Çarkıfelek’in işi kolay değil

Güncelleme Tarihi:

Çarkıfelek’in işi kolay değil
Oluşturulma Tarihi: Haziran 02, 2014 10:32

Haberin Devamı

Artık kesinlikle kani oldum ki, en iyi “yerelleştirebildiğimiz” anaakım TV işlerimiz reality şovlar oluyor. TV’de yıllardır tahtı sarsılmayan bir iki dizi (Kurtlar Vadisi, Arka Sokalar vb.) bir yana, asıl iş yapan her zaman reality şovlar. Başarılı olursa mutlaka dünya TV çalışmaları gireceği şimdiden kesin olan Acun Ilıcalı’nın TV 8 kanalı projesi, esas odağı reality şovlar olacak bir program planlaması ile anakım ligde yer almaya, hatta Ilıcalı’ya bakarsanız, birinciliğe oynamayı hedefliyor. Ağırlıklı olarak reality şovlardan oluşacak bir kanalın anaakım liginde ne denli başarılı olabileceğini tartışmak için zaman belki biraz erken ama, geçenlerde tekrar başlayacağı ilân edilen bir reality şovu tartışmanın tam da vaktidir. Yakınlarda Kanal D’de İlker Ayrık ve Fatmagül Fakı tarafından sunulacak Çarkıfelek’ten söz ediyorum. Son bir iki yıldır ekranda izlenememesine rağmen, 1975 yılından (TRT döneminde on yıldan fazla programı Güner Ümit sunmuştu) itibaren, yani yaklaşık kırk yıldır izleyicinin bildiği ve sevdiği bir “yarışma” (neden tırnak işareti kullandığımı birazdan anlayacaksınız) Çarkıfelek. TRT’de daha sonra yine bir onyıl kadar Tarık Tarcan tarafından sunulucak olan bu şov, özel TV yayıncılığının başlamasından sonra (doksanların ikinci yarısı) yönünü bu sefer özel kanallara çevirecek ve asıl şaşaasını Mehmet Ali Erbil’in sunduğu dönemlerde (1997-2003 ve 2008-2011) kazanacaktır. Tabii ki, önemli bir dönüşüm işleminden sonra. Erbil, suya tirit, Türkiye izleyicisi için çok sıkıcı olabilecek bu şansla karışık “soru yarışmasını” giderek dört başı mamur bir “reality” şova (“yumuşak g”li esprileri, yarışmaya katılan ünlüleri tiye almaları, hosteslerle meşûm ve malûm konuşmalarıyla) dönüştürecek, coştukça coşacak ve son sunduğu dönemde “yerelliğin” zirvesine çıkarak, bir “armağan dağıtım törenine” dönüştürecektir.

Haberin Devamı

FAKİR FUKARAYA ARMAĞAN

Sosyal antropoloji litaratüründe “armağan” kavramı önemli bir tema olarak öne çıkar, özellikle “dayanışmacı” hasletleri ve refleksleri gelişmiş Türkiye gibi toplumlarda, sosyolojik olarak dezavantajlı bireylerden oluşan toplulukları biraraya getirme, derleme, toplama bağlamında “armağan”, lider kişilikler (siyasal liderlerden kanaat önderlerine; kömür dağıtan belediye başkanlarından amigolarına bilet dağıtan kulüp başkanlarına) tarafından sıkça kullanılan bir araçtır. Türkiye gibi, kadim devlet söyleminin her daim kullanımda olduğu (“nerede bu devlet?”) ve ancak, aynı anda da modern sosyal devletinin yardım kurumlarının pek de gelişmediği bir toplumda (sadece, resmî bir yardım fonunun isminin “Fak-Fuk-Fon” olduğunu bir düşünün, yeter) yardımlaşma/dayanışma işleminin TV ekranına taşınması şüphesiz müthiş bir tür “icat” olabilir ama aynı zamanda ciddî bir zaafiyete de işaret eder. Zaten Mehmet Ali Erbil’in, bir “karnaval” havasında sunduğu “Çarkıfelek görünümlü” reality şov, tam da böyle bir trajikomik durumu ekrana taşıyordu. Sulu zırtlak (neredeyse Sheakespeare eserlerindeki “maskaralar” ile kabilikıyas bir mükemmeliyette) bir sunucu gibi davranır gibi görünse de, programa telefonla katılanlara gösterdiği muameleden aslında iktidarın sahibinin bizzat kendisi (“Mehmet Ali Bey!”) olduğunu görene, işitene hissettiriyordu. Şov dönüşüyor, bir “armağan dağıtım töreni” başlıyor, “bizim oğlan” fakire fukaraya, polise memura (telefonla arayanın istediği özellikte olmadığını hissettiği an yüzü düşer, ucuz bir hdeiye paketlenir ve hemen bir sonrakine geçilirdi) eldeki tüm zenginlikleri (beyaz eşyadan fırına, parfüm setinden arabaya) dağıtırdı. Böylece “Mehmet Ali Bey” gönendikçe gönenir, bir “kabile şefi” edasıyla alkışlanır, ekranda “ulu hakanlığını” ilân ederdi. Bu arada, tabii ki, katılanlarla yaptığı konuşmalardaki “Beyaz Türk” hâlini de unutmamak gerekiyor. Onlar zaten “köylü”, “garibân”, “taşralı” ya da “doğulu” olduklarından, merkezî bir (şehirdeki) konumdan onlara çakma bir “doğulu” ya da “köylü” aksanıyla hitap edilirdi. Sıradan, gündelik ve çok bildik bir nefret suçu hâli.

