Güncelleme Tarihi:
İndigo Kitap etiketiyle yayımlanan ve özgün yapısıyla okuru şaşırtan “Mevlâna’nın Kedisi”, genç bir kızın annesinin baskılarından kurtularak kendi kimliğini keşfetme mücadelesini anlatan, bir yandan da dünyaya günümüzden sekiz yüz sene önce yaşamış bir kedinin gözünden bakmamızı sağlayan çok boyutlu, New York’tan Konya’ya uzanan tarihi zenginliklerle dolu bir roman...
“Can Yazıyor” nick’iyle sosyal medyada 1 milyona yakın kişinin takip ettiği Hürriyet yazarı Can Aydoğmuş ile bir araya geldik ve bu sıra dışı hikayenin ortaya çıkış öyküsünü kendisinden dinledik…
Mevlâna’yı neden kedisi ekseninde anlatmayı seçtiniz?
Şöyle ki, ben Hz. Mevlâna’yı çok severim, öğretileri kalbime dokunur. Torunu Esin Çelebi Bayru ile tanışmıştım; çok ilginç bir şekilde, 16 sene önce bir bakkalda karşılaşmıştık. Aramızda çok güzel bir diyalog geçmişti. Çok yıllar sonra, Hürriyet benden hiç yapılmamış bir röportaj isteyince, aklıma Esin Hanım geldi. Açtım baktım var mı röportajı diye, uzun zamandır kimse yapmamış! Benim kısmetimmiş dedim… Aradım Esin Hanım’ı, o sırada Uluslararası Mevlâna Sevgi ve Barış Yürüyüşü vardı. Ben de kalktım gittim, Esin Hanım’la uzun uzun sohbet etme imkanı buldum. Hatta röportaj için 85 soru çıkartmıştım, benim o sorularımı daha sonra Esin Hanım kaynak olarak kullandı ve kitap çalışmasının temeli oldu. O röportaj sırasında konuşurken Esin Hanım, Mevlâna’nın kedisinden bahsetti. Çok ilgimi çekti.
Çok fazla yoktu. Mevlâna’nın torunu Ulu Arif Çelebi, dedesi vefat edince, onun çevresinde yaşayan insanlardan dedesiyle ilgili hikayeleri topluyor. “Ariflerin Menkıbeleri” adlı kitapta, Mevlâna’nın kedisiyle ilgili bölümler var. Kedi Müezza’nın, Mevlâna vefat ettikten sonra yemeden içmeden kesildiğini ve mezarının başında beklediğini yazıyor. Yedi gün sonra da kedi vefat ediyor. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, İranlı bir araştırmacı kediyle ilgili araştırma yapıyor ve Konya’ya geliyor. Mevlâna’nın mezarının yakınlarında küçük bir sanduka var, kedinin sandukası olduğunu iddia ediyor. Ama sonra farklı yorumlar da yapılıyor. Velakin bu hikaye beni çok etkiledi. Ben zaten kedi manyağıyım, çok severim kedileri. Benim beş tane kedim var, sosyal medyamdan da kedilerin önemine dair çok yayın yapıyorum. Hatta benim yayınlarımdan sonra binlerce insan kedi sahiplendi. Hep aklımda kediyle ilgili bir roman yazmak vardı, bir taraftan da Mevlâna ile ilgili bir şeyler yazmayı da çok istiyordum. Çok ilginç bir şekilde defalarca Konya’ya gitmem gerekti. Bazen bir meditasyon kampı için, bazen bir toplantı için. En sonunda burada bir şey var, benim artık bunu yazmam lazım dedim.
“TESADÜFLER BENİ KEP KONYA’YA GÖTÜRDÜ”
Kitabın yazımı nasıl başladı?
