Güncelleme Tarihi:
Caz, bize hayatta neler öğretebilir?
- Bir enstürman çalmayı öğrenmek size hayatta tek bir şeye odaklanmanın çok da kötü bir şey olmadığını gösterir. Bugün çoğu genç insan, aynı anda her şeyi yapmak istiyor. Enstürman, tek bir şeye odaklanmayı öğrenmek için iyi bir başlangıç noktası. Caz hayatıma girdiğinde her şeyi unuttum, çünkü hayatınızı adamadan yapabileceğiniz bir şey değil bu. Çok küçük yaştan saatlerce, günlerce trompet çaldım; kendimi caza adadım.
Başka bir meslek ya da uğraş hiç aklınızdan geçmedi mi?
- “Müzike başarılı olmazsam, gider emlakçılık ya da başka bir şey yaparım” gibi bir düşüncem olmadı. Ya müzisyen olacaktım ya da ölene kadar müzisyen olmaya çalışacaktım. Başka çarem yoktu. Berbat mahallelerde korkunç konserler veriyordum. Duyanın, kaçacağı türden… Olmadı, sokaklarda çaldım. Yine de yılmadım.
Nasıl?
- Bilmiyorum, trompet çalarken gözüm kararıyor, gerçeklikten kopuyor, müthiş bir heyecan ve çoşku hissediyordum. ‘Gerçeği’ görmeyecek kadar heyecanlı olmak, yılmamamı sağladı sanırım. Kendini doğru yölendirmen lazım. Yetenek dediğin çok manipülatif; sonradan şekillenebilir. Joni Mitchell, “Müzisyenliğin yüzde 1’i yetenek, yüzde 99’u deliliktir” derdi. O deliliği iyi yönetmezsen, kariyer filan yapamazsın.
STING’İN KOPYASI
Paul Simon, Aretha Franklin, Natalie Cole, Bette Midler, Frank Sinatra, Joni Mitchell birlikte sahne aldığınız, turneye çıktığınız ikonlardan birkaçı. Kimden, ne öğrendiniz?
- Sting bir keresinde “Hayat bir oyun. Yapman gereken kendine inanıp, zarları atmak...” demişti. Hayatım, onun hayatı nasıl kotardığını taklit etmekle geçti. Sürekli yolda/turnede olmak, müziğine sahip çıkmak, bir şehre indiğin gibi kendini direkt yogaya vermek, enstürmanına her şeyden daha çok zaman ayırmak... Tüm bunlar, Sting’in hayatından kaptığım şeyler. Sayesinde muazzam bir kariyerim, hayatım oldu.
Her müzisyenin, aktörün anlata anlata bitiremedği. şahane bir “Sinatra” anı vardır... Sizinkisi?
- Birklikte kısa bir turneye çıkma şansım olmuştu. Seyircisiyle kurduğu iletişim ve o yakınlık inanılmazdı. Eski konser görüntülerini yakından incelerseniz daha iyi anlarsınız: Hiç öyle ulaşılmaz değil, seyircilerin arasında, dokunuyor, şakalaşıyor. Zaman zaman Sammy Davis, Dean Martin, Don Rickles gibi yakın dostlarını da dahil ediyor bu şamataya. Çok gerçek, çok doğal bir eğlence. İzleyici kendisini ‘kulübün’ bir parçası gibi hissediyor, daha mutlu oluyor.
TROMPETİMLE MUTLUYUM
Turne takviminiz epey ağır, yoğun. Sürekli elde bavulla geçen hayat yormaz mı?
- Yılın 300 günü yolda, turnedeyim. Tersi nasıl olurdu bilmiyorum. Hayatımda müzikten başka bir şey yok çünkü. Kulağa deli işi gibi geliyor ama gerçekten öyle. Genç müzisyenlerle konuşurken hep aynısını söylüyorum: Müziği gerçekten seviyorsanız bu işi yapın. Çünkü hayatınızda başka hiç bir şey olmayacak. Ne kedi ne köpek ne bir bitki… İlişki yaşamakta da zorlanacaksanız. Ama gerisi muhteşem. Hayatta aradığını her şeyi, müzikte bulabilirsiniz. Özellikle son 10 yıldır müzik, hayatımın tam ortasında ve daha mutlu olamam.
Peki, “evde olma hissini” özlemez mi insan?
- Haha.. Asla!
Bambaşka bir ritüeliniz, ritminiz olmalı...
- Çok ritüelim yok aslında. Eskiden her konser öncesi mutlaka biraz sake yudumlardım, şimdi onu da sıfırladım. Tek ritüelim, bağımlılığım trompet çalmak. Zalim bir yüzü de var. Bir gün pratik yapmazsınız, ertesi gün sizi utandıracak bir sese bürünebilir.
SICAKKANLILIK, İSTANBUL’UN KUMAŞINDA VAR
Müzisyen gözüyle İstanbul’u nasıl tarif edersiniz? Ne açıdan heyecan verici?
- Bir kere izleyecisi diğer şehirlere nazaran daha heyecanlı ve sıcakkanlı. Her müzisyenin tekrar gitmekten, sahnesinde olmaktan mutlu olacağı, hatta can atacağı bir yer. Bazı şehirlerin kumaşı böyle. İstanbul da öyle.