Güncelleme Tarihi:
Oyuncu Ergün Demir’in Arjantin’den teklif aldığı dans yarışmasına katılmasını, orada yaşadıklarını, kendisine gösterilen yoğun ilgiyi ve oyunculuğu konuştuk.
ŞAKA OLARAK SÖYLEDİĞİM ‘EVET’ BENİ ARJANTİN’E UÇURDU!
Sizin bu son yaşadığınız, yani Arjantin’e dans yarışmasına çağrılmanız ‘Hayat sürprizlerle doludur. Her an her şey olabilir’in en güzel örneği. 3 aydır Arjantin’desiniz. Nasıl başladı bu masal?
Binbir Gece dizisi dünyanın dört bir yanında yayınlandığından ve o ülkede en çok sevildiğinden, diziden birkaç oyuncu arkadaşımla ve benimle röportaj yapmak için Arjantin’den İstanbul’a gelmiş. Canlı yayında röportaj yapmak için beni de çağırdılar, kabul ettim. Röportaj reyting yapınca kanal bir süre daha Türkiye’de kalmaya karar veriyor ve bir röportaj daha talep ediyorlar. İkinci canlı yayına bağlandığımda, Güney Amerika’nın en çok izlenen eğlence programı ‘Bailando’nun yapımcısı ve sunucusu olan Marcelo Tinelli beni sempatik bulup, canlı yayına bağlanıp programına davet etti. Beni yarışmaya dahil etmeye karar veriyor. Bende kibarlık olsun diye, yarı şaka evet dedim. Konuşmalar, görüşmeler ve şaka olarak dediğim ‘Evet’ beni Arjantin’e uçurdu.
İstanbul Mecidiyeköy’de, oyuncu adaylarına doğaçlama dersleri verirken gelen bir telefonla ve anlaşma süreci sonrasında Arjantin’e, dans yarışmasına davet edildiniz. Bundan 4 ay önce size ‘Okyanuslar aşacaksınız, orda çok sevileceksiniz’ deselerdi inanır mıydınız?
Elbette! İnanmak bizim mesleğimizin olmazsa olmazı. Oscar almayı hedef edinmiş bir oyuncu hiçbir sınırı yoktur. Ancak ‘Orda sizi çok sevecekler, koruma ile sokakta yürüyeceksiniz’ deselerdi işte orda ‘Hey dostum, bir an önce alkolü bırak’ derdim.
DANS İÇİMDE KALAN BİR UKDEYDİ!
Arjantin’e ilk gittiğiniz gün hemen dans provalarına başlamışsınız. Bu yaşınıza kadar hiç dans etmemiş biri olarak ‘Ya yapamazsam’ şeklinde kaygılarınız oldu mu ilk zamanlar?
Konservatuvarda, klasik müzik ve tiyatro eğitimi aldım. Ancak dans benim hep içimde bir ukde olarak kalmıştı. Teklifi bu yüzden bu teklifi kabul ettim. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Çünkü öğrenecek o kadar çok şey var ki bu alanda. Ben karar insanıyım. Bir şeye "Tamam" dedim mi, Stakhanov gibi çalışırım.
Üç ayda 6 farklı alanda dans performansları gösterdiniz. En keyif aldığınız ve en mutlu olduğunuz hangisiydi?
İlk dansımız diskoydu, sonra Cumbia. Üçüncü dansımız Street Dance oldu. Dördüncü dansımız Reggaeton, beşinci dans klasik... Ve altıncı dansımız da geçtiğimiz Cuma günü gerçekleştiğimiz Ritmo Libre performansıydı. Zeybek, horon, tango, Arjantin folkloru karışımı ile en yüksek puanımızı elde ettik. Çok zordu ama Arjantin halkı çok fazla ilgi gösterdi. İnanılmaz bir duyguydu. Kelimelerle ifade edemiyorum. Sırada salsa var.
Hem de nasıl… Anlatmaya kelimeler yetmez. Fransa’dayken, ortaokulda Yaşar Kemal’in ‘İnce Memed’ romanını okulda, sınıfımdaki tüm arkadaşların okutmuş biriyim. Hayatım boyunca Türkiye’nin daha çok duyulması, parlaması için Fransa’da mücadele verdim. Derneklerle ya da sahnede kişisel gayretlerimle... Burada da aynı heyecan ile devam ediyorum. Örneğin Fransızca ana dilim, İngilizcem çok iyidir. Ancak ben Arjantin’de, her yerde, canlı yayında Türkçe konuşuyorum, çevirmenim Jazmin Natour aracılığıyla. 45 milyon Arjantinli insana, medyada, sokakta, Türkçe hitap ediyorsam bu benim anavatanıma, kültürüme ve insanlarıma olan aşkımın göstergesi. Türkiye’mden, sosyal medya aracılığıyla aldığım minnet dolu tepkiler de doğru yolda olduğumu gösteriyor.
BEN ANTİ STARIM!
“Bunca yıl sanat için boşuna ter dökmemişim. Arjantinliler beni boşuna sevmedi” diyorsunuz. Attığınız her adım, söylediğiniz her cümle haber oluyor. Gözlemlerinizden yola çıkarak Arjantinliler sizi neden bu kadar çok sevdi dersiniz?
Ben bir anti starım! Yalın, içten, samimi ve gerçeğim. Oynamıyorum, onu sahneye saklıyorum. Halktan biriyim, bunu çok iyi hissediyorlar. Takipçilerimin 100.000 kişiye ulaştığı gün Twitter’den teşekkür etmek için bir mesaj yazdım ve otelimi arayan ilk 10 hayranımı restorana davet ettim. Basın buna ilgi gösterdi ve ‘Bailando’ programını yayınlayan El Trece kanalı yeni bir yemek düzenlemeye karar verdi. İşte ben böyle davranıyorum. Bu yüzden beni seviyorlar sanırım.
'FRANSA CUMHURBAŞKANI BENİ DAVET EDİYOR ZEYTİNBURNU BELEDİYE BAŞKANI’NDAN RANDEVU ALAMIYORUM'
Yabancı ülkelerde size çok ilgi gösterilip de, ülkemizde beklediğiniz değerin gösterilmemesiyle ilgili düşünceleriniz neler? Neler söylemek istersiniz bu konuda?
Bu, hayatımın en derin yarası! Türkiye, benim hayatım, genim, tek tutkum. 3 yaşımdan 34 yaşıma kadar Fransa’da yaşadım. Türkiye’ye çok büyük umutlarla, heyecanlarla döndüm. Fransa’nın en büyük tiyatrolarında sahneyi en büyük yönetmenlerle paylaştım. Türkiye’de çok güzel işler yaptım ancak beklediğim roller bir türlü gelmedi. Kader diyelim, geçelim. Konuyu daha fazla açarsam gazetenizde sayfa, bende zaman yetmez. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, İstanbul’da, Fransız Sarayı’nda yemek veriyor, davet ediliyorum. Ama okuldaki çocuklara Art Terapi dersleri vermek için Zeytinburnu Belediye Başkanı’ndan randevu alamıyorum, üç defa kapısını çalmama rağmen örneğin. Ya da senin Genel Koordinatörlüğünü ve yapımcılığını üstlendiğin "Maksat Sanat" programımızı sundum ‘Bea Tv’de 60 hafta. Ülkemizin en kıymetli sanatçılarını konuk edip sanatı derin bir perspektiften ele aldık ve koskocaman Türkiye’de bir tek kanal o programa sahip çıkmadı.
“Her şey rüya gibi” diyorsunuz. Ve “Bu rüyadan uyanmaktan korkuyorum” diye de ekliyorsunuz. Bu güzel rüyayı uyanıkken ve rüyanızın her karesinin tadını çıkararak ve farkındalıkla yaşıyorsunuz. Bu nedenle mutluluk ve keyifle açmışsınızdır size sunulan bu güzel hediyeyi sanırım?
Aynen… Bir sanatçı sanatını icra etmek ister. 10 yaşımdan beri sahnelerdeyim. Günler geçtikçe hayata olan algılarınız, bakışınız değişiyor. Türkiye’de birçok oyuncuyu yetiştirenlerdenim ve bununla gurur duyuyorum. Onları alkışlıyorum her fırsatta. Ama benim yerim sahne ve bu yüzden günün birinde değerinizi anlayan biri çıkınca hayatınız renkleniyor. Arjantin değerimi anladı, Onlara müteşekkirim. Arjantin’de yaşamamı istiyorlar. Tiyatro teklifi aldım.
Ünlü aktris Mirtha Legrand’ın programına da konuk oldunuz. Nasıldı? Ve Legrand’ın size dediklerinden aklınızda kalanlar?
Mirtha Legrand efsane bir yıldız. Onun programında olmak inanılmaz bir şeref. Keyifli bir sohbetimiz oldu. Merhum eşi Fransız yönetmen Daniel Tinayre ve Cannes’da aldığı okulu konuştuk.
