Güncelleme Tarihi:
Dünyanın bir ucundaki Buenos Aires’te üç yıl kalıp, Türkiye’ye döndükten sonra rol aldığınız oyun Binbir Gece Masalları. Ki 10 yıl önce Binbir Gece dizisinde oynadınız. Arjantin’e de bu dizi sayesinde gittiniz. Ve şimdi ülkemizde tiyatroda da… Nasıl oldu oyun masalıyla buluşmanız?
Hep söylüyorum, Arjantin’de çok yoğun ilgi görsem de, orda iki oyunda sahne alsam da, kendi ülkemde sahne almak, projelerde olmak benim için çok önemli. Çünkü Türkiye’m; benim canım, kanım, anavatanım, toprağım… Kimse kendi toprağında peygamber değildir lafına bir kez daha şahit oldum. Arjantin’de gördüğüm ilginin yarısını Türkiye’mde görsem Oscar’a ulaşmıştım çoktan. 2017’nin son ayının son günlerinde İstanbul’a geldim. 2 ay kalıp dönecektim Arjantin’e. Eş, dost, sevdiklerimle hasret giderip sohbet ederken, bir gazeteci – yazar arkadaşıma “Türkiye’de bir rol gelirse önceliğim ülkem” demiştim. Gazeteci arkadaşım, Çiğdem (Tunç) Hanım’a benden bahsetmiş. Tanıştık, görüştük.
BİNBİR GECE, HAYATINIZA YOLCULUK YAPMAK GİBİ!
Ve sürprizin, tesadüfün böylesi… Başrol olarak Binbir Gece Masalları…
Şimdi çok fazla mütevazı olmayacağım bir cevap vereceğim. Çocukken hocalarımdan, çevremden, sıradışı bir hayatımın olacağını o kadar çok duydum ki bir süre sonra artık ben de buna inanmaya başladım. Ama Binbir Gece ama şu veya buymuş bunu tabii öngörmek mümkün değil. Yani bunu sana birileri söylese zaten inanamazsın. Bir önceki soruyla aslında biraz ilintili Binbir Gece edebi bir eser olarak beni çok etkilemiş olduğu için bu benim çok hoşuma gitti. Çünkü nasıl siz çok sevdiğiniz bir dostla beraber bir süre hayatınıza yolculuk yapmak istersiniz, Binbir Gece de öyle…
“AŞKIN FİLİZLERİNDE TASAVVUFİ BOYUT VAR!”
‘Aşk varsa eğer masal devam eder’ diyor masal oyununuz. Masaldan gerçeğe dönersek, hangi cümlelerinizde karşılık bulur hayattaki aşk?
Aşk her şeyin temeli. En ufak bir besmele çektiğin zaman içinde bir minnet duygusu, aşkın filizlerinde tasavvufi boyut var. Kendimden yola çıkarak anlatayım. Elimi birleştirip 50 yıldır görmediğim, duymadığım, dokunamadığım, koklayamadığım, kısacası kanıtına dahi muhtaç olmadığım bir varlığa teslim olma huzuru varsa eğer bu hayat devam eder. Çıkarsız sevgi varsa eğer, hayata masalsı bir boyut katabiliriz.
İNTERAKTİF BAĞ, GÖBEK BAĞI GİBİ BESLİYORSA HER ŞEYİ ÇÖZERİZ!
Ülkemizde sanatın değeri yeteri kadar bilinmezken tiyatro tutkunuzla ilgili olarak ne dersiniz?