Sonra arkadaşlarımla birlikte Konya’ya gittik bir gün, orada Mevlâna Müzesi’nin tam karşısında Hich Hotel var. Bir butik otel, birçok ünlü yazarın orada kitap yazdığını biliyordum. Çok özel bir yer… Arkadaşlarımızla hafta sonunu geçirdik orada. Sonrasında onlar gitti, ben kaldım, yerleştim otele ve kitabımı yazmaya başladım. Tabii öncesinde çok araştırmıştım, yazarken de araştırmaya devam ettim. Tasavvufla ilgili bir sürü şey danıştım, Mevlevi dedelerde görüştüm, onlara kafamdaki soruları sordum. Kitabı yazarken de bir taraftan kitabın editörlüğünü kim yapabilir diye düşünüyordum. Çünkü ben bir tasavvuf uzmanı değilim neticede, yazarım. Çok ilginç bir şekilde o günlerde Melahat Ürkmez ile tanıştım. Kendisinin zaten Mevlâna ile ilgili 10 kitabı var, uluslararası ödülleri var, kitapları İngilizce’ye, Japonya’ya çevrilmiş. Çok önemli bir isim… Tanıştık, sohbet ettik… “Can, bundan sonra yazacağı kitabın editörlüğünü ben yapmak istiyorum” dedi. “Olur mu Melahat Hanım, siz koskoca bir yazarsınız” dedim. “Olur, olur, çok içimden geldi” dedi. Ben de ona projeyi anlattım. Çok heyecanlandı, ilginç buldu. “Yaz, yolla” dedi. O yaz kendimi 1,5 aya kadar kapatıp, üzerinde çok yoğun bir şekilde çalıştıktan sonra kitabı bitirdim ve yolladım. Melahat Hanım kitabı çok beğendi ve inanılmaz güzel geri dönüşlerde bulundu. Bu bana cesaret verdi açıkçası.
Kedilerin Hz. Mevlâna’nın hayatında nasıl bir etkisi var?
Kitabı yazarken Mevlâna ile ilgili bölümlerde Uluslararası Mevlâna Vakfı Başkan Vekili Esin Hanım’a hep danışarak ilerledim. Osmanlı’daki kediler, İslamiyet’teki kedilerle ilgili araştırmalar yaptım ve inanılmaz şeyler buldum. Hz. Muhammed’in de kedisi var, onun da adı Müezza, hatta doğum yapmış bir kedi için savaşı bırakıyor, orduyu geri döndürüyor. Osmanlı’da çok önemli isimler, New York’ta bile kedilerle ilgili vakıf kuruyor, kitapta da yazdım bunu. Bayağı ciddi bir içerik buldum. Daha sonra onları kurguyla birlikte işledim.
Aslında bir kedinin gözünden baktınız Hz. Mevlâna’ya?
İstedim ki insanlar hem kitabı okudukları zaman Hz. Mevlâna’yla ilgili, ailesi ve vefatından bu yana gelişen konularla ilgili bilgi sahibi olsun, aynı zamanda bir kedinin gözünden bakabilsinler, empati kurabilsinler. Bu nedenle kitabın içinde Hz. Mevlâna’nın kedisi Müezza’nın doğumundan ölümüne kadar olan bölümü özellikle detaylandırarak yazdım. Günümüzde sokakta pek çok hayvan bizim empati kuramadığımız bir şekilde korkunç şeyler yaşayabiliyorlar.
Kedilere olan sevgim, Hz. Mevlâna’ya olan sevgimle birleşti bu kitapta. Hz. Mevlâna’nın kedisini onurlandırmak istedim, çünkü çok özel bence. Bu arada şunu da ekleyeyim; yedi gün sonra kedisi vefat edince, Mevlâna’nın kızı Melike, kediyi babasının mezarının oraya, Gül Bahçesi’ne gömüyor. Böyle bir hikayesi de var, bunun da yazılmış olmasını istedim.
“TASAVVUFU İNCELEMEK BANA HUZUR VERİYOR”
Neden kahramanınızın hikayesi New York’ta başlıyor?
Çocukluğumdan itibaren İranlılarla çok iç içe büyüdüm. Annemin ve babamın çevresindeki birçok insan İranlıydı. Ben İngiltere’de okurken de çok yakınlarımız, dostlarımız İranlılardı. Ben İranlıları çok severim. Amerika’da da çok sayıda İranlı var ve İranlılar, Hz. Mevlâna’ya çok sahip çıkıyorlar, çok önemsiyorlar. Her sene Şeb-i Arus’a çok sayıda insan geliyor İran’dan. Bunun yanında New York’taki Özgürlük Heykeli, yani özgürlük tanrıçasının simgesi de Göbeklitepe’deki tanrıça heykeli ve oradaki pek çok sembolü birbiriyle birleştirdim aslında. Kitabı yazarken Amerika’da, Avrupa’da, Avustralya’da dünyanın pek çok farklı yerinde bu kitabı okuyan ve okuduğu zaman Türkiye’ye, Konya’ya, Hz. Mevlâna’ya gelmek isteyebilecek insanları düşündüm.
