Çok değersiz zamanlar yaşıyoruz

Güncelleme Tarihi:

Çok değersiz zamanlar yaşıyoruz
Oluşturulma Tarihi: Ocak 11, 2015 10:39

Eleştirel ve dışavurumcu üslubuyla yarım yüzyıldır Türkiye sanat sahnesinde kendisine has bir yer edindi Mehmet Güleryüz. Sadece resim değil; desen, heykel, gravür, tiyatro ve performansta da sınadı durdu kendini. İstanbul Modern’de açılan ‘Resim ve Ressam’ başlıklı retrospektif sergisi, hem onun zengin ifade arayışına hem de Türkiye ve dünya yakın tarihine ışık tutuyor.

Haberin Devamı

Sizin işleriniz hep memleketin güncel meselelerinden hareket ediyor. Ben de üzerinden bir seneyi aşkın süre geçmesine rağmen hâlen en güncel meselemiz olan Gezi eylemlerinden başlamak istiyorum söze. Eylemlerde yaralandığınıza dair haberler çıkmıştı. Neden çıkmıştınız o gün evden?
- Ben Taksim’de oturuyorum, Kazancı Yokuşu’nda. Taksim meydanındaki bütün olayların sonu bizim sokaklarda bitiyor. Zaten evde otururken de sürekli gaz yiyorsun. Çadırların yakıldığı gecenin sabahına doğru, büyük bir kesimin bizim sokaklara dağıldığını, orada tedavilerinin yapıldığını pencereden gördüm. Hakikaten çok canım sıkıldı ve ertesi gün orada olmak istedim. Ben annemin, babamın, onun anasının ve babasının da doğduğu bir şehirde oturuyorum. Yani bu şehrin yerlisiyim. Çocukluğum Taksim’de geçti. Gezi çocukluğumda oynadığım, götürülüp gezdirildiğim, içindeki pastanede oturup bir şeyler yedirtildiğim park. Meydanın ortasındaki Kristal Gazinosu’nda dayım müzik yapardı, cici annem de orada otururdu. Bu yüzden Taksim’in bana, benim de ona aidiyetim var. Benim bu ülkede ve şehirde söz hakkım var. O gün yapılanlara karşı olduğumu göstermek için Gezi’deki barışçıl eyleme katıldım.

Çok değersiz zamanlar yaşıyoruz

Mehmet Güleryüz Gezi eylemleri sırasında yoğun biber gazı ve tazyikli suya maruz kalarak boğulma tehlikesi atlatmıştı.

O gün ne oldu? Yaralandığınız mı, yoksa gazdan mı etkilendiniz?
- Yaralanmadım aslında. Biber gazından ve tazyikli sudan etkilendim. Orada aspiksiye (boğulma) oldum. Yürüyecek hâlde değildim, direğin dibine çöktüm. Herkes gibi... Bu kadar yani. O gün üzerimde olan gömleğin üzerine tarih yazdım, saklıyorum.

77 yıllık ömrünüzde tanıklık ettiğiniz tüm dönemleri düşündüğünüzde, Gezi eylemlerini bir halk hareketi olarak nasıl yorumluyorsunuz?
- Türkiye’de her hareket, her sokağa çıkış çok ciddi bir sıkıntının sonrasındadır. Büyük bir baskının, haksızlığın sonrasındadır. Keyfi sokağa çıkıldığını hiçbir zaman görmedim ben. İnsanların birinci derecede kendi alanlarına, kendi yaşamlarına el uzatılmış olmasının reaksiyonudur. Büyük bir birikmişlik. Onur zedelenmesi sonucudur bütün bunlar. Ben her zaman buna karşı çıkarım. Her yaşta da sokağa çıkarım. Gezi’de sokağa çıkışımın ana nedeni de onurumun zedelendiğini ve sürekli hakarete uğradığımı hissetmemdir.

Çok değersiz zamanlar yaşıyoruz

Haberin Devamı

ÇOK ŞEYLERİ YUTAN SANATÇILAR GÖRDÜM

Haberin Devamı

Türkiye toplumunun ‘Yeni Türkiye’ye varmasına çalışılan bu süreçten Türkiye’deki sanatın ya da resmin nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz?
- Bunun birebir resminin yapılması değildir mesele. Bünyelerin bütün bu olanları kabul edip etmeyeceğidir önemli olan. Ben toplumun bu dönüştürmeye reaksiyonu olur mu olmaz mı onu da bilemiyorum. Belki bütün bunları normal kabul eden bir hâle dönüşecek insanların bünyeleri.

