Güncelleme Tarihi:
Oyunculuktan yönetmenliğe geçişiniz nasıl oldu?
Ben oyunculuğa tiyatroyla başladım. Ardından televizyon ve sinema geldi. Sahne üzerinde, tam da o bulunduğun yerde ve anda oyunculuk performansı sergilemekten hep çok keyif aldım. Ama itiraf edeyim sinema benim için her zaman bir başka özel oldu. Sanırım doğası gereği kolektif gerçekleşen bir sanat olması, bir sürü insanın yaratıcı gücü ve emeğiyle ortaya çıkması açısından çok özel bulduğum bir sanat dalı. Biraz varoluşun kendisi gibi yani; her bir canlının, varlığın bir araya gelip bir kolektif bilinci oluşturmasını andırıyor. Oynadığım ilk sinema filmleri üzerine röportajlarda ‘Kendi filminizi çekmeyi düşünüyor musunuz?’ sorusu geldiğinde hep garipserdim ve hayır derdim. Çünkü bunun otomatik gerçekleşen bir şey olduğuna inanmıyordum. Bir noktada kafamda oluşan hikâyeler olgunluğa ulaştı ve ben artık onları anlatmak zorundaydım. Böylece yönetmenlik maceram başlamış oldu.
Oyunculuk geçmişiniz filmlerinizdeki oyuncularla iletişiminizi ne şekilde etkiledi?
Kendiniz oyunculuk yaptıktan sonra oyuncu yönettiğinizde bir kere oyuncularınızla çok sağlam bir empati kurabiliyorsunuz. Aynı şekilde tersi de gerçekleşiyor; kamera arkasına geçtikten sonra oyunculuk yaptığınızda yönetmeninizi, set süreçlerini başkalarının bakış açısından da anlamaya başlıyorsunuz.
4 YAŞINDAKİ BİR ÇOCUKTAN ROL YAPMASINI BEKLEMEDİM
Oyuncu olmanız yönetmenliğinizi etkiledi mi peki?
Oyunculuktan gelmenin işimi çok kolaylaştıran etkileri oldu. Mesela ilk filmimde başrol oyuncum 4 yaşında bir çocuktu. Oyuncu olarak küçük çocuklarla kamera karşısında çalışma deneyimim olduğu için, 4 yaşındaki bir çocuktan ‘rol yapmasını’ bekleyemeyeceğimi, ancak onunla beraber oyun oynayabileceğimi biliyordum. Bunun için senaryomun her sahnesini, oyuncumdan almam gereken çeşitli tepkiler ve ifadelere göre alt bölümlere ayırdım. Ve bunların her birini ondan alabilmek için, kimi zaman tüm kamera önü ve arkası ekibinin de içine katıldığı oyunlar oynadık. Ve sonuçta bu oyunlar sırasında verdiği tepkileri çektik. İyi de bir kurgu ile izleyici üzerinde 4 yaşında bir kız çocuğunun kesintisiz bir oyunculuk performansı sergilediği hissi yaratan bir sonuç elde edebildik. İkinci filmim 'Gri Bölge’de de Nazlı’nın (Nazlı Bulum) çok önemli diyalogsuz bir sahnesi vardı. Diyalogsuz sahneler oynaması en zor sahnelerdir. Oyuncu açısından biraz muğlak bir sahne olduğu için, ne yapması gerektiğini bulabilmesi için ona bazı sorular sordum ve biraz konuştuk. O sahnenin üzerine Nazlı bir oyuncu tarafından yönetilmenin performansı çok kolaylaştırdığını söyledi.
Şu anda mesleğiniz dışında yürüttüğünüz projeler var mı?
Evet var, ben aynı zamanda İnsan Hakları masterım olduğu için uzun yıllardır sivil toplum örgütleriyle mülteci hakları, insan hakları, gençlik ve sanat konulu projeler yapıyorum. Şu anda projesini yazmış olduğum ‘Çocuklar İçin İnsan Hakları ve Sinema Projesi’ne danışmanlık ve eğitmenlik yapıyorum. Proje kapsamında Türkiye’nin 14 şehri ve Amsterdam’da sosyal imkanlara ulaşmak konusunda dezavantajlı konumda 14-18 yaş arası çocuklara İnsan Hakları ve Sinema eğitimleri veriyoruz. Kendi iki dakikalık filmlerini çekmelerini sağlıyoruz. Geçtiğimiz ay Van, geçen günlerdeyse Soma eğitimlerini gerçekleştirdik.
HİKÂYEMİN FİLME DÖNÜŞMESİ KEYİFLİYDİ
Filmlerinizi çekerken ulaşmak istediğiniz hedef veya amacınız var mıydı?