MARADONA, BANA NAPOLİ OLİMPİK STADYUMU’NDA FORMA GİYDİRME SÖZÜ VERDİ!
Geçtiğimiz haftalarda, sergilediğiniz dans performansınızdan sonra canlı yayında bir sürpriz yaşadınız. Babasına başsağlığı dilediğiniz ve Galatasaray forması hediye ettiğiniz Maradona, size ‘Sevgili Türk Ergün’ diyerek imzalı formasını iletti. Ve bir hafta sonra bir araya geldiğinizde neler hissettiniz onunla karşılaştığınızda?
Diego Armando Maradona çocukluğumdan kariyerini bıraktığı güne dek hayat hikayesi ve devamında masalsı hayatı ile beni etkilemiş ender insanlardan. Milyonlar bir şey hayal eder, siz elde ederseniz. İşte o zaman kendinizi bir rüyada görürsünüz. Arjantin halkının bana bu kadar sevgiyi boşuna vermediğini düşünüyorum. Maradona’nın bana bu hediyeyi vermiş olması sevgime bir de gurur katıyor.
Ya Maradona’yla sürpriz buluşmanızda yaptığınız sohbette sizi etkileyen cümleleri neler oldu?
Kendisi dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu bana sorarsanız. Beni evine davet etmiş olması bir rüyaydı başlı başına. Birbirimize sarıldık yirmi yıllık dostlar gibi. Bana maçlarda giydiği bir Arjantin Milli Takımı’nın formasını hediye etti. Türkiye’ye davet ettim kendisini. Kasım ayında Napoli Olimpik Stadyumu’nda tüm dünya yıldızlarının yer alacağı bir hayırsever maçında bana forma giydireceğine dair bir söz verdi.
“Buenos Aires’te 10 yıl yaşayabilirim” diyorsunuz. Neleri bu kadar cezbetti, size orda yaşamayı düşündürecek kadar?
Burası küçük bir Paris. Her sokak başında tiyatro, opera, dans, müzik ile yaşayan ve yaşatan bir toplum. Buenos Aires’e aşık oldum adeta. Kültürü, sanatı ve mimari yapısı ile Paris kadar şahane ve ülkemiz kadar misafirperver, mucizevi bir şehir. Burada ırkçılık nedir bilinmez. Bir pasaport ile geliyorsunuz, size oturum veriyorlar hepsi bu. Okullar, üniversiteler bedava. Üniversiteyi dilediğiniz yaşta, dilediğiniz bölümde okuyabiliyorsunuz. Sağlık hizmetleri, hastaneler bedava. Daha neler neler…
FARKINDALIK; SORGULAMAK, ANLADIKÇA MUTSUZLUĞA GÖĞÜS GEREBİLMEK DEMEK!
Değerinizi, farkınızı yabancılar anladı, Türkiye’dekiler fark edemedi. “Farkındalık hastalıktır” diyor Dostoyevski. Oysa farkındalığı yakalayamayanlar değil midir hayatı yakalayamayanlar? Tıpkı bakıp da göremeyenler gibi.
‘Farkındalık hastalığa doğru bir yolculuktur’ diyor hatta tam anlamıyla. Farkındalık sorgulamak, anladıkça mutsuzluğa göğüs gerebilmek demek. Farkındalık bir cesaret serüveni. Ezberini bozmayan bir fonda mentalist örneğin. Çok mutlu çünkü içinde bulunduğu dünya onun için tasarlanmış bir fanus. Davranış biçimi, duruşu ve ağzından çıkacak her bir cümle başkaları tarafından dikte edilmiş.
Ekranların arka bahçesi, yayından kaldırılan dizi mezarlarıyla doluyken, ülkemizde yıllar önce biten Binbir Gece dizisinin, okyanuslar aşıp farklı kültürlere – insanlara ulaşmasının sırları nelerde saklı?
Ben Binbir Gece dizisine motor dediğimiz gün, tüm yüreğimle söylüyorum, çok özel bir işte yer aldığımı hissetim. Tüm arkadaşlarım, kamera önü, arkası, inanılmaz bir iş çıkardık. Bir kere evrensel temalara temas ettik; günümüzdeki kadın - erkek ilişkisindeki sadakatin yerini, kadınlarımızın varoluş mücadelesini, hırs - ahlak ikilisinin muhtemel uyumunu dile getirişimiz dünyada geniş yankı uyandırdı. Sermaye - maneviyat karşıtlığını, iktidarın olası tehlikelerini inceledik. Az da değil baktığınızda.
