Ekrandaki aile meseleleri

 “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Anna Karenina’nın ilk cümlesi. Çok severim, hep kullanırım ama hiç inanmam. Çünkü bütün aileler birbirine benzer ve tam olarak mutlu aile yoktur. Hatta ‘mutlu aile’ kavramı, bana göre “Ben sadece belgesel izlerim”le aynı yerde durur.  

Haksızlık mı ediyorum? İşte kanıtlarım: ‘Yaprak Dökümü’nde Ali Rıza Bey aile diye diye gitti, kızları aynı adam için birbirlerinin gözünü oyarken Hayriye Hanım’ın ağzından “Aman ağzımızın tadı bozulmasın”dan başka bir şey çıkmadı.

‘Aşk-ı Memnu’da Firdevs Hanım kendine uygun gördüğü Adnan Bey kızına talip olunca sarsıntıyı çabuk atlattı, kızının akıl hocası, Adnan Bey’in sevgili kayınvalidesi oldu.

‘Kuzey Güney’ de iki kardeş ekseninde gelişen bir aile hikâyesiydi, ‘Şeref Meselesi’ de. 

Aile deyince mangalda kül bırakmadığımız doğrudur. Misal, geçen salı ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’da mafya babası Hızır Çakırbeyli arkasında devlet olup olmadığı sorusuna “Arkamda sadece ailem var! Ve ailem arkamda olduğu sürece siz değil, devlet bile kaybeder...” cevabını verirken söylediklerine inanan bir adam görüntüsü çiziyordu. Sahiden de dizideki âlemde kurmaylar, veliahtlar, sağ kollar hep aile efradından. Hatta yurt-dışında ‘okumuş çocuk’, yeğen Alparslan bile sırf ailesine hakaret edildi diye çekip silahını birkaç kişiyi alınlarından vurmakta tereddüt etmiyor. O kadar kutsal yani aile. Fakat Hızır Bey karısıyla mutlu olamadığı için genç bir hanımla aşk yaşamaktan, ondan çocuk yapmaktan geri kalmıyor. Karısından boşanmak mı? Olur mu hiç? Aile söz konusu. 

NE KAHRAMAN NE ANTİKAHRAMAN

Zevkle izlediğimiz ‘kutsal aileler’ arasında Mertoğlu Ailesi çoktan yerini aldı biliyorsunuz. Yalnız ‘Güneşin Kızları’ndaki bu ailenin ekrandaki benzerlerinden ayrıldığı noktalar var. Mertoğlu Ailesi ne kriminal, ne yoksulluktan gözü kararmış ne de paradan gözü kamaşmış. Üst orta sınıftan olduklarını söyleyebiliriz hatta.

Haluk Mertoğlu ana karakterlerden biri ama ne kahraman, ne anti-kahraman. Çok sorunlu, şiddet görerek büyümüş bir çocuk (evet çocuk). İlk bölümden itibaren sevecek miyiz nefret mi edeceğiz karar veremediğimiz bir karakter; tam kötü biri olduğuna karar veriyoruz, sonra çabasını görüyor, sevecek gibi oluyoruz. Derken buz gibi soğuyoruz filan... Tabii bu hisleri beslememizde Emre Kınay’ın oyununun payı en az karakterin derinlikli çizilmiş olması kadar büyük. Ablası Rana Hanım ve kardeşi Ahmet sözüm ona ondan daha iyi durumdalar ama sadece sözüm ona. Yoksa al birini vur ötekine. Herkes kendisinin esasen kim olduğunu biliyor ama işte aile; atsan atılmaz, satsan satılmaz.  

Fantastik ve sadece ekranda var olabilecek değil, izleyenin hayatına belki bir yerlerden dokunabilecek bir aile bu. Ezcümle, izleyin, hem senaryosunun hem özellikle Emre Kınay’ın oyununun tadına varın derim. 

***

TOKAT GİBİ DİZİ

 ‘The Slap’ (TLC, pazar, 21.30)

Madem aile dedik, alın size okyanus- aşırı ülkelerden bir aile hikâyesi daha: ‘The Slap’. Geçen hafta CNBC-e kanalının yerine yayına başlayan Discovery Channels grubu kanalı TLC’den geliyor. Avustralyalı yazar Christos Tsiolkas’ın çok satan kitabından uyarlanmış ‘The Slap’ yani ‘Tokat’. İşinde başarılı bir eş, baba ve değerli bir arkadaş olan Hector’un (Peter Sarsgaard) 40. yaş günü yaklaşmaktadır, eşi Aisha (Thandie Newton) Hector’un ailesinin de katılacağı bir parti planlar. Hector aile içi ilişkileri, tuhaf dostlukları ve tehlikeli bir biçimde cazibesine kapıldığı genç kadın konuğuyla meşgulken, Hector’un kuzeni konuklardan bir çiftin yaramaz çocuğuna tokat atar ve bomba patlar. Mecazi anlamda. Herkes afallamıştır, çocuğun ebeveyni dava açmaya karar verir vs. Bu tokat, uzun süredir derinlerde yatan aile sırlarını ortaya çıkaracak olaylar zincirini ateşleyecektir. Uma Thurman, Zachary Quinto ve Brian Cox’un da rol aldığı dizinin bir de Avustralya versiyonu var, hatta onun başarısı üzerine çekildi bu ABD dizisi de.