Yenal BİLGİCİ- Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN
Oluşturulma Tarihi: Ocak 29, 2016 10:48
Türkiye’nin en yetenekli çizerlerinden... Penguen’deki ‘Her Şey Olur’ isimli köşesi, yıllardır haftanın yükünü başarıyla sırtlıyor; hem günlerin kirini pasını alıyor hem de topyekûn yaşadıklarımızın üzerinden mümkün olan en estetik, en dokunaklı ve aynı anda nasıl oluyorsa, en komik özeti sunuyor. Cem Dinlenmiş’in İstanbul Nişantaşı’nda x-ist’te yeni başlayan sergisi ‘Görsen Kesin Tanırsın’, önemli bir meselenin, Türkiye’deki o meşhur ‘inşaat hamlesi’nin ve dönüştürülen mahallelerin Z raporu!
Son zamanların en mühim meselelerinden birini, kentsel dönüşümü işlemişsiniz yeni sergide. Nereden yola çıktınız?
- Bu, siyasetin de güncel sanatın da çok popüler bir konusu. Ben karikatürden gelerek yapıyorum bunu. Bu şekilde biraz farklı bir yerde duruyor olabilir. Avrupa sanatındaki şehir resmi geleneğini işlemeye çalıştım. Özellikle de meydanları işin içine kattım.
O Esenyurt panoramasında Brueghel’in ‘Karda Avcılar’ına bir gönderme var sanırım. Başka selamlar da var mı? - Evet. Meydan resimlerinde İtalyan ressamların meydanları gibi çizmeyi denedim. “Madem perspektifi bulduk, neden şöyle karo taşlı bir meydan yapmayalım” dedim (Gülüyor).
Sergi söz konusu olunca bu tip unsurlar düşünüyorum. Karikatür, illüstrasyon gibi basılı işlerin çalışma düzeninden çıkmaya çalışıyorum.
Yakınlarda yıkılan İSKİ binası da göze çarpıyor hemen. Neden özellikle onu çizdiniz?
- İlgimi çeken mekânlardan yola çıktım. İSKİ binasının resmini yapmak istiyordum. Benim denediğim formlara da yakın bir bina. Araştırınca ayrıntılar ortaya çıktı. Amerika’dan kopya olduğunu, yakında yıkılacağını öğrendim. Ama Esenyurt’ta çok daha fazla malzemeyle karşılaştım. Zamanda hareket ederek, sadece bir değil birden çok resim yapabilirim diye düşündüm. Bu resimler arasında dolaşan bir karakter de çizilebilirdi. Sonra da bir harita...
Neden Esenyurt?- Çok özel bir yer olduğu için seçmedim orayı. Esenyurt, hem kendine özgü hem de Türkiye’deki birçok yere benziyor. Ziyaret etmeye başladım orayı. Mekik dokumadım elbette ama çok dolaştım meydanında. Bir basın taraması yaptım. Emlak kulislerine, basın haberlerine baktım.
AKARCA, AĞAOĞLU DEĞİL
Her şeyin ortasında duran bir Akarca İnşaat var. Onun fonksiyonu nedir?
- O bir metafor. Sahibi sıfırdan başlayıp yükselen bir adam. Günümüzün bir kahramanı. Çok özel bir adam değil ama temsil kabiliyetinin yüksek olduğunu düşünüyorum.
Seksenlerin başı bankerler dönemiydi; sonra hayali ihracatçılar geldi. Bay Akarca aynı kişinin bugünkü versiyonu mu? - Akarca İnşaat’ın sahibi inşaatla var oldu. Zaten herkes inşaat işinde artık. Sergide kullanmak için çok uzun süre, yaygın, kapsayıcı bir isim aradım. Ticaret Sicil gazetelerini karıştırırken fark ettim ki, inşaat sektöründe, mümkün olan her ismi almışlar. Her isimden, soyadından firma yapmışlar. Zamanında bu kadar banker yoktu muhtemelen. Hayali ihracat yapan işadamı sayısı yirmiyi geçmezdi herhalde. Bir de iş tanımları acayip. “İnşaat emlak dekorasyon tasarım” diye uzayıp gidiyor unvanlar. Yani ne iş olsa yapıyorlar. Ya da ne iş yaptıkları tam olarak belli değil.