New York’la hikayeniz arasında nasıl paralellik kurdunuz?
Bunun yanı sıra New York önemli bir yer, dünyadaki kültür başkentlerinden. Edebiyat dünyasında önemli bir yeri var. O yüzden birleştirmek istedim. Kitabın içinde bir tarafta New York’taki anne-kız hikayesi de var biliyorsunuz, günümüzde pek çok Türk aile de aynı sorunları yaşayabiliyor. Mesela Türk aile, bir yere göçüyor ama oranın kültürünü özdeşleştirmek yerine kendi kültürünü yaşamayı seçiyor. Kitabın içindeki Mary ve annesi de New York’talar ama İran’daki gibi hayat yaşıyorlar aslında. Onun içindeki anne-kız çatışmasını, kuşak çatışmasını da anlatmak istedim.
İnsan mutlu olacağı bir yeri nasıl seçiyor?
Kitapta, olduğu yere yabancılaşmak, olduğu yerden korkma hali de var, kendi kökenine dönememek, gerçekten mutlu olacağı yeri bulamamak da var. Gerçekten de New York’ta da olsa bir insan, Avustralya’da olsa, Rusya’da olsa, mutlu olacağı yeri kalbinde bulabiliyor. İlla bir ülkede, bir şehirde, bir yerde değil… Bazen bir parkta, bir ağacın altında huzuru bulabiliyor insan. O açıdan ben kitapta Mary’nin anneannesinin Mevlâna ile birlikte nasıl gerçekten huzur bulduğu yeri keşfetmesini de göstermek istedim. Aynı şekilde kedi Müezza’nın da Hz. Mevlâna’da mutluluğu bulması gibi.
Her yazar romanına kendisini de gizler derler… Romandaki hangi karakter sizsiniz?
Kedi, Müezza…
Ben de öyle tahmin etmiştim…
Kesinlikle, Müezza… Biliyorsunuz, ben de 14 yaşımda annemi kaybettim. Bir şekilde ben de sokakta kaldım, zor durumlar yaşadım.
Romanda, Mary’nin Mevlâna ile tanıştıktan sonraki dönüşümüne tanıklık ediyoruz. Mevlâna’yı yakından tanımak, öğretisini dinlemek sizde nasıl bir dönüşüm yarattı?
Dürüst olmak gerekirse, Mevlâna ile tanıştım ve hayatım değişti diyemem. Ama Mevlâna bunlardan bir tanesi. Onun öğretileri, ruhu, bilincinin bana gerçekten ışık tuttuğunu düşünüyorum. Onun öğretilerini okumak, tasavvufu incelemek bana huzur veriyor.
Ama ben 11 yaşından beri birçok farklı eğitimler aldım. Kitap okumanın, edebiyat dünyasının beni 180 derece değiştirdiğini söylemek isterim her şeyden önce. Beni en çok değiştiren şeyin bu olduğunu düşünüyorum. O yüzden “Mevlâna’nın Kedisi”ni yazarken de onu düşünerek yazdım bir taraftan. Bazı kitaplarda beni çok değiştiren, dönüştüren unsurları da içinde geçirmek istedim. O yüzden bu kitabı okuyan insanların kalbine dokunacağına inanıyorum. Ama açıkçası yaş büyüdükçe de daha bir olgunlaşmak, daha bir farkındalığa ulaşmak adına hepimiz gelişiyoruz.
Biraz evvel bahsettiniz, kitabı yazarken Konya’ya gidip, romandaki karakteriniz gibi aynı otele yerleştiniz ve satırlarınızı Kubbe-i Hadra’ya bakarak yazdınız. Nasıl duygular içinde yazdınız romanınızı?
