Güncelleme Tarihi:
1 ELE GÜNE KARŞI YAPAYALNIZ (MFÖ-1984)
(Fotoğraf: Levent Kulu)
Mazhar Alanson: Prodüktöre zorla kabul ettirilmiş bir albümdür (Röportaj: Güliz Arslan)
Bir numarada olmak ne hissettirdi size?
- Çok mutlu olduk. Gurur duyuyoruz elbette. Ama biz birinciliğe alışığız.
Neden bu kadar çok beğenildi bu albüm?
- İçinden birçok hit parça çıkmıştır. Türkçeyi titreterek de söylemedik aslında, dümdüz söyledik ama çok sevildi. Yeni bir şeydi o dönem için. Politik bir yanıt olacak ama ben de bu şarkıların hepsini çok severim. Her şarkıda enstrümanları biz çaldık. O albümden sonra Hollandalı aranjörlerin eline düştük. Onlar bizim müziğimizi disko yaptı. Tamam o dönem modaydı ama bizim ‘Ele Güne Karşı’daki tarzımızı bozdu. Önümüzdeki ay çıkacak olan albümde yine ‘Ele Güne Karşı’ tarzına dönüyoruz.
Nasıl karar vermiştiniz ‘Ele Güne Karşı’yı çıkarmaya?
- Şarkıları hazırlayıp prodüktöre (Yeşil Giresunlu) gittik. “Bu satmaz” dedi. Bütün paramızı bu plağa yatırmışız, “Satmaz” lafını duyunca nevrimiz döndü. Biz satarın-satmazın derdinde değildik. Şarkılarımızı insanlar duysun istiyorduk. O yüzden çok sinirlendik. Ben bizim çocuklara (Fuat Güner ve Özkan Uğur) “Gidin, konuşun yoksa ben çıkacağım ortaya” dedim. Kabul ettirdiler. ‘Ele Güne Karşı Yapayalnız’, prodüktöre zorla kabul ettirilmiş bir albümdür. Bütün şarkıları anında patlamıştır.
“Nerede o eski günler” demem
Para kazandınız mı o albümden?
- Yeşil Giresunlu namuslu bir adamdı. Mukavelemiz olmamasına rağmen hep bir şeyler yollardı.
26 hafta listelerde bir numarada kalmış...
- Evet. Yurtdışında olsak o albümden sonra bir daha çalışmamıza gerek kalmayabilirdi. Ama o zamanlar Türkiye’deki telif hakları bugünkü gibi çalışmıyordu. Belki iyi de oldu öyle olması. Yoksa belki bugün göbekli bir adam olarak havuz kenarında içkimi yudumluyordum.
Bu albümdeki şarkıların bazılarını reklamlara verdiğiniz için çok eleştirildiniz...
- Mecbur oluyorduk o tip şeylere. Vergilerimiz geliyordu...
O zamanların Türkiye’sini nasıl anlatırsınız?
- Sıkıyönetim günleriydi. İnsanlar çocuklarını dışarı çıkarmıyordu. 1984’te rahmetli Turgut Özal geldi, bir ferahlama oldu. İnsanlar yeniden çocuklarının sokağa çıkmasına izin vermeye başladı. ‘Ele Güne Karşı’ tam o döneme rast geldi. O bizim şansımız oldu. Çocuklar rahatça bizim konserlere gelebildi.
O günlerle bugünleri kıyaslarsanız...
- İstanbul çok kalabalıklaştı, iletişim hızlandı, insanlar bir şeye ancak üç dakika konsantre olabiliyor artık, terör belası insanları huzursuz ediyor... Ama ben “Nerede o eski günler” diyenlerden değilim, “İlerisi güzel olsun” diyenlerdenim. Şimdi Bodrum’a gittik diyelim, “Ah nerede benim o eski Bardakçı’daki kulübem” demem. Harika bir otel kurulmuş, orada güzel bir oda kiralamışım, ne güzel...
İnsan ilişkileri, aşklar değişti mi?
- Galiba değişti. Eskiden daha da romantiktik galiba. ‘Sevinçli bir telaş içindeydiniz / Beni görünce neden başınızı öne eğdiniz” dedirtecek, karşı tarafı verem edecek şekildeydi aşklar. ‘Ele Güne Karşı’dakiler daha çok ayrılık şarkılarıdır. Zaten vuslat aşkı öldürür. Kavuşunca balın içine batmış gibi olursun; çırpınırsın, çıkamazsın.
