Güncelleme Tarihi:
Onun ailesi Türk basın tarihinin mihenk taşlarıydı. Baba Selim Ragıp Emeç, ağabeyleri Çetin Emeç ve Aydın Emeç’ti. Leyla Emeç Tavşanoğlu’nun hayatı, o pek eleştirilen ‘Beyaz Türkler’in yalılarından birinde başladı, orası aynı zamanda ağabeyi Çetin Emeç’in öldürüldüğü yer olacaktı. Özel mürebbiyelerle büyütüldüler. Günde üç kez kıyafet değiştirmek, ‘matmazel’in şartıydı. Ev halkının şıklığı dillere destandı. Yılda iki kez terziden randevu alınır ve gardıroplar büyük bir seremoniyle düzenlenirdi.
Leyla Hanım’ın, Esra Tüzün’e babasını anlatırken söylediklerini, bir gazeteciden daha iyi kim anlayabilir ki? “Bizler için Selim Ragıp Emeç, önce Son Posta gazetesinin patronu, sonra babamızdı.”
Baba Emeç, gazeteciliğe Vakıf gazetesinde polis muhabiri olarak başlamıştı. Son Posta’yla patron oldu. 1950’deyse artık Demokrat Parti’nin milletvekiliydi. 27 Mayıs’ta Yassıada’ya götürüldü. Etraflarında kimse kalmamıştı. İki erkek kardeş, Çetin ve Aydın Emeç, genç yaşta Son Posta’nın patronu oldu. Günün birinde babaları salıverildi. Ama sağlığı berbat haldeydi. Son Posta da babaları gibi can çekişiyordu. Borçlar birikmişti. Haldun ve Erol Simavi’ye borcunun karşılığı olarak gazetenin isim hakkı verildi.
Emeçlerin artık hep birlikte bir şey yapabilecek paraları yoktu. Sırayla her şey satıldı. Oysa annesi çok uyarmıştı: Bu siyaset gazeteyi de batıracak, bizim aileyi de dağıtacak...
Hayat, Emeç ailesi için başladığı gibi pembe sürmeyecek; karanlık, kapkaranlık günleri olacaktı. Leyla Hanım’ın ağabeyi Türkiye’nin en önemli gazetecilerinden biri olmuştu. Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmeniydi. Ağabeyiyle aynı gazetede çalıştı ama Çetin Emeç haksızlık olmasın diye altı ay sigortasını bile yaptırtmadı: “Çetin yani en büyük ağabeyim beni uzaktan sevmeyi her zaman daha tekin buldu. Aramızdaki on üç yaş farkını bahane edip hükmetmeye çok çalıştı. Çetin’in gücünü test eden muzır bir çocuk olmuştum. Ama bütün hiddetine karşın ağabeyim benim için el ele koşup denize atladığımız o yaz günleriydi...”
Manşet Yalısının Kızı, Esra Tüzün, Doğan Kitap
200 sayfa, 18 TL
Leyla Tavşanoğlu, Çetin Emeç’in her zaman çok yoğun olduğunu söyledi: “Ama uzaklığımızın tek nedeni bu değildi. Çetin’in karısı bizleri benimseyemediği için ipler giderek kopuyordu...”
Ve o kapkara gün.. 7 Mart 1990... Ağabeyi Çetin Emeç’in öldürüldüğü gün... Donup kaldığı, kâbusla gerçek arasında gidip geldiği, kalbinin buz tuttuğu günü anlatıyor Tavşanoğlu kitabında...
Röportaj yaptığı kişilerle arasında geçen ilginç olaylar, 27 Mayıs ve 12 Eylül günleri, Tayyip Erdoğan ile ilk röportaj, ‘AKP’nin kandırdığı gazeteciler’e neden küstüğü de yine anlattıkları arasında...
ÇETİN AĞABEY’İ VURDULAR
7 Mart sabahı... O sabah gazeteleri okuyordum. Erhan’ın (Akyıldız) bana doğru bağırarak koşturduğunu gördüm. “Leyla koş, polis telsizinden ihbar geldi, Çetin’i vurmuşlar” dedi. İnanamadım (...) Tam o sırada telefonum çaldı. Hürriyet’in Washington temsilcisi Sedat Ergin arıyor, ağladığı belli, sesi zor anlaşılıyor, “Abla, Çetin Ağabey’i vurdular” dediğini anladım. Donmuşum... Çetin, benim doğduğum yerde öldürülmüştü. Bizim çocukluk anılarımızın üzerinde artık bir suikastın lekesi vardı.
Kitaptan...
Seçim otobüsündeydik. Turgut Sunalp’in karısı Suzan Hanım hoş bir kadındı. Bir gün otobüste yan yana oturuyoruz, “Kadın gözüyle Paşa’yı anlatır mısınız” dedim. “Paşa ile ilk tanıştığımızda dilinde rekâket vardı” dedi. Yani kekemeymiş. Hürriyet’te birinci sayfada başlık buydu.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne seçilmiştim. Gülen Cemaati’nin organı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın o zamanki başkanı Harun Tokak ve Genel Sekreter Erkam Tufan Aytav –ki şu anda arananlar listesindeler- beni ziyarete geldiler (...) Bana Zaman gazetesinde yazmamı ve kurulacak Samanyolu televizyonunda program yapmamı, bunun karşılığında aylık 500 milyon lira teklif ettiler. O zaman çalıştığım Cumhuriyet gazetesinde 15 milyon lira alıyordum. “Ben Cumhuriyet yazarıyım, size uymam” dedim. O dönem bunu kabul eden çok gazeteci oldu.