Güncelleme Tarihi:
Önceki romanlarınızın adı hep bir soru cümlesiydi. Bu kez değil, neden?
Bizler hayatın öğrencileriyiz. “Her şeyi yedim, yuttum” dediğinizde başınıza öyle bir şey gelir ki “Hiçbir şey bilmiyormuşum” diyebilirsiniz. Buna rağmen yaş ilerledikçe sorularınız azalır, tespitleriniz çoğalır. Önceki kitaplarımda sorularım daha fazlaydı. Herhalde hayat akademisinde ben de birkaç değişik hayat yaşayarak doktora tezimi tamamladım. Soru sormayı bırakmayarak tespitler yapacak yaşa geldim ki bu kitabın adı soru sormaktan çıktı ve yalnızlığın bir bilmece olduğu tespitine vardı.
Kitabı yazmaya oturmadan önce aklınızdaki ilk cümle neydi?
‘Aslında hepimiz yalnızız.’
Bu bağlamda başkarakteriniz Derya’yı nasıl yorumlarsınız?
Derya, kim olduğunu kendine ve çevresine tanımlayamıyor. Kendini arıyor. Toplumda kendinden memnun olan, kendini tanımlayabilen, kendini gerçekten seven insanların az olduğunu sanıyorum. Genellikle insanlar bir prototip seçiyor ve o tipe uyabilmek için şekilden şekle giriyor. Birbirinin kopyası ne kadar çok insan var. Gerçek ve özgün kimlik olabilmeye cesaret edebilenler az. Özgün kimlikler de genellikle “Anlamadım ki nasıl bir tip” tepkisiyle karşılanıyor. Hangi çevredeyseniz ona göre tipleşmeye zorlanmanız başlı başına baskı.
Derya, yalnız ve güvensiz bir kadın. Buna rağmen dışarıdan çok farklı bir imaj çiziyor. Karakteri yaratırken kimden yola çıktınız?
Onun güvensizliği ve yalnızlığı aile yapısından kaynaklanıyor. Babaları tarafından kucaklanmayan kızların bir tarafı hep eksik kalıyor. Evlendikleri zaman da bu eksik duygu kapanmıyor çünkü evlilikler hep bıçak sırtıdır. Eşler babaların yerini tutamaz, babanın verdiği kalıcı güven duygusunu veremez. O nedenle babasız kız çocukları büyüseler de güven duygusunun boşluğunu kolay kolay dolduramaz. Derya karakterini de yakın bir arkadaşımı temel alarak yarattım.
Arkadaşınız gerçekten Amerikalı bir ajanla mı evlendi?
Evet. Bu romanı önce ona okutup onay aldım. Tabii romandaki olayların sadece yarısı onun başından geçti, tümü değil.
Büyüdükçe hayatın ışığının kısılması, umudun azalması ve hayallerin tükenmesi anlamına geliyor. Kötülükler, engeller, zorluklar bizi kuşattıkça, direnme gücümüz zayıfladıkça ışığımız da kısılıyor. Buna karşı koyabilmek için evrensel bir varlık olduğumuzu hiç unutmayıp çevremize sıkışıp kalmamamız gerekiyor. Eğer üç kuruşa mahkûm edilmemişsek, yıkıp tekrar kurmayı göze almamız, konformist olmamamız şart.
Yine kitapta yer alan “İstediğin gibi takılıyorsun, hâlâ neyin baskısından şikâyet ediyorsun?” sorusuna bugün Türkiye’de pek çok kişi maruz kalıyor. Sizin sorunuzu size sormuş olsam, üç cümleyle nasıl yanıtlardınız?
Yoksulluk içinde büyüyen çocukların acısını hissediyorum, kadınları ve inançları siyaset malzemesi olarak harcamalarına tahammül edemiyorum. Sevdiğim işi yaptırmadıkları için isyan ediyorum. Geride kalan bir yüzyılın değer ölçüleriyle düşünmeye ve davranmaya zorlanmaktan boğuluyorum.