MFÖ’de neler değişti bu zaman içinde?
- Eskiden şarkıların sırasına karar vermek bir ayımızı, kapağına karar vermek başka bir ayımızı alırdı. Şimdi birkaç günde hallediyoruz. Zamanla birbirimize karşı daha anlayışlı olduk. Red Kit’teki Dalton Biraderler gibiyiz. Onlar da dövüşür, dövüşür, sonunda yorgun düşüp birbirlerine yaslanır ya... Bizim de artık kavga etmeye mecalimiz yok. Aramızdaki demokrasiyi 50 yıldır sürdürüyoruz. Grubun patronu yoktur. Parayı da eşit bölüşürüz. Şansımız; birbirimizi bulmamız oldu. Mazhar, Fuat, Özkan birbirini bulmuş, doğru insanlardır. Bana bazen “‘Yandım Yandım’dan sonra neden yalnız devam etmedin” derler, etmedim çünkü ben onlar olmadan kendimi çok eksik hissediyorum.
Şarkıların hikâyeleri
Ele Güne Karşı: Fuat (Güner) onu Ferhan Şensoy’un ‘Şahları Da Vururlar’ oyunu için yapmıştı. Nefis bir melodisi vardı. Ben albümü hazırlarken o şarkıya giydirme yaptım. Yani yeni sözler yazdım. ‘Ey gidi Tahran bu kaçıncı terk ediliş’ti orijinali, ben, “Ele güne karşı yapayalnız böyle de olmaz ki” dedim. Eski sözleriyle kalsaydı o müthiş şarkı belki de halka ulaşamayacaktı.
Deli Deli: Başta rock’nd roll bir parçaydı. Biri “Reggae yapın” dedi, biz de reggae yaptık ritmini. Ayhan Sicimoğlu, “O şarkıyı bana yazdı” diyor ama alakası yok. Belki bir satırı onadır ama tamamı ona yazılmadı. Benim de 1978’de kulağımda küpe vardı. Ben de yurtdışına gitmiştim. ‘Peki Peki Anladık’ için de “Bana yazıldı” diyor. Geçen gün telefon ettim: “Sen o gezi programını benden esinlendiğini itiraf et, ben de ‘Peki Peki’yi sana yazdığımı söylerim” dedim, gülüyor...
2 BENİMLE OYNAR MISIN (Bülent Ortaçgil-1974)
Bülent Ortaçgil’in 2012’de Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda verdiği senfonik konserin kaydı geçen hafta yayımlandı. (Fotoğraf: Muhsin Akgün)
Bülent Ortaçgil: Olması gereken dünyanın şarkılarıydı (Röportaj: Güliz Arslan)
Ne hissettirdi albümünüzün jürinin ilk tercihlerinden biri olması?
- Albümümün uzun vadede de insanlara bir şey ifade ettiğini biliyordum. İnsanların takdir ediyor olması kıvanç veriyor tabii ki. Ama “Ben neymişim be abi” durumu yok. Çünkü bu tarz listelerin çok sübjektif olduğu gerçeğini unutmamak gerek. O yüzden mutlak bir yarışmanın galibi gibi hissetmiyorum.
‘Benimle Oynar Mısın’ albümünü yapmaya nasıl karar vermiştiniz?
- O albümün somut hale dönüşmesinin bütün kredisi Ali Kocatepe’nindir. Ben o şarkıları kardeşimle (Ercüment Ortaçgil) ve gençlik arkadaşlarımla beraber yazdım. Evde, arkadaş ortamlarında ve İzmir Radyosu’nda çaldım. Ali radyoda dinleyip beğenmiş. Sonra o büyüdü, prodüktör oldu, bana “Ne yapıyorsun” dedi, ben de hâlâ çalıyordum; kendime, arkadaşlarıma... Müzikten bir beklentim yoktu açıkçası. Çünkü şarkılarımın piyasa şarkıları olmadığını biliyordum.
Şarkıların hikâyelerini hatırlıyor musunuz?
