Güncelleme Tarihi:
“Sizin cisim dediğiniz şeyler, aslında yüzeysel; Uzay dediğiniz şey, gerçekte büyük bir düzlemden başka bir şey değil. Ben Uzaydayım ve aşağı doğru, senin sadece dışını gördüğün şeylerin içine bakıyorum. Gerekli irade gücünü toplayacak olursan, bu Düzlemi sen de terk edebilirsin...”
Düzülke, Edwin Abbott Abbott
YABANCI, UZAYÜLKE’NİN SINIRLARINI BANA AÇIKLAMAK İÇİN NASIL BOŞUNA UĞRAŞTI?
Üniversite 1. sınıfın son matematik sınavı, ünlü Calculus’ta 4 boyutlu cisimlere gelmişiz. Yurt odasında bir masanın başına iki kişi oturmuşuz, arkadaşım bana 4 boyutlu cisimleri anlatmaya çalışıyor, çizmeye çalışıyor; olmadı odadaki çeşitli oyuncak, kalem, ıvır zıvırla bana hayal ettirmeye çalışıyor. Bende hep aynı boş bakış; “Yine anlamadın di mi Irmak?”
Ben bugüne kadar matematik, bilim kurgu gibi konulara duyduğum sıfır ilgiyle okula hayatım boyunca bu konular karşıma çıktıkça hayattan bezerken, sanatçı Aydın Büyüktaş’ın rüyalarına boyutlar giriyormuş. Çocukken İTÜ’de okuyan abisinin Bilim ve Teknik dergilerini okuya okuya bilim kurguya merak salan sanatçı, 80’lerde bayilerde satılan büyün bilim kurgu serileri yalayıp yutmuş ve hayal dünyasını okuduklarıyla geliştirmiş. 2005’e kadar bilim kurgu okuyan sanatçı, 2005’ten sonra bilime merak sarmış ve Michio Kaku’nun Hyper Space kitabında bahsettiği Flatland: A Romance of Many Dimensions’ı (Düzülke) okumuş.
UZAYÜLKE’DEN DÜZÜLKE’YE BAKIŞ
Aydın Büyüktaş, bu kitaptan aldığı ilham ile yarattığı “Düzülke/Flatland” sergisi ile bu ay Bozlu Art Project’te sanatseverlerin karşısına çıktı. Edwin Abbott Abbott’un yazdığı Düzülke kitabında, üç boyutlu bir küre, iki boyutlu bir kareye kendi dünyasını anlatmak için onu iki boyutlu Düzülkesinden alıp kendi Uzayülkesi’ne götürerek, kareye yaşadığı dünyadan başka bir dünya olduğunu anlatmaya çalışıyor. Aydın Büyüktaş da, hem bu kitap hem de kübizmden etkisiyle işlerinde günlük yaşam ve mekanla oynuyor. Sanatçı, çalışmalarında Kapalıçarşı, Yeni Camii gibi çok iyi bildiğimiz mekanları olduğundan farklı göstererek izleyiciye sorgulatmak istiyor. Büyüktaş, fotoğrafların çekim aşamasına geçmeden önce iki ayını fotoğrafların çekileceği noktalar, istediği eğim ve birleştirme noktaları gibi detayları ince ince planlayarak geçirmiş. Planlama aşamasında 3D’de şehirler oluşturmuş ve sanal fotoğraf makineleri ile binlerce kare render almış. Sonunda drone ile fotoğrafları çekmeye hazır olduğunda ise doğa şartları, günden güne asılan kaldırılan afişler ve çadırlar ve drone’u kendilerine tehdit olarak kabul eden martılar gibi çekimleri olumsuz etkileyen birçok engelin çevresinden dolaşarak sonunda çektiği fotoğrafları kolaj tekniğiyle planlanan düzlemlere yerleştirmeye hazır hale getirmiş.
YAŞADIĞIMIZ BU DÜZ, DÜMDÜZÜLKE...