Ben pek hedeflerle hareket etmiyorum hayatta. Sahici ve samimi olmak, doğru olduğunu hissettiğiniz, içinizden geçen şeyi yapabilmek önemli bence. İki filmim de belli meselelerin beni rahatsız etmesi, düşündürmesiyle ortaya çıktı ilk başta. Birinde bir sınır durumu ve en yakınındakiyle en uzak olma, yanı başındakiyle aranda görünmez duvar örülü olma hali, diğerinde Türkiye’de kadın olmak, kadın olarak ne gibi baskılar altında yaşadığın üzerine oluştu hikâye. Tek istediğim, bu hikâyeleri onları deneyimleyen kahramanların gözünden ve dünyasından seyirciye aktarabilmekti.
'Ziazan' veya 'Gri Bölge' hayatınızdan izler taşıyor mu?
Bence kendi senaryolarını filmleştiren yönetmenlerin filmlerinde hep kendilerinden izler var. Bunun birebir başından geçenleri anlatmak anlamında olması gerekmiyor. Mesela 'Ziazan’da başkarakter Ermenistan’da yaşayan, dayısı Türkiye - Ermenistan arasında bavul ticareti yapan bir kız çocuğuydu. Onun içinde olduğu dünyanın parçası olmadım hiç ama kendi küçüklüğümden, bizi ziyarete gelen çok sevdiğim dayımın bavuluna saklanıp onunla kaçmak istemem gibi izler filme yansıdı.
KAYIT TESCİL BELGESİNİN FONKSİYONU YOK
'Ziazan', Ankara Engelsiz Filmler Festivali’nde gösterilecekken ‘kayıt tescil belgesi’ olmadığı için birkaç filmle birlikte festival programından çıkartıldı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Şu anda Türkiye’de belgeseller ve kısa filmlerin festivallere katılabilmesi anlamında çok büyük bir kaos yaşanıyor. 'Gri Bölge' de Ankara Uluslararası Film Festivali’nde gösterilecekken, aynı gerekçeyle gösterilemedi. 'Ziazan' önümüzdeki günlerde Kayseri Altın Çınar Film Festivali'nde yarışacak. Onlardan filmin kayıt tescil belgesi olmadığı için gösterilemeyeceği, ancak yine de jürinin izleyeceği ve filmin yarışacağı bilgisi geldi. Yani film kimse tarafından izlenmeden yarışacak ve belki ödül alacak… Oldukça absürt bir durum… Bir de anlayamadığım konu; filmlere sinema - TV gösterimlerinde yaş sınırlaması koymak ve filmlerin tekrar gösterimlerinden gelecek telif haklarını hak sahiplerine iletebilmek üzere var olan bir şey 'zorunlu kayıt tescil belgesi' alma prosedürü. Oysa belgesel ve kısa filmler Türkiye’de zaten sinemada ticari dolaşıma giremiyor. Belgeseller bazen olsa da, kısalar TV’de de ticari bir satış sonucu gösterilmiyor. Ayrıca zaten Türkiye’de henüz telif hakları da pratikte işlemiyor. Bizim oyuncu telif örgütü BİROY üzerinden, ikili anlaşma yaptığımız ülkeler İspanya, Arjantin, Şili’de filmi yayınlanan oyuncuların oralardan aldığı telif dışında zaten Türkiye’de sinema sektöründen daha yurt içinden telif alan kimse yok. Yani o anlamda da bu 'zorunlu kayıt tescil belgesi’nin aslında şu anda bir fonksiyonu yok gördüğüm kadarıyla.
Bundan sonra sizi daha çok yönetmen koltuğunda mı göreceğiz yoksa oyunculuğa mı ağırlık vereceksiniz?
Neyi daha çok yaparım şu anda bilemiyorum. Bildiğim tek şey ikisini de yapmaya devam edecek olduğum. Oyunculukta şimdiye kadar yaptığım tüm işleri severek yapmış olmakla beraber, genelde aynı tarz rollerin tekrarı yerine, farklı karakterleri hayata geçirebileceğim rolleri oynayabilmeyi istiyorum. Oyunculuğu ömrümün sonuna kadar devam ettirmek niyetindeyim. Yönetmenlik açsından da, evet hayata geçirmek istediğim, üzerinde çalıştığım başka hikâyelerim var. Bundan sonra ilk yapacağım bir kısa metraj mı olacak, bir uzun metraj mı şu anda bilmiyorum. Ben hikâyenin, hikâyenin odağındaki karakterin duygu durumu ve dünyasının filmlerin tarzını belirlemesi gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla belli bir tarzda gitmeyeceğimi söyleyebilirim. Yer yer dönüp bir şeyler kattığım, henüz olgunlaşmakta olan 3 farklı hikâyem var. Yönetmen olarak onları zamanı geldikçe hayata geçirebilmek istiyorum.