Pek hatırlamıyorum. Ama şunu söyleyebilirim; albümün tamamı 1969-1973 arasında, Bebek’te yazdığım şarkılardan oluşur. ‘Benimle Oynar Mısın’ı, Ali, “Seninle albüm yapmak istiyorum” dedikten sonra yaşadığım coşkuyla yazdım. Albümün en son yazılan şarkısıdır. Derleyici, toparlayıcı, o albümü bir konsept haline dönüştüren şarkıdır.
Başka kimlerin emeği var bu albümde?
- Enteresandır; albümde emeği olanların çoğu bugün hayatta değil. Bu albüme en büyük katkıyı sağlayanlardan biri olan Ergun Pekakçan, Nükhet Ruacan, Sıtkı Acim, Taner Çelensü, Cezmi Başeğmez, Onno Tunç...
Onno Tunç nasıl dahil olmuştu ekibe?
- Ali Kocatepe, Onno’ya dört aranjman yazdırdı bu albüm için. Parası o kadarına yetmişti. Orijinalliğimizin farkındaydı Ali. Çok minimal bir yaklaşımımız vardı; bir piyano ve bir gitar... İşin özüne önem veren, fazla teknolojiyle, şekille, mükemmellikle ilgisi olmayan bir forma sahip olduğumuzu biliyordu.
O yüzden bütün şarkıları Onno’ya aranje ettirmezdi herhalde, ben de razı olmazdım zaten buna. Ama biraz daha fazla parası olsaydı, dörtten daha fazla şarkı düzenletirdi.
Bu albüm neden bu kadar çok sevildi?
Biz bu albümü, -şarkılarından tut da, kapağına kadar- özenle, keyifle, amatör bir aşkla yaptık. Hepimizin müzik cahili olduğu ama müthiş bir müzik aşkı taşıdığımız zamanlardı. O şarkılar da; olan dünyanın değil, olması gereken dünyanın şarkılarıydı. Çok temiz şarkılardır onlar. O temizlik insanı çarpıyor. Zamanın modası, yarışması, ticareti bulaşmamıştır onlara. Ve bir amaç ya da beklentiyle yapılmamışlardır. Öyle olduğu için zaten hep taze kaldılar. Hâlâ o şarkıları istiyorlar konserlerde. Yeniden plak olarak basılıyor o albüm. Aradan yıllar geçti, insanlar değişti, politikalar değişti, Türkiye’nin yönü değişti. Ama o şarkılar değişmedi, hâlâ insanlara bir şeyler ifade ediyor. İnsanla ilgili, dünyayla ilgili birtakım tespitlerde bulunduğun, arzularını dile getirdiğin şarkılar kalıcı oluyor. Çünkü o tespit ve arzular günün modasına göre, pıt diye değişen şeyler değil.
Bu albümden para kazandınız mı?
Hayır. Yani kazandım ama ona para denirse... O albüm bin adet basıldı. Sanıyorum Ali bir bin daha bastı sonra. Tam o dönemler, Türkiye’de kaset doldurma dönemiydi. Şu anda korsan dediğimiz işler o günlerde başlamıştı. ‘Benimle Oynar Mısın’, gençlerin “Yeraltında ne var” dedikleri zaman karşılarına çıkarılan albüm oldu. Bana para kazandırmadı ama saygı kazandırdı. Bu kadar uzun zaman bu şarkıları çalabilmemi, 30’lu yaşlarımdan sonra profesyonel müzisyen olarak yaşayabilmemi bu şarkılara borçluyum.
3 SEN AĞLAMA (Sezen Aksu-1984)
5 GÜLÜMSE (Sezen Aksu-1991)
Sezen Aksu: Suyunuzu kendi toprağınızdan aldığınızda, ağaç eninde sonunda her türlü yeşerir
Sezen Aksu, haberimiz için kaleme aldığı yazıda ‘zamansızlığın sırrı’nı anlattı.
Başından itibaren müzikte çoksesliliğe taliptim ancak kökten beslenen ama yeni olan bir üretimin, yani kendi sesimin peşindeydim hep. Tepeden tırnağa Akdeniz havzası ruhu taşıyanlardanım. Sezgilerim beni kendiliğinden böyle yönlendirdi. Bunun tepe noktası Onno (Tunç) ile başlayıp süren dönemdir. Bütün genç arkadaşlarıma da aynı şeyi öneriyorum. Suyunuzu kendi toprağınızdan aldığınızda, ağaç eninde sonunda her türlü yeşerir.