ÖĞRENMEYE AÇSANIZ İLERİ GİDEBİLİRSİNİZ!
Bu saydığınız sırlar, aynı zamanda bir diziyi başarıya götüren anahtarlar. Peki sizin içinde bulunduğunuz işlerde ve hayatta başarı kapılarını hangi anahtarlar açar?
Tek kelime, ölesiye çalışmak! Daima kâğıtlarınızı dağıtmak, kendinize geliştirmek. Entelektüel bir tembelliğe asla düşmemek. İspanyolcayı en iyi şekilde konuşabilmek için kursa başladım. Hayatta aç bir öğrenci gibi yaşamak… Kendinizi hayatınız boyunca öğrenmeye aç biri olarak görüyorsanız işte o zaman ileri gidebiliyorsunuz. Aksi takdirde başarı size gelmez.
OBSESİF BİR ŞEKİLDE MÜKEMMELİYETÇİYİM!
"Büyük başarıların sahipleri, küçük işleri titizlikle yapabilme sabrını gösteren kişilerdir." diyor ya Schiller. Mükemmelliyetçi insanlarda bu özellik var sanırım. Sizin mükemmeliyetçiliğinizde de bunları görüyoruz, verdiğiniz cevaplara ve hayatınıza baktığımızda.
Çok doğru gözlem… Aynen öyle… ‘Şeytan ayrıntıdadır’ dememişler boşuna. Ben çok mükemmeliyetçi bir insanım, obsesif bir şekilde. Türkiye’deki en çok nefret ettiğim bir söylem var, ‘Boşver abi, idare eder’ deniyor çoğu zaman çoğu konuda. Hayır, idare etmez, etmemeli. Bir prova esnasında verebileceğimin en iyisini verdiğime razı olmadığım sürece uyku girmez gözüme. Burada yabancı türlerde ritimler, danslar teknikler üzerinde çalışıyorum. Dans koçu ‘Bugünlük yeter’ dediğinde ben hâlâ sahnedeysem ancak o zaman kendimi geliştirebilirim. İcra ettiğiniz meslek, hayatınıza yön vermiyorsa, bir galibiyet bekleyemezsiniz gayretlerinizden.
OYUNCULUK, ARKEOLOJİ KAZISI GİBİ!
‘Bir ömür davası’ dediğiniz oyunculuğun sizin için bir tutku olduğunu biliyorum. Ruhunuzun hangi özellikleriyle örtüşüyor, oyunculuğunuzla ön planda, göz önünde olmak?
Tutku, zeka ve sabır dolu bir inadınız olmazsa bir kere oyuncu olamazsınız. Kelimelerin çaresiz kaldığı yerde var olmak istedim hep. Tiyatro bana bunu sağlıyor. Bir yazar size bir metin sunuyor. Sizden bunu bir kitleye ulaştırmanızı rica ediyor. Bunun için sizden bir başkası olmanız isteniyor. Kelimeleri yazan, mürekkep kuruduğundan sizin yapacağınız tek bir şey var bir oyuncu olarak; inanılmaz bir arkeoloji kazısı. Neyle karşılaşacağınızı bilmediğiniz bir vaat hazinesi. Arkeolojide de öyle değil midir; çok ararsın, az bulursun. Ama aramak ve meydan okumak hoşuma gidiyor.
ALKIŞLARIN ARTIKLARINI YEDİM!
Siz sadece oyunculuk yapmıyorsunuz. Gitar çalıyorsunuz, yazılar yazıyorsunuz, Son aylarda öğrendiğiniz danslarla da sanatın birkaç dalıyla da ilgili olduğunuzu gösterenlerdensiniz. Oyunculara sorulur ya genelde ‘Neden oyuncu olmak istediniz?’ diye. Ben size bunu sormak yerine diyorum ki; sanatın, yaşam biçiminiz olacağını ne zaman anladınız ve nasıl…
10 yaşımda… Dün gibi hatırlıyorum. Küçük Prens’i oynadığım gün... Okulda gösterilere anne – babalar da katılırdı. Baktım, oyunun sonunda herkes ayakta alkışlıyor. Ben zannettim ki, başroldeyim diye beni alkışlıyorlar. Ama hayır, anne – babalar kendi çocuklarını alkışlıyorlardı. Ama benim annem – babam orda yoktu. Çok üzüldüm tabii. Hatta şu anlatırken de gözlerim doldu. Ama o gün şunu anladım; annem babamdan o gün alamadığım sevgiyi oradaki seyircilerden aldım. Onlar kendi çocuklarını alkışlıyorlardı ama… Hani… Nasıl ki yemeğin artıkları olur ya, o alkışların artıklarını ben yedim. O günden bu yana sanatı hep bir paylaşım aracı olarak gördüm. Ve sanatı hayatımın büyük bir ölçüsünde terapi olarak...