Türkiye'deki sanatın, tiyatronun hallerini, durumunu her insan biliyor. Her şeye rağmen tiyatro bir tutkudur, bir bağımlılıktır, bir hayat biçimi, bir hayat felsefesidir benim için. Bir düğün şarkıcısı benden daha çok para kazanıyor. Dolayısıyla işin bu boyutunu bir kere unutmak lazım. Hani bir rahibe nasıl bir manastırda dua ediyor akşama kadar, aynı rahibe bankada paralarının ne kadar çok dolar bazında kâr edip etmediğini düşünmüyor. O Allah'a tapıyor, kuru ekmek yiyor, su içiyor ve ruhunu beslediği tek şey inancı. Rahibenin inancı ne ise, tiyatro tutkusu da böyle bir şey benim için. Dolayısıyla o tutkuyla sahnede seyircilerle olan interaktif bağ, göbek bağı gibi sizi besliyorsa zaten işin maddi kısmını çözmüş oluruz.
MOLİERE’DEN FARKIMIZ YOK!
Onun ötesine geçersek…
Onun ötesinde sanat, tiyatro hareket halinde olmanızı sağlar. XIV. Louis’nin aristokrat ve haliyle burjuva olan bir mobilyacısı vardı, adı Jean Poquelin idi. Poquelin’in oğlunun da babası gibi altın harflerle yazılmış bir kaderi vardı. Ancak o bir sarayın güç, varlık, şöhret dolu bir düzeninin esiri olmaktansa çadır arabasıyla, kendisi gibi hayalperest birkaç dostuyla kasaba kasaba, taşra taşra dolaştı. Yol boyunca eserler yazdı. Yaşadığı dünyayı hem bir tanık hem bir isyankar olarak anlattı. Kimi zaman 10 kişiye, kimi zaman 20 kişiye, kimi zaman 50-100 kişiye oynadı. İflas etti, hapishaneye girdi. Hiç pes etmedi. Daha önemlisi babasından hiç destek istemedi. Destek istemeyi bırakın bir kenara, o dönemde oyuncu olmak o kadar günah bir işti ki, adını bile ailesini korumak adına değiştirdi. Onun adı Moliere’di. Günümüzün teknolojisi biraz ilerledi ve bizleri ineklerden, inekleri de bizden kurtardı. Ancak biz de Çiğdem Tunç Tiyatrosu olarak çok farklı bir mantaliteye sahip değiliz. Ülkemizi kasaba kasaba dolaşarak Karadeniz'den Ege'ye, Akdeniz’den Güneydoğu'ya… Her yere hatta Uzakdoğu’nun en ücra noktalarına giderek tiyatroyu yaymak misyonumuzun bir parçası. İşin bu kısmı sayesinde iç dünyamızın genişlemesini, renklerinin çoğalmasını sağlamanın imtiyazını yaşıyoruz.
YETENEK BRÜT BİR ŞEY!
Tecrübe ile yetenek buluşması başarının anahtarlarından diyoruz bu durumda?
Tecrübe güzel şey ama yetenek tanrısal. Yetenek kalınlaşmaz, yetenek yaşlanmaz. Yetenek zaman öğesinin dışında, yer çekiminden çıkmış hür bir elektrondur. Yetenek brüt bir şeydir. Onu siz yontarsınız ama deneyimleriniz ve hayat hikayeniz ona şekil verir. Biraz da şansınız varsa evrenselleşirsiniz.
SHAKESPEARE'İN, MOLİERE’İN, GOETHE’NİN, CERVANTES’İN DİLİNİ KONUŞUYOR MUSUN?
Sanat, yabancı ülkelerin dillerine yön verirken, Türkiye’de sahne dili susturuluyor, sanat mekanları kapatılıyor. Dünyada tiyatromuzla anılmak için nedir olmazsa olmaz diyeceğiniz?
