yine de gelir kuytuna çekilirsin. Belli de olmuyor. Kesinlik değil söylediğim. Bir tren yolculuğunda bitirdiğim, gelip evde sadece daktiloya çektiğim şiirim de var.
BİZİMKİSİ UNUTMAK DEĞİL GÖRMEK İSTEMEMEK
Milan Kundera’dan alıntılamışsınız: “İnsanın iktidara karşı savaşımı, belleğin unutuşa karşı savaşımıdır.” Kundera bunu tüm insanlık için kullanmış ama özel olarak biz, unutmakla malul bir toplum muyuz?
- Unutmak değil aslında. Daha da ötesi. Unutmak çünkü bildiğin bir şeyle ilgilidir.
Nedir bizdeki peki?
- Görmemekle, hatta görmek istememekle ilgili bir ruh hali... Bundan söz edelim. Mesela Hrant’ın katlini görmek istememek... Onu görünce hayatımızın ne hale geleceği korkusuyla ilgili bir durum. Öte yandan Mustafa Muğlalı’nın adını kışladan kaldırmışlar ama şimdi kaldıran da neden kaldırdığını bilmiyor mesela. Bilse böyle mi olurdu Türkiye? Muğla’da birkaç yerde, cadde olabilir, adına rastladım, sorsan eski vali filan zannedebilirler yani.
‘TURGUT UYAR’IN DİZELERİYİZ’ SİZİ ALDATMASIN
Romanınız ‘Mihman’ın başkişisi de Turgut Uyar’dan özlemle bahsediyordu. Bu iki kitabınızda siz de... Bugünlerde Turgut Uyar’a yönelik artan bir ilgi var. Bu özlem herkese mi sirayet etti sizce?
- Herkese sirayet eden bir ilgiden söz etmek mümkün değil. Sokakta önümüze çıkan “Turgut Uyar’ın dizeleriyiz” yazısı aldatmasın bizi. Hoş bundan şikâyetçi de değilim ayrıca. Ama bu ilginin edebiyata dair olup olmadığına bakmak lazım. Popüler ilgi bu, edebi değil bence. Turgut Uyar’ın dizeleri olanlar, Orhan Koçak diye birinden haberdar mı mesela? ‘Bahisleri Yükseltmek’ bir kitabın varlığından haberdar mı?