Biz çağdaş ve çoksesli yeşersin, içinde bulunduğu zamanı aşabilecek gücü taşısın istedik. Burada esas olan ‘yeniden üretim’. Kelimelerin ve notaların sayısı belli. Ama onları nasıl yan yana getirdiğiniz, bilindik ya da yeni olmasını, yani yaratıcılığınızı belirleyen nokta olur.
Sözel ya da müzikal olsun, hep daha zengin, daha yeni bir dil kurma arayışı ileriye taşır. Neticeyi zaman gösterir ama zamansızlığın sırrı meseleyi böyle görmekten geçiyor: Her günü yenileyecek ve tazeleyecek bir üretim penceresinden bakmak ve risk almak...
4 MED CEZİR (Levent Yüksel-1993)
Levent Yüksel: İki ay boyunca bir tane bile satmadı, sonra birden patladı (Röportaj: Hakan Gence)
‘Med Cezir’ albümünün nasıl bir hikayesi var?
- 1990 civarlarıydı. Sezen -Onno’yla birlikte- beni bir restorana çağırdı, gittim. Bana bir albüm yapacaklarını söylediler. Ben de dedim ki onlara: “Albüm yapacağınıza beni yurtdışına gönderin, ses mühendisliği okuyayım, böylece bitirdiğim zaman ömrümün sonuna kadar sizlerin mühendisliğinizi yapayım, ne dersiniz?” Şöyle yanıt verdiler: “Sen önemli bir sessin ve henüz albüm için hazır değilsin, daha vakti var demek ki...” Albümü 1992’nin sonlarına doğru yapmaya başladık. Bu albümün aranjörlüğünü sevgili Uzay Heparı yapacaktı. Sezen, Uzay’la bana “Hadi gidin bir beste yapın” dedi, o günün sonunda “Kadınım” çıkmıştı. Albümü yapmaya başladığımız zaman öyle bir dönemdi ki herkes inanılmaz derecede mutluydu ve işini çok iyi yapıyordu. Rıza Erekli stüdyonun sahibiydi, kayıtlarımı, mix’lerimi yapmıştı. Uzay’ın yaptığı aranjmanlar ve besteler inanılmaz iyiydi. Sezen ve Onno tuhaf ve şirin bir rekabete tutuşmuşlardı “En iyi albümü ben yapacağım” diye... Belki de o rekabetti şarkılarımın hepsinin tutmasının sebebi.
Albümün yapım aşamasında sizi güldüren, şaşırtan, zorlayan neler oldu?
- Albüm kayıtlarını yaparken Sezen’e sordum: “Şimdi benim albümüm çıkacak ve ben çok para kazanacağım değil mi Sezen?” O da şöyle bir düşündü ve bana dedi ki, “Önemli olan işimizi iyi yapmaktır. Para zaten gelir, bunu kafana takma bence”. Sezen’den öğrendiğim yüzlerce şeyden yalnızca biriydi bu. Bir de beni çok düşündüren bir şey yaşadım. Albüm 1993 yılının mart sonlarında çıktı ve hazirana kadar bir tane bile satmadı. Sonra her ne olduysa birdenbire patladı. Belki Barış Manço’nun ‘7’den 77’ye’ programına katılmamın bir etkisi olmuştur...
6 DÜNYA YALAN SÖYLÜYOR (mor ve ötesi-2004)
mor ve ötesi grubu adına Harun Tekin: Hepimizin hayatını değiştirdi
‘Dünya Yalan Söylüyor’ albümü bizim dördüncü stüdyo albümümüzdü. Ona giden yolu kısaca anlatmak zor olsa da, birkaç önemli nokta var: Biri; 2003’ten itibaren eskisine göre çok daha kalabalık konserler vermeye başlamamız. Şahsen bunun müzikal tavrımızda bir ‘dobralaşma’ya, diyeceğini daha net söylemeye yol açan bir yanı olduğunu düşünüyorum. Tarkan Gözübüyük’le tanışmamız en önemli kırılma anlarından biri, belki de başlıcası. Bizim sadece müziğe yoğunlaşmamızla başlayıp sound’umuzun gelişmesiyle, bir anlamda büyümesiyle sonuçlanan bir sürecin dördümüzle beraber en büyük mimarıdır. Yine 2003’te aramıza katılan yeni menajerimiz ve çalıştığımız yeni plak şirketi de sürecin mühim parçalarından. Bir de, albümden önceki iki yıl içinde, ülkenin hem popüler hem de protest müzik tarihine her zamankinden farklı bir dikkatle baktığımızı hatırlıyorum. Ve ‘Irak’ta savaşa hayır’ koalisyonunda ve 1 Mart 2003’te tezkerenin reddinde ifadesini bulan toplumsal muhalefet dalgası da hem içinde yer aldığımız hem de bize ve dolayısıyla yaptığımız albüme dokunan bir süreçti. Birçok kişinin çok uyumlu bir şekilde yürüttüğü çok verimli, çok tutkulu bir ekip çalışmasının sonucuydu ‘Dünya Yalan Söylüyor’. Ve hepimizin hayatını değiştirdi.
7 ZAMAN ZAMAN (Fikret Kızılok-1983)
Eşi Şeyda Kızılok ve oğlu Yağmur Kızılok, Fikret Kızılok’un o albümünü anlattı
Altı seneye yakın bir aradan sonra Gökova koylarında birbiri arkasından gelen 10-15 beste... Yaz boyunca her koyda ayrı bir beste... Longoz Koyu’nda ‘Uyku Kardeşim’, İngiliz limanında ‘Zaman Zaman’, Gümüşlük’te ‘Yeter ki’ bestelenmiştir. Gitarı elinden düşmedi teknesinde o yaz, gece gündüz... Kışın İstanbul’da yoğun bir stüdyo çalışması ve ‘Zaman Zaman’ albümü... Yanardağın patlaması gibiydi. Bu kadar yoğun birikim kendisini bile şaşırttı, denizde teknesinde ıssız koyları şarkılarıyla doldurdu. 10 sene medyada görünmedi. İlk defa İzzet Öz’ün ısrarıyla, programına bir gitar, bir darbukayla çıktı ve ‘Zaman Zaman’ı çaldı.
8 KADIN (Şebnem Ferah-1996)
Şebnem Ferah: Bu müziğin nasıl karşılanacağı konusunda en ufak bir fikrim yoktu
‘Kadın’ albümünü kaydettiğimiz dönemde 24 yaşındaydım. Şimdi düşününce o yaşlarda nelere kalkıştığımıza inanmakta zorlanıyorum ama müzik tutkusu o kadar bağımsız ve kuvvetli bir şey ki insana düşünebileceğiniz en büyük ve renkli özgürlük alanını sunuyor. O zaman bu duygularımın bilincinde miydim bilmiyorum ama tutkumdan her zaman eminim. Kaydettiğimiz müziğin nasıl karşılanacağı konusunda en ufak bir fikrim yoktu, pek hayal de kurmazdım... Sadece müzikal anlamda bir şeylerin değişebileceğine, genişleyebileceğine dair inancım vardı ve şarkı söylemeyi delicesine seviyordum. Beraber çalıştığım arkadaşlarım (Tarkan, Demir ve İskender) zaten birlikte müzik yapmaktan mutluluk ve gurur duyduğum arkadaşlarımdı. Hem büyük bir sorumluluk duygusuyla yaptığımız şeyin teknik olarak da, estetik olarak da tatminkâr olması için çalışıyorduk hem de mutlu ve heyecanlıydık... O albüm; bugün hissettiğim, düşündüğüm ve yaşadığım her şeyi, içimden geldiği gibi, kendime göre ve özgürce yaşayabilmemi sağlayan yolculuğun belki de en önemli durağı... Bu listede bulunmasından çok ama çok mutlu oldum...