O kadar güzel bir konuya değindin ki… Şu ülkede tiyatro ne durumda, bunu görebiliyoruz, yorumunu yapabiliyoruz. Bir ülkenin tiyatrosuyla anılması için bir olmazsa olmaz vardır, o da tiyatro metin yazarları. Dünyanın en büyük yazarlarının, eserlerinin, sahnelerinin olduğu gibi tiyatro kültürüne sahip olmak istiyorsan ülkende tiyatro yazarları olacak. İngiltere'de İngilizce konuşuyor musun diye sormuyorlar sana yurt dışında, Shakespeare'in dilini konuşuyor musun diyorlar. Fransızca konuşuyor musun diye sormuyorlar sana, Moliere'in dilini konuşuyor musun diyorlar. Almanya'da Goethe’nin dilini konuşuyor musun diye soruyorlar, İspanyollar için Cervantes’in dilini soruyorlar sana. Dolayısıyla ülkemizde tiyatro metin yazarları artmadan, tiyatro metin yazarlarımızı desteklemeden ülkemizde tiyatro kültürü, ekolü olduğunu söylememiz mümkün müdür?
DÜNYADA BİR ÜLKENİN GÖKDELENİNDEN ÖNCE TİYATROLARININ SAYISI İNCELENİR!
Tiyatrosu da olan Pierre Cardin, bir basın toplantısında ‘Tiyatro sahibi olmak için milyarder olmak lazım’ dediği gibi pahalı bir sanat dalıyken, tiyatro kurmak cesaret ister, günümüz şartlarında.
Aynen … Hem de cesaretlerin en büyüğünü… Ülkemizin ekonomik durumu ortada. Bu şartlar altında Çiğdem Tunç, iki, üç oyuncuyla, küçük bir kadro kurarak düşük maliyette bir oyun yapabilirdi. Ama 14 oyuncu, bir ışıkçı, bir ses teknisyeni var. Sahnede o dekoru bir şekilde çölden gün batımına, gün batımından şafağa dönüştüren bir arkadaşımız var. Şu ekonomik konjonktür altında böyle bir riske girmez kimse kolay kolay. Bu noktada Çiğdem Hanım’ı selamlamak istiyorum.
Avrupa’da tiyatroların yaşayışına, ayakta kalışına baktığımızda, o ülkelerin hangi vizyonsal boyutuyla alakalı?
Yurt dışında Arjantin'de, Fransa'da, Avrupa'da tiyatroların nasıl ayakta kaldığını bilen birisi olarak tiyatroya gerçekten destek vermemiz lazım. Bunu söylemekten yılmamak, yorulmamak lazım. Çünkü tiyatro bir medeniyetin en önemli yerlerinden biri, en önemli göstergelerinden bir tanesidir. Çünkü tiyatro bir medeniyetin tezahürü, aynasıdır. Dünyada gelişmişlik endeksleri incelendiğinde bir ülkenin gökdelen sayısından önce tiyatrolarının sayısı incelenir. Buenos Aires’te İstiklal Caddesi gibi bir cadde var. İstiklal Caddesi'nden üç kat büyük bir cadde vardır, sağ sol tiyatro, sağ sol sinema, sağ sol musichall…
Calle Corrientes’ten bahsediyorsunuz sanırım?
Evet, gördünüz siz de. Düşünebiliyor musunuz, neredeyse adım başı tiyatro… Türkiye'de gayri safi milli hasılanın kalkınmış ülkelerde olduğu gibi en azından %1’i sanata aktarılmalı. 2016’da Fransa’da kültüre 44,5 milyar Euro para ayrıldı, bu rakam Fransız ekonomisinin %2,2 sine tekabül ediyordu. (Yani 15 milyar yeni Türk lirasına eşdeğer). Konservatuvarlarda bir yabancı dil öğrenmeyi mecbur kılıp, her sene mezun olan çocuklara ise yurt dışında work shoplara katılıp kendilerini geliştirmelerine fırsat vermeliyiz bu bütçe artırımı ile. Fransa'da Avignon Tiyatro Festivali var. Binlerce kumpanya geliyor dünyanın her bir yerinden. Türkiye'den oyuncu arkadaşlarım; gerek izleyici olarak gerek oyunlarıyla ‘Avignon’a gidiyoruz’ diyorlar, mutlu oluyorum. Yurt dışında boy gösteren, göstermek isteyen tüm tiyatro kumpanyalarımıza özel ödenek, destekler vermeliyiz. Türkiye de bir tiyatro ülkesi olsun, tiyatro cenneti olsun.