Peki sanat? Sanatçının mizacına uygun mudur ki sorgulamadan kabul?
- Vallahi biz çok yutan, çok kabul edenleri gördük. Hâlen de çevremiz bunlarla dolu. Ama onların ne kadar önemi var derseniz, o ayrı bir şey. Daima onurlu insanlar olacaktır. Onurlu sanatçılar vardır ve gelecektir. Bu kaçınılmaz, bundan kaçamazlar. Ama Türkiye sanatının bu süreçten nasıl etkileneceği üzerine bir şey söyleyemem. Onlar üzerine kahinlik yapamam. Çünkü onlar sanatçı olduklarından, beklenilmeyen şeyler koyacaklardır ortaya. Onların ne yapacaklarını ben biliyorsam önceden, ona da sanat diyemem. Merakla hep beraber bakacağız...

Çok değersiz zamanlar yaşıyoruz


Sizin devletle aranız hiçbir zaman iyi olmamış aslında. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde ‘devlet sanatçısı’ unvanının iadesi için mahkemeye başvurup, davayı kazanmışsınız...
- Evet. Bu unvan o davadan önce ödüllendirilmiş sanatçılar için geçerlidir. Ama o davayla beraber iptal edilmiştir. Bugün hâlen kullananlar var. Zaten bizde herkes her istediği titri kullanabilir, kim kendine ne diyorsa öyle de kabul edilebilir. Böyle bir toplumda yaşıyoruz... Dava açmamın sebebi, o güne kadarki âdetin dışına çıkılarak, çok sayıda sanatçıya (83 kişi), daha çok da eğlence sektöründen insanlara bu unvanın verilmiş olmasıydı. İdari usulsüzlük yapılmıştı, tespit edildi ve yönetmelik iptal edildi. Zaten ‘devlet sanatçısı’ unvanı da tartışılır bir şey ya neyse. O zaman böyle bir mesele önemli olabiliyordu. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde herkesi birinci derecede ilgilendiren, hayati konularda usulsüzlükler ve adaletsizlikler yapıldığını hesaba katınca, o zamanki hukuk anlayışını hatırlıyor, onun saf yürekli bir hareket olduğunu düşünüyorum.

Tanıklık ettiğiniz diğer dönemlerle kıyasladığınızda, mevcut hükümetin sanata yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bugünü değerlendirmek istemiyorum. Değerlendirmeye kalkacak bir değerde görmüyorum çünkü. Çok değersiz zamanlar yaşıyoruz. Manevi değerle ilgisi olmayan ama maddi değerle birebir ilgisi olan. Manevi değerler üzerinden ticaret yapılan bir zamandayız. Türkiye’de sanatın gelişmesi ciddi olarak söz konusu. Ama bu elde ettiğimiz gelişmenin korunması şu anda birinci mesele. Çünkü en büyük hedeflerden bir tanesi, Türkiye’de sanattaki gelişmenin ortadan kaldırılması, silinmesi.

Neden?
- Çünkü tek bir noktada buluşan, idaresi o noktada kolay olan üniform bir toplum oluşturulmak isteniyor. Toplum idaresi bir şef diktasına doğru götürülmek isteniyordu, şimdi oraya varmış durumdayız. Bugün hukuk adına hukuksuzluk yapılıyor. Çaresiz bir durum gibi gözüküyor olabilir. Bence tek çare onurumuzda ve hafızamızda. Büyük sermayenin her yönden çok hesaplı hafıza silme mekanizmaları var. Biz ise buna karşıymış gibi duran ama son derece de iyi kullanan bir yönetimle karşı karşıyayız. Ama biz çok uzun bir yoldan geliyoruz. Nasıl bir demokrasi mücadelesi yaptığımız, militarizme karşı nasıl bir savaş verdiğimiz unutturulmak isteniyor. İşte bu sergi bütün bunları tarihleriyle filan gösteriyor.

Çok değersiz zamanlar yaşıyoruz

Küratörlüğünü İstanbul Modern Direktörü Levent Çalıkoğlu’nun üstlendiği ‘Ressam ve Resim: Mehmet Güleryüz Retrospektifi’ sergisini 28 Haziran’a kadar İstanbul Modern’de ziyaret edebilirsiniz. Adres: Meclis-i Mebusan Cad. Liman İşletmeleri Sahası Antrepo 4, Karaköy.