Aydın Büyüktaş’ın Kapalıçarşı, Sultanahmet Meydanı, Eminönü Yeni Cami, Şükrü Saraçoğlu Stadyumu bilinen İstanbul mekanlarını manipüle ederken esinlediği kitap, 1884’te bir teolog tarafından Victoria dönemi İngiltere’sine eleştiri olarak da yazılmış. Yani kitap, içerisinde karışık geometrik, bilimsel öğeler bulundurduğu gibi, önemli toplumsal, sosyolojik eleştiriler de içeriyor. Öyle ki, aslı 150 sayfa olan kitabın şu an 400 sayfalık açıklamalı versiyonlarını kitapçılarda bulabilirsiniz.
Kitapta geometrik şekiller arasında çok net bir sınıf ayrımı var; daha çok kenarı olup, daireye benzeyenler soylular sınıfına dahil oluyorlar mesela. Kadınlar ise birer çizgi, en alt sınıf. Etkisizler fakat tehlikeliler. Düzülke’de renkler yasak, çünkü renkler sınıf sistemini anlamsız kılıyor; herkesin renksiz ve çizgilerden oluşuyor olması gerekiyor.
Aydın Büyüktaş’ın sergisi, politik mesajı, derdi olan bir sergi değil. Sanatçının bilim kurgu ve bilime olan ilgisi, ona algıda manipülasyonlar yaratarak var olanı farklı göstermeyi mesele edindirmiş. Benim siyasete olan ilgim ise, sergideki fotoğraflarda Düzülke olarak manipüle edilmiş, yaşadığımız bu ülkeye bakarken Edwin Abbott Abbott’un kitabındaki o düzeni günümüze benzetmememi imkansız kıldı.
1884’te yazılmış bir kitabın, yaşadığımız, bu aralar dümdüz olmuş bu ülkenin sosyo-politik, siyasal durumunu nasıl hala birebir yansıtabildiğini okumak benim için gerçekten çok şaşırtıcı oldu. Kitapta (2 boyutlu) Düzülke’nin Kare’si ve (3 boyutlu) Uzayülke’nin Küre’si arasında geçen belli diyalogları yorumsuz olarak aşağıda paylaşıyor ve demek ki tarih, gerçekten sürekli tekerrürden ibaretmiş diyorum...
“Şuradaki sefil yaratığa bak. Bu Nokta, bizler gibi, ama Boyutsuzluğun uçurumuyla sınırlı bir varlıktır. O, kendi kendinin Dünyası, kendi kendinin Evrenidir; kendisinden başka hiçbir şeyi algılayamaz... Çoğulla ilgili hiçbir düşüncesi yoktur. Kendi kendisinin Tek varlığı ve Her şeyi olduğu için gerçekte Hiçbir şeydir. Yine de kendisinden ne kadar hoşnut olduğuna bir bak ve şunu bil ki kendinden hoşnutluk iğrençlik ve bilgisizliktir...”
“”Bu ufaklık, “O” ile kimi kast ediyor?” diye sordum. “Kendini kast ediyor,” diye cevap verdi Küre, “küçük çocukların ve kendilerini başkalarından ayırt edemeyen çocuksu insanların kendilerinden Üçüncü şahıs olarak söz ettiklerini daha önce fark etmemiş miydin?””
“Sözlerinin,” dedi Hocam, “ne kadar etkisiz olduğunu görüyorsun. Hükümdar onları anlamasına anlıyor, ama hepsini kendi sözleri kabul ediyor – çünkü kendi dışında hiçbir şeyin varlığını kavrayamıyor- ve yaratıcı Güç örneği olarak ‘Kendi Düşüncesi’nin çeşitlemeleriyle böbürleniyor. Bırakalım bu Noktaülke Tanrısı, cehaleti yüzünden aynı anda her yerde bulunduğunu ve her şeyi bildiğini sansın. Senin ya da benim yapabileceğimiz hiçbir şey onu kendinden hoşnut olmaktan kurtaramaz.”
Kitabın başlangıç cümlesi, belki de bizim Düzülke için de geçerlidir, ne dersiniz?:
“Sabırlı ol, çünkü dünya uçsuz bucaksız ve geniştir.”
irmakozer.com Tarafından hazırlanmıştır.