‘Zarafet göze batmak değil, akılda kalmaktır’ diyor Giorgio Armani. Ne dersiniz?
Güzel demiş ama insan göze batmadan, dikkat çekmeden nasıl akılda kalabilir? Armani çizmiş olduğu eserleri, organik halde yaşayan bireyler için tasarlayıp dikmedi! Elbetteki bir elbiseyi taşıyan insan kendi varlığıyla, öz dinamikleriyle ruh katabilir yaptıklarına, adımlarına, eylemlerine, bu şekilde akıllarda kalır. Hatta bir adım önden gider, bu anlamda kendisine katılıyorum ama görsel bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar önce görmüyorlar önce bakıyorlar. Bunu hep anlatırım öğrencilerime; karşınızda bir insanı görürseniz, bir süre sonra yanınıza gelip sizinle konuşursa, sizin aklınız hep onun üzerindeki kıyafette olur, gözlerinde, saçında, parfümünde… Anlattıkları çok fazla umrunuzda olmaz, bir yere kadar. Nasıl ki dost olursunuz, arkadaş, sevgili olursunuz, o zaman her şey değişir. Ama estetik algılarımızın görselliği şımarttığı bir dünyada yaşıyoruz.
TÜRKİYE’DE YAŞIYORSAM, BUNU KERİMAN ULUSOY’A BORÇLUYUM!
Hayatınızın dönüm noktası nedir, baktığınızda?
Paris’teyken, İstanbul, Fransız Başkonsolosluğu’nda görev yapmış Mercier ailesiyle tanıştım. Bu aile sayesinde, 70’li yıllarda, televizyonda Enrico Masias, Ajda Pekkan, Ayla Algan, Barış Manço gibi efsaneleri Fransız devlet kanalında sunan rahmetli üstad Mehmet Ulusoy’un eşi Keriman Ulusoy’u tanımamış olsaydım, büyük bir ihtimalle hiçbir zaman Türkiye’ye gelip mesleğimi burada icra etmezdim! Amerika’ya gidecektim, Avrupa sonrası. Türkiye aklımda hiç yoktu. Dolayısıyla şu an Türkiye’de yaşıyorsam, kariyerimi burada sürdürüyorsam bunu rahmetli Keriman Ulusoy’a borçluyum. Keriman Ulusoy bana Meral Çetinkaya’dan, Atıf Yılmaz’dan, eşi Mehmet Ulusoy’dan bahsetti. Onun sayesinde yirmili yaşlarımda Türkiye’de tiyatro kültürünün olduğunu öğrendim.
İÇİMDEKİ SES ‘ERGÜN SEN BİR PALAVRACISIN’ DİYOR’
Hayatınızın dikiz aynasına baktığınızda gördükleriniz ve sizde bıraktığı izler?
Hayat çok zalim. Çocukken babama bakardım, 40 yaşlarında saçlarının kırlandığını hatırlıyorum. Vay derdim, babam bak yaşlanıyor. Şimdi ben geldim 50 yaşıma. Yarım asır dikiz aynasına bakıp ve hatta neler başarabilirim adına baktığımda yol haritama göre biraz gecikmeli görüyorum. Yani yarın bu dünyayı terk edecek olsam şu veya bu sebeple eksik hesapla gitmiş olacağım. Yapmak istediğim filmleri çeviremedim, yazdığım senaryorlar finansmansız kaldı. Bir de Oscar var hâlâ alacağım, bayağı bir borçluyum. Kendime verdiğim sözlere karşı, içimdeki bir ses ‘Ergün sen bir palavracısın’ diyor. Sözler menüsünü tutamadım, onun mahcubiyetini her gün aynaya baktığımda hissettim, hissediyorum.
İlham Veren Dijital Dönüşüm Hikayeleri Başlıyor