Çok huzur verici, çok dingin, çok büyüleyiciydi. Zaman Odası’nın içinden Kubbe-i Hadra’ya bakarken Mevlâna’nın, dostlarının sevgisinin bana doğru aktığını hissettim. Tabii büyük bir ilham kaynağı oldu, sonuçta her şeyin yaşandığı yerin kalbinde yazıyorsun. O morfogenetik alanın, yani bilgi alanının içindesiniz… Orada uyurken, o odanın içinden çıkmadan yazmak, sadece gün içinde bir-iki kere çıkıp, müzeye, türbeye giderek yazmak benim içimde çok büyük değişiklikler yaptı. Kendi içimde bazı kabul edilemeyişleri kabul ettiğim, affedemeyişleri affettiğimi fark ettim. O alan aslında bende bir açılım yaptı. Bunu da kitaba yansıtmak istedim.
Aslında kitabın içinde, kendi içsel dünyamın en başından şu ana kadarki değişimimi ana karakter üzerinden farklı bir şekilde anlattım. Ama kitabın içindeyken- ki öyle diyorum, çünkü Zaman Odası’nın içindeydim ama aslında kitabın içindeydim- insan kayboluyor, başka bir alemin içinde kendini hissediyorsun. Kapı çalıp, birisi kahve getirdiğinde “aa oteldeyim” oluyordum (gülüyor).
Odanın içinde, Kubbe-i Hadra’ya bakan pencerenin önünde bir çalışma masası var. Zaten Konya’nın tanıtımı için de videoları o pencereden çekmişler. Tam orada oturarak yazdım. Sabah uyandığında ilk Kubbe-i Hadra’yı görmek çok güzeldi, geceleri de çok büyüleyiciydi. Gecenin karanlığında Kubbe-i Hadra’nın ışığı… Gece 11 gibi o ışığı kapatıyorlardı. Bir gece, “keşke ışık sönmese, sabaha kadar o ışıkla uyusam” diye düşündüm ve enteresan bir şekilde ertesi gece ışık sabaha kadar yandı ve ben onun aşkıyla sabaha kadar oturup kitap yazdım. Bayağı büyülü bir ortamdı, öyle diyebilirim.
İnsanın en büyük sorunu sanırım bu dünyaya neden geldiğini bilmemek. Bu sorunun yanıtı bulamıyor pek çok insan. Romanda da bu sorgu var, Mary de bunu sorguluyor hep. Amaçsız bir ömür sürdüğünü düşünüyor. Sizin de kullandığınız astroloji bu sorunun yanıtını bulmak için bir araç mı?
Dürüst olmak gerekirse, ben astroloji aracılığıyla insanlarla görüştüğümde gördüğüm şey şu, aslında herkes kendi amacında. “Amacımı bulmalıyım”ın ötesinde yaşam, herkesi gerçekten bir şekilde kendi amacına doğru götürüyor. Herkesin hayatının amacı dünyayı kurtarmak değildir. Herkes kendi hayatı içinde amacına ulaşıyor. Kim neyini düzeltmesi gerekiyorsa o işi yapıyor. Yani haritasında onu görüyorum. O alanda iyi olduğu için o işi yapmıyor.
“5 YILDA 17 KİTAP YAZDIM”
Yolda yeni roman var mı?
Ben hep yazar olmak istedim. İlk yazdığım kitaplar kişisel gelişim adı altında aslında benim yolculuğumun, benim araştırmalarımın kitaplarıydı. Çocuk kitabım da var. Ama ben bundan sonra tamamen kurgu ve roman yazmak istiyorum. Aslında “Mevlâna’nın Kedisi” benim ilk romanım da değil. Yayınlanmış ilk romanım ama yazdığım ilk roman değil. Başka bir roman yazdım ama tam bitmedi. Hatta dijital bir platform onu dizi yapmak istedi. Teklif de sundular ama ben önce kitap olarak çıksın, ondan sonra yayınlanmasını istiyorum dedim. O yüzden şimdilik durduk.
Şu an halihazırda yazmaya başladığım 3 romanım daha var. Yazmış olduğum ve bitirdiğim 12 tane çocuk kitabım var. Son 5 yıl içinde 17 kitap yazdım. Bitirmediğim romanları saymıyorum. Ben yazmayı seviyorum, zaten benim hayