Güncelleme Tarihi:
Siz ne zaman okudunuz bu günlükleri?
Ayşe Sarısayın’ın yazdığı ‘Unutulmaz Bir Atlı’ adlı biyografide bir kısmını okumuştum. Ama günlüklerinin hepsini, ayrıca bu kitapta olmayan mektuplarını, yazışmalarını şöyle arkama yaslanıp uzun uzun okumam vefatından birkaç sene sonradır.
Neden birkaç sene beklediniz?
O tarihe kadar, o satırların yazarıyla artık konuşamayacağım düşüncesi o kadar canımı yakıyordu ki cesaret edememiştim.
Basılmasını istemediği doğru mu?
Bunu kesin bilemiyoruz. Kanaatim aslında basılmasını istediği.
Nasıl bu kanaate vardınız?
Çünkü basılmasını istemediği her şeyi, yani beğenmediği öykülerini, şiirlerini, şarkı sözlerini, hepsini imha etmişti. Bu günlükleri ise bilgisayara aktarıp saklamış, yani neredeyse “Benden sonra bunları yayımlayın” der gibi bir kenara koymuş.
Kitapta yalnızca üç kez sizden bahsediyor. İlk okuduğunuzda kendinizi daha çok görmeyi bekliyor muydunuz?
Hayır, beklemiyordum. Babamla ilişkimiz aramızdaki mektuplaşmalarda gizlidir. Günlüklerinde ise daha çok edebiyata ve siyasetle ilişkisine dair notlar var.
O mektuplar da gün yüzüne çıkar mı bir gün?
Bir gün mektup kitabı basıldığında bu mektuplar da mutlaka içinde yer alacaktır.
“ENDİŞELERİNİ PAYLAŞAYDIN YA GÜZEL BABAM”
Siz Amerika’dan döndüğünüzde günlüklerine “Tam Anti-Amerikan bir tip çıktı karşıma. Şimdi umutluyum. İlk kez Can konusunda içim bu kadar rahat...” yazıyor. Bu, önceleri rahatsızdı demek mi?
Beni beğenmediği de eleştirdiği de olurdu elbette. Zor beğenen bir adamdan bahsediyoruz. Yine de benimle ilgili düşüncelerini pek paylaşmazdı. Burada bahsettiği endişeyi de günlükleri okuyunca öğrendim. Anladığım kadarıyla beni okula gönderirken Amerika meraklısı olup dönmemden ödü kopmuş, sonra da rahatlamış. Tabii günlükleri okuyunca içimden şunu dedim: “E bu endişelerini benimle de paylaşaydın ya güzel babam benim.”
Epey sert eleştiriler var. André Gide’in ‘Dünya Nimetleri’ni okuyor. “Avni İnsel’in çevirisi iğrençti” diyor örneğin. Çalışırken biraz huysuz olabilir mi?
Hafta içi, hafta sonu fark etmez, evdeyse mutlaka bir şeyler okuyor veya bir yazarın dosyasını düzeltiyor olurdu. Dikkatini dağıtacak olursanız haklı olarak homurdanırdı ama biz de saygısızlık etmez, o çalışırken uslu dururduk. Onun o çalışır halini özlüyorum. Edebiyat söz konusu olunca çok acımasız olurdu. Beğenmediği edebiyatçıyı sert bir dille eleştirir, zaman zaman küser, hatta ilişkisini tamamen keserdi. Erdal Öz’ün sizi ciddiye alması için ya iyi bir yazar, ya da iyi bir okur olmanız gerekirdi.
YALNIZ KALDIĞINI DÜŞÜNDÜ, ACI ÇEKTİ
Yaşayan insanlar da var. Onlardan biri Hilmi Yavuz: “Hilmi Yavuz, Edip’i sevmiyor. Öyle bir önyargısı var. Şiiri kötü okudu, sevmeden okudu, kötüleştirmeye çalışarak okudu” diyor. Hilmi Yavuz’dan tepki geldi mi?
Bilmiyorum ama burada yazdıkları bu şairlerle, yazarlarla konuştuklarının yanında okyanusta damladır.
Attilâ İlhan’ı, Sabahattin Ali’yi çok sert eleştiriyor. “Kupkuru bir anlatım” dediği bir yer var hele ki, beni çok şaşırttı. Siz de bazı yerleri okurken, “Yok artık” dediniz mi?
Demedim. Unutmayın, o benim babam, nasıl bir insan olduğunu iyi biliyorum. Yıllarca masalarda, dost ortamlarında yazarlarla ilgili düşüncelerini dinledim, bunların ciddi bir kısmı da sert sözlerdi. Katılmak zorunda değildiniz ama onunla karşılıklı oturunca edebiyatla ilgili emin olduğunuz konularda dahi sizi düşündüreceği kesindi.
Oscar Wilde için “Mutluluğu ıstırapta arıyor” diyor. Kendisi için de böyle olduğunu gizlemiyor. Bazen basitleşmek istiyor, yapamıyor. Mutluluğu ıstırapta arayan bir babanın oğlu olmak nasıl?
Çocukken zor, çünkü pek anlamıyorsunuz. Ancak ilerleyen yaşlarda müthiş bir şey. Her geçen gün sandığımdan daha da müthiş bir adamın babam olduğunu fark ediyor ve daha da şiddetle onunla gurur duyuyorum. Yakında kızım oluyor, ona büyükbabasından bahsedeceğim, tüm kitaplarını okutacağım. Kızım da onunla gurur duysun istiyorum.
Sanki sevilmediğini düşünüyor. Muzaffer Erdost ile ilgili bir konuda, “Anlıyorum o da sevmiyor beni” diyor...
Özellikle ‘Gülünün Solduğu Akşam’ı yayımladıktan sonra çok suçlandı, eleştirildi, yalnız kaldığını düşündü, sevilmediğine inandı, acı çekti. Ama bunu yalnızca başkalarından dinledim veya hissettim; anlatmazdı çünkü.
O DÖNEMİ NEDEN ATLADIĞINI BİLMİYORUZ
Size “Kitap oku” baskısı yaşattı mı?
Aksine, keşke daha çok yaşatsaydı. “Daha çok okumam gerekir” duygusu hep peşimdedir.
1959-1971 arası 12 yıl, 1973’ten sonra 21 yıl yok günlükte... Nerede o zaman?
Elimizde ne varsa kelimesine dokunmadan yayımladık. O dönemde günlük tutmaya ara vermişti ama eminim notları vardı. Neden o dönemi atladığını bilmiyoruz.
Başucu kitabı neydi?
Rainer Maria Rilke’den ‘Malte Laurids Brigge’nin Notları’ydı.
Sizinki?
Andre Gide, ‘Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler’.
EN BÜYÜK HAYALLERİMDEN BİRİ
ORHAN PAMUK’U TEKRAR YAYIMLAMAK
Orhan Pamuk, Öz’e kitabını imzalatırken, “Elimden kaçırdığım yıldız yazarım Orhan Pamuk’a sevgilerle diye yaz” diyor. Babanız “Ben s..tiri çektim” diye anlatıyor o günü. Pamuk’u elinden kaçırdı mı gerçekten? Erdal Bey öldükten beş ay sonra Orhan Pamuk Nobel aldı.
Babam arkadaşlarıyla açık konuşurdu, Orhan Pamuk’la da bu rahatlıkla konuşmuş olması onu tanıyanları şaşırtmamıştır. Ama Orhan Pamuk’u elinden kaçırdığı doğru. Yayıncılığın doğasında var bu, kimi yazarları kaçırırsınız. Bugün Pamuk’u tekrar yayımlamak en büyük hayallerimden biri. Yapı Kredi ona iyi sahip çıkıyor gördüğüm kadarıyla, çıkmaya devam etmeliler, çünkü ben sinsi sinsi açık vermelerini bekliyorum.
KİTAPTAN NOTLAR
SABAHATTİN ALİ
‘Kuyucaklı Yusuf’un dili şaşırttı beni. Yazıldığı döneme kıyasla çok önde bir dil uygulaması var. Hiç şiir diline kaçmadan, yalın, özentisiz, su gibi akıp giden bir Türkçeyle yazılmış. Yine de dil çabası romanı kurtarmıyor. Hızla anlatmak istiyor. Sabırsız. Bu yüzden de kuru, kupkuru bir anlatımla yüz yüze geliyoruz.
GÜLTEN AKIN
Dün gece Gülten Akınlara gittim, Gülten, ‘Doğu Havası’ adlı yeni bir şiir kitabını okudu. Oldukça güzel bir şiirdi. Ne hoş kız Gülten. Evli olmasa, kocası da dünyanın en hoş insanlarından biri olan Yaşar olmasa, ona tutulabilirdim.
ATTİLÂ İLHAN
Masamıza geldi. Onunla sanatın yapaylığı üzerine konuştuk. Öyle anlaşılıyor ki Attilâ İlhan, her yazdığını, bir okuyucu kitlesini hesaplayarak yazıyor. “Hep okuru düşünürüm. Yazdıklarım, her okuyanı sarmalı” diyor. Okurun bu ölçüde öne alınması doğru mu? Bence değil.
TURGUT UYAR
FÜRUZAN
‘Parasız Yatılı’sını okumaya çalıştım. ilk hikâyeyi yarısında bıraktım. Atamadığı, vazgeçemediği kötü hikâyelerinden biri olsa gerek.
HİLMİ YAVUZ
Çok güzel şiir okur Hilmi. Edip Cansever’in ‘Kaybola’ şiirini sesli okumasını istedik. Okudu. Ne var ki Edip’i sevmiyor. Öyle bir önyargısı var. Şiiri kötü okudu, kötüleştirmeye çalışarak okudu.