Bay Akarca’da biraz Ağaoğlu çağrışımı var mı? - “Bu adam Ağaoğlu’dur” demiyorum, çünkü ondan daha fazlasını anlatıyor. Sektörü anlatmasını istiyorum. İleride belki bir çizgiromanını yapar, detaya girerim ama ideolojik bir tarafı yok şu an için. Hangi partiye oy verdiğini, aile yapısını, nereli olduğunu bilmiyoruz. Bu maceranın içinde çalışarak yaşlanmış, mahallesi ne kadar modernleştiyse o kadar modernleşmiş bir karakter. İsmin kendisinin de bir çağrışımı, komikliği olmasını ya da akla başka bir şey getirmesini istemedim. Üzerinde inşaat ismi düşündüğüm bir kâğıt var, bin tane falan isim yazarak doldurdum onu.
MİZAH, YENİLMİŞLİK DUYGUSUNUN MAĞDURU
Bugünün mizahında, sadece dergilerde değil, sosyal medya kanallarında da sanki bir acılaşma var. Gezi’deki o keskin mizah da buruklaştı sanki. Katılır mısınız?
- Bir podcast üzerinden yirmi yıl önceki bir radyo programını dinliyorum şu sıralar. Programı sunanlar o kadar neşeli ki, kendilerini tutamayıp şarkılara eşlik ediyorlar. Sorduğunuz, biraz bugünkü toplumsal ruh hali ile ilgili. Bir karamsarlık, yenilmişlik duygusu hâkim. Hatta mizah da onun mağduru. Bu duyguları yaşayan okur, biraz sırtını döndü dergilere. Çizerlerin üzerinde ister istemez bir baskı oluştu. Birisi uzaydan gelmiş gibi sadece sululuk yapsa tepki de alıyor.
Size sıkıntı veriyor mu bu? - Hayır ama şu da var: Bir köşe yazarı “Ben Londra’da kitabımı yazacağım” deyip kaçabilir gündemden. Biz kaçamıyoruz. O içeriği üretmek zorundayız. Bir yandan da mizah dünyası da, tıpkı basın gibi, eski dönemlerindeki kadar pırıltılı değil. Yeni insanları kendine çok çekmiyor.
Neden? - Bu biraz kaybedilen mevzilerle ilgili. Basında, dergilerde, medyada kaybedilenlerle... Kaç insan bugün karikatürist olmak ister ki? Ya da gazeteci?
Ne isterler?- Başka mecralar var; taahhüt gerektirmeyen yerler var. Ben on yıldır bir kere bile ara vermedim mesela. Şimdi yaratıcı alanda çalışan birisi için çok fazla seçenek mevcut. Birisi komiklik yapmak, karikatürlerini bir yerde göstermek isterse bir dergiyi tercih etmeyebiliyor. Benim için işlerimi bir dergide yayımlanmış olarak görmek çok önemliydi. Enerjimi oraya kanalize ediyordum.
INSTAGRAM’A BEĞENDİRMEK SELÇUK ERDEM’E BEĞENDİRMEKTEN KOLAY
Şimdi nereye gidiyor o enerji?
- Benim örneğimde kendi içinde yükselip yükselip bir dergide yolunu bulabilen enerji, bir başkasında ufak kanallardan boşalabilir bugün kolayca.
Nereden mesela?
- Twitter’dan, Instagram’dan vesaire. Daha kolay sonuç alınan yerlerden.
Selçuk Erdem, Erdil Yaşaroğlu gibi isimlerin takdiri yetmiyor mu yani genç çizere? - Hem yetmiyor hem de zor bir şey bu. Çünkü Selçuk Erdem’e örneğin bir karikatür götürdüğünüzde sana “100 karikatür getir” diyor, “seçip yayımlayalım”. Halbuki şimdi 100’ünü de
Instagram’dan yayımlayabilirsin. Hem ‘like’ da alırsın.