Güncelleme Tarihi:
Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi - Viyola Sanat Dalı'ndan mezunsunuz. İllüstrasyona ilginiz ne zaman başladı?
Çocukluğumdan beri zaten resim, illüstrasyon ve fotoğrafa büyük bir ilgim vardı. İlkokul yıllarımda babamın Zenit’iyle fotoğraf çekmeye çalışır, kendi kendime bir şeyler çizerdim. Bu ilgi, üniversiteye başladığım sene hayatımda daha büyük bir yer edindi. Her boş anımda bir şeyler çizmeye ve fotoğraf
çekmeye vakit ayırmaya başladım. Bu ilgime daha fazla zaman ayırmaya başladığım noktada ise zaten hayatım başka bir yöne doğru evrildi.
“The Tiplers Family” adında bir karakter serisi yarattınız. Bu çizimlerin özelliği ise, karakterlerin büyük bir bölümünün tek bir çizgiden meydana gelmesi, tek çizgi çizimleri yapmanın sizin için önemi ne?
Karakterleri arık bu isimle pek anmıyor olsam da, bu isim çizdiğim her karaktere “tip” diyor olmamızdan geliyordu. Karakterlerin ilk eskizleri bundan yaklaşık 6 sene önce ortaya çıktı. Tek çizgi fikri ise çocukken babamla birlikte, kalemi kaldırmadan çeşitli nesneleri çizdiğimiz oyuna göndermeydi. Şu an karakterler form olarak ilk doğdukları zamana sadıklar ancak çizim tekniğini biraz başkalaştırdığım için artık yüzleri hariç tek çizgiden oluşmuyorlar.
Müzik en büyük ilham kaynaklarımdan bir tanesi. Ayrıca eğitimimin işime en somut yansımasının kesinlikle disiplinli çalışmak olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında sanatın sanatı beslediği de bir gerçek. Şu sıralar yeniden sistematik bir şekilde viyola çalışmaya başladım ve kendimi çok verimli hissediyorum. Müzik hayatıma hiç girmemiş olsaydı, belki de şu an bambaşka şeylere ilgi duyan ve bambaşka işler yapan, tamamen başka bir insan olurdum. O yüzden iyi ki müzik vardı, iyi ki müzik hala var.
Tasarım yaparken size başka ilham veren şeyler ne oluyor?
Tabii ki beslendiğim çok fazla şey var. Gördüğüm bir rüya, geçtiğim bir sokak, banyodaki bir fayans, okuduğum bir yazı, gördüğüm bir resim, izlediğim bir dizi... Saymakla bitmez.
Baskılarınızda ağırlıklı olarak taşı tercih ediyordunuz ancak yeni işlerinizde kumaş, ahşap gibi pek çok farklı materyallerle çalıştığınızı görüyoruz. Materyal seçiminin sizin için önemi nedir?
Orijinal işlerimin baskılarını çok uzun bir süredir sadece kanvas ve fotoğraf kâğıdı üzerine kendi atölyemizde alıyoruz. Bilinçli bir tercih sonucu taş üzerine aldığımız baskılar artık daha geri planda.
Çalışmalarınızı Kadıköy’deki atölyenizde sürdürüyorsunuz, biraz atölye ortamından söz eder misiniz?
2014 yılından bu yana Kadıköy’de bulunduğumuz atölyemizi Eylül ayı sonunda aynı sokakta başka bir binaya taşıdık. Ben, eşim Turgut Pöğün ve baskı işlerimizden sorumlu sağ kolumuz, Süleyman Gülşen’le aynı ortamı paylaşıyorduk ve artık bulunduğumuz ortam üçümüz için çok küçük geliyordu.
Şimdi çalışma alanlarımızı 2 kata ayırdık ve çok daha verimli bir şekilde çalışabiliyoruz. Artık dağıtmaktan çekinmediğim geniş bir mekâna sahibim.