Haberin Devamı

Sulu zırtlak yanı hiç olmayan ama eğlendirmekten de geri durmayan, çok daha mesafeli ekran kişiliği ve sunumuyla Acun Ilıcalı’nın Var Mısın, Yok Musun’u da Çarkıfelek’in icat ettiği “Türk tipi” (“alaturka” desek yeridir!) reality şovun daha edepli, daha “heyecanlı” (katıksız şansa “hissetme” kabiliyeti eklemek bizim ecinnili kültüre uyuyor belli ki) bir versiyonundan öte değildi. Yine de, siyasal-kültürel tarihimiz açısından önemli olduğunu düşündüğüm birbirini izleyen iki “döneme” işaret etmemiz gerekiyor. Mehmet Ali Erbil’in “icadı” (ilk mucidin o olduğu aşikâr!) Özal’ın temsil ettiği “liberal” ve bireye odaklı toplum anlayışına sahip bir ekran anlayışına cuk oturuyorken, Acun Ilıcalı’nın yarattığı “ekran hissi” günümüzdeki “dayanışmacı” ve çok daha muhafazakâr değerlerle doğrudan örtüşüyor. Tabii ki, Erbil’in ekrandan uzaklaşmasında bir çok “kişisel” hata, malûm canlı yayın kazasından söz edilebilir, ama yine de, RTÜK kurallarıyla iyice muhafazakârlaşan bir ekranda şu anda kabul edilebilecek tek mümkün armağan törenini Ilıcalı icat etmişti, hakkını teslim etmeliyiz.

Haberin Devamı

Çarkıfelek’in işi kolay değil

İLKER AYRIK’IN İÇİN KARAMSARIM

İlker Ayrık’ın, kuyudan adam çıkartırcasına soyunduğu Çarkıfelek şovunun tutup tutmayacağı meselesine yukardaki analiz çerçevesinde bakarsak durum iyice karmaşıklaşıyor. Ben Bilmem Eşim Bilir’de, biraz da Erbil’in yaptığı türden “hiperaktif” bir sunumla ekranda parlayan Ayrık’ın işi bu kez çok güç. Çünkü Çarkıfelek, ekran başındaki izleyicinin yıllardır bildiği, sorulu bir şans yarışmasından bir reality şova dönüştüğünü bizzat gözlemlediği dönüşmüş, külliyen değişmiş bir format. Ciddî bir kültürel bagajı var ve artık ilk hâline döndürmek, eğer reyting bir kriterse, neredeyse imkânsız. Şunu da eklememiz gerekiyor: Erbil’in şovda sadece yarışmacılar ve telefonla katılanlarla diyaloğu yoktu, aynı zamanda program hostesleriyle de sürekli uğraşır, fiziksel özellikleriyle öne çıkan çoğu manken bu genç kadınlara, günümüz RTÜK düzeninin asla kabul edemeyeceği esprileri makinalı tüfek hızıyla yapar, ününe bir de böyle bir “ün” katmaktan asla geri durmazdı. Ayrık ise, bir aile şovunda hiperaktif sunumuyla Erbil’e benzer bir görünüm verse de, aslında çok edepli, evli barklı, asla böylesi sularda gezinmeyen bir kişiliğe sahip.

Haberin Devamı

Başlıktaki soruya dönelim: Çarkıfelek bundan sonra da dönebilir mi? İsmindeki “şansa” (feleğe) asla kanmayın, TV ekranının ardında şansa asla yer yok tabii ki. Bu şovun, izlenebilmesi için kesinlikle sıkıcı olmaması, daha önceki “tecrübelere” benzememesi ve aynı anda yüksek reyting alması gerekiyor. Şov, Erbil tarafından bir dayanışma ritüeline devşirilebildiği için tutmuş ve sevilmişti. Ayrık’ın da başka bir şansı yok bu nedenle, o da bir “armağan seremonisi” icat etmek durumunda. Şans oyunlarına hiç de iyi gözle bakmayan bir RTÜK düzeninde “şansı” ne kadar olabilir acaba Ayrık’ın? Biraz karamsarım ama bakarsınız bizi yanıltır, böylece TV çalışmalarına yeni bir “katkı” da sağlar, seviniriz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!