ŞİZOFRENDE BİR DEHANIN TOZLARI VAR!
Tiyatroda komedi, ekranda dram oynadınız. Oynamayı istediğiniz karakter var mı, ‘Bu rol hayalim, çok iyi oynarım’ dediğiniz? Ve de o karakterin cezbeden yönleri?
En büyük hayalim bir şizofreni, bir deliyi oynamak... Onların her birinde bir dehanın tozları var.
Aldığınız bu dans yarışması daveti ve öğrendiğiniz danslar, bir oyuncuda olması gereken özelliğin belki de en önemlisini tamamladı sanırım, yap-bozun eksik parçasının tamamlanması gibi. Peki hayatınızda neler var ukde kalan, olursa, gerçekleşirse yap – bozu tamamlayacak olan?
Heykeltraş olmayı çok isterdim. Şekillere, boyutlara hakim olmak... Fransa’da aldığım felsefe ve psikoloji eğitimime bıraktığım yerden devam etmek isterim. Belki burada, Buenos Aires’de olabilir. Kimbilir!
Bir kelimenin insanın hayatını değiştirdiği çok görülmüştür.” diyor Balsac. Sizin hayatınızı değiştiren kelime?
Kalk ve yürü! Victor Hugo’nun lafıdır. Einstein’a göre bisikletin pedalına basmazsanız düşersiniz. Hayat bize bu mücadeleyi dayatıyor. Bu bir olgu. Peki o halde bu mücadelede ne yapmalıyız? Dün bizim değil artık, Yarın bir vaat sadece o halde elimizde ne kaldı? ‘AN’. O zaman biz onunla yetinmeyi ve tadını çıkarmayı öğreneceğiz. Ben bunu uygulamayı hayat felsefesi edindim.
GALİBİYETLERİMİZ BİZE BİR ŞEY ÖĞRETMEZ!
Hayat felsefesi dediniz de… ‘İnsan hayattaki tecrübeleri oranında değil tecrübelerinden aldığı dersler oranında olgundur.’ diyen Bernard Shaw aklıma geldi. Shaw’ın bu cümlesinden yola çıkarak hayattaki sizi olgunluğa ve yaşama götüren tecrübelerin neler olduğunu söylersiniz?
Ben hep şunu düşündüm bu konuda. Galibiyetlerimiz bir şey anlatsa da, bize bir şey öğretmez!
Nasıl yani?
Bizler mağlubiyetlerimizden bir şeyler öğrenip onlardan ders almalıyız. 3 yaşımda Fransa’ya gittiğimde 3 - 0 mağlup başlamıştım hayata. Mağlupsun zaten. Mağluptan daha mağlup olamazsın ki! Bunu hayat size bir şekilde anlatıyor, hissettiriyor. Peki bu durumda ne yapacaksınız? Kollarını sıvayacaksın ve çalışacaksın. Kollarım hâlâ sıvalı ve çalışmaya devam ediyorum. Hayatın darbeleri ruhumda belirgin izler bıraktı. Zaman zaman o haritaya bakınca kat ettiğim yol, bana pusulamı doğru tuttuğumu gösteriyor, şükürler olsun Tanri’ma.
FRANSA’DA YETİŞTİM. ŞİMDİ Arjantin’DEYİM AMA TÜRKİYE SEVGİM BAŞKA!
Türkiye’ye mesajınız var mı iletmek istediğiniz?
2005 yılında Türkiye’ye geldim. 10 sene boyunca beni seven, nefret eden, birbirinden güzel insanlarla beraber anlar paylaştık. Birilerini kendime rağmen kırmışsam, aracılığınızla hepsine buradan seslenmek istiyorum: Beni bağışlayın. Sizleri özlediğim kadar seviyorum. Türkiye zor anlar yaşıyor. Canlı yayında ülkemin bayrağını omuzuma koyarak size ulaşmaya çalıştım. Yaşasın Türkiye!