Haberin Devamı

RESİMDEN SINIFI GEÇTİM

Levent Çalıkoğlu “Resimden taşan, heykele sığmayan imgeler” diye bahsediyor sanatsal üretiminizden. Pek çok farklı disiplinde üretip, sürekli kendinizi sınıyor olmanız bu yüzden mi?
- Bütün ortamlar, aracılar sizin ilginizi çekmelidir. Bunlarda kendinizi sınayacaksınız, bütün bu araçlar kullanılacak. Sizin enerjiniz o sırada neyi istiyorsa, aklınız neyi zorluyorsa onu seçeceksiniz. Bu seyahatte uçağa da binersiniz, paten de kullanırsınız. Bu sadece bir yolculuk dürtüsüdür. Gitmek, görmek için varmak ve gördüğünü aktarmak için yine gitmek... Sürekli bir gidiş hali.

Bu tür retrospektif sergiler sanatçının üretimini öncesi ve sonrasıyla, topyekün değerlendirme imkanı sunuyor izleyiciye. Sanat eleştirmenleri, iyi gözlemciler, yorumcular yetişmesi açısından da önemli. Siz sanatınızın anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
- Zaman zaman doğru tespitler yapıldı. Ayrıca bana bu sergiyi yaptıklarına göre demek ki anlaşıldı. Ama bundan sonra başlıyor bence anlaşılıp anlaşılmadığı. Bu tür bir retrospektifin sanat tarihi ve sosyoloji yönünden çok önemli bir araştırma kaynağı olacağını düşünüyorum. Buraya bakış çok yönlü bir fırsat sunacak. Bu benim verdiğim bir hesaptı. Şimdi toplumun da bu sergiden sonra vereceği bir hesap var. Ben de geri dönüşleri, bu serginin kimlere nasıl çarpacağını ve onlardan nasıl sesler çıkacağını merak ediyorum. İzleyiciler bu sergiye o resmin hem dünya hem ülke tarihine ilişkin ne anlattığını kavrayacak, hem de onu resim sanatı içerisindeki yerine oturtacak hazırlıkla gelsinler. Niye bu kadar farklı teknik değiştiriyor bir adam? Niye bu kadar farklı söyleyiş var? İnsanlar ezberlediklerini anladıklarını zannederler. Bu ezberle anlaşılacak bir sergi değil.

Resminizin temel çıkış noktaları neler?

- Üç ayağı var. Biri doğa, bayağı uzun dönem sadece doğayla ilgili düşünceler, endişeler üzerinden gittim. İkincisi, Türkiye’deki cinsellik anlayışına bağlı olarak kadının yeri ve sorgulanan erkek. Üçüncüsü de hayvanlar. İnsandaki hayvan, hayvandaki insan. Ayrıca insanı biçim olarak kulanmanın ötesinde, ruhsal halini biçimlendiriyorum ben. Biçiminden gelmiyorum, ruhundan geliyorum. Kullandığım yöntem temelde bu. Dolayısıyla toplum ve insanlarla nefes nefese bir hayat yaşıyorum. Bu sokağa inmeyi, icabında sokakta dövüşmeyi sağlıyor. Kendi bünyesinde oluşanı dışa vurma, dışavurumculuk da budur işte.

Böyle kapsamlı bir retrospektif serginin siz yaşarken açılması karşısında neler hissediyorsunuz?
- Çok önemli. Yaşayan bir sanatçıya verilen çok önemli bir ödül sayılabilir.

Siz bu sergiyle yarım yüzyıldan fazla bir zaman dilimini kapsayan eserler toplamınızla yüzleştiniz. Kendinize kızdığınız, aferin verdiğiniz oluyor mu?
- Geriye bakıp da bütünü gördüğünde her sanatçının en büyük korkusu pişmanlık duymak, utanmaktır. Bu benim üçüncü retrospektifim. Dolayısıyla üçüncü kez yüzleşiyorum bütün işlerimle. Bu sergi tabii çok daha kapsamlı. Ama kendimce ben sınıfı geçtim.

Peki 55 yıl önceki kendinizi bugün karşınıza alacak olsanız, ona ne öğütlerdiniz?
- ‘Oğlum, beni takip et!’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!