9 AACAYİPSİN (Tarkan-1994)
Albümün prodüktörü Ozan Çolakoğlu: İleride Tarkan’dan neler geleceğinin sinyalini veren albüm oldu
Çok yoğun bir çalışma döneminin eseri olan ‘Aacayipsin’ albümü benim için aranjörlüğe başlangıç dönemimin en önemli albümü diyebilirim. Aylarca sabahlara hatta öğlenlere kadar stüdyoda yeni şeyler denedik. Bir pop albümü yapıyor olmamıza rağmen o dönem için farklı olan tarzlarda da eserler yaptık. Biraz kaygısızca yapılmış bir albümdü aslında. Aklımıza eseni yapıyorduk. Aynı dönemler Levent (Yüksel) ve Sertab da (Erener) aynı stüdyodaydı. Onlar sayesinde bizim albüm Sezen’in kulağına gitti. Bizi çağırdı, büyük bir heyecanla gidip albümü dinlettik. Ve yanlış hatırlamıyorsam o anda Levent’e “Al gitarı eline” dedi ve ‘Hepsi Senin mi’yi yazarak noktayı koydu. Uçtuk tabii sevinçten. Üstüne bir de benim bestem olan ‘Şeytan Azapta’nın sözlerini yazdı. Daha 20 yaşındaydım ve Sezen Aksu benim besteme söz yazmıştı! ‘Aacayipsin’, Tarkan’ın müzikal olgunlaşma dönemi olan ‘Karma’ albümünün tohumlarının atıldığı ve ilerde nelerin geleceğinin sinyalini veren albüm oldu.
10 SULTAN-I YEGÂH (Nur Yoldaş-1981)
Arpej Yapım ile anlaşan Nur Yoldaş, önümüzdeki ay bir single, bir yıl içinde de bir albüm çıkaracak.
Nur Yoldaş: Şimdi bakınca bizim çizdiğimiz yol, doğru bir yolmuş diyorum (Röportaj: Güliz Arslan)
‘Sultan-ı Yegâh’ albümünün nasıl bir hikâyesi var?
-‘Sultan-ı Yegâh’ın 45’lik olarak kaydedilmesi, 80’li yılların başı... Önce altyapısını TRT’ye gönderdik, denetimden geçti. Büyük ses getirdi. Onun üzerine uzunçalara girdik. Parçayı okuyacağımdan son dakikaya kadar haberdar değildim. Ergüder son dakikada benim seslendireceğimi söylemişti.
Neden bu albüm bu kadar çok ses getirdi?
- İşin başında Ergüder Yoldaş gibi bir kompozitör olduğu için. ‘Sultan-ı Yegâh’, onun dehasının Türk popunda bulduğu karşılıktır. Ergüder olması gerekeni yapmayı hedefledi. Attila İlhan’ın da ortak görüşüyle böyle bir eser çıktı ortaya. Ben bu şarkılardaki katkı payımı okyanusta bir damla olarak görürüm. Eserin sahibi Ergüder Yoldaş’tır, Anadolu’daki ozanlarımızdır, Divan şairlerimizdir, köklü edebiyatımızdır. Ergüder’in hedeflediği nokta Batı’yla Doğu’yu bir araya getirmek, bu toprakların şarkılarını yapmaktı. Yaptı da...
Ergüder Yoldaş, bu albümün bu kadar ses getireceğini biliyor muydu?
- Kalıcı bir eser olacağını biliyordu. Çünkü alkış ve para endişesi taşımadan yaptı.
Kimlerin emeği vardı bu albümde?
- İstanbul Gelişim’le yaptık kayıtları. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası kemanları girdi. Sadun Aksüt, Cüneyt Orhon girdi kemençe ve yaylı tanburda. Turgay Özüfler vardı klarnette. Süheyl Denizci vardı... Her biri ustaların ustası...
O dönemki dinleyici nasıldı?
- ‘Mihrimah’, ‘Saki’, ‘Nagehan Bustan Faslı’, ‘Sultan-ı Yegâh’ gibi şarkıların toplum tarafından bu kadar sevilmesi o dönemde Türkiye’de nasıl duyarlı, müzikaliteden anlayan bir halk olduğunu da gösterir. Bu albüm sadece gençlere değil, 60-70 yaşlarındakilere de hitap etti. Aradaki yaş farkını ortadan kaldırdı. Onun için çok sevildi. Şimdi bakınca “Bizim çizdiğimiz yol, doğru bir yolmuş” diyorum. Bizden önceki ustalarımız o kadar güzel şeyler yapmış ki, biz de iyi ki o yoldan ilerleyip şimdiki gençlerin önünü açmışız.
Yenal Bilgici, Sibel Arna ve Yaren Aygen Demir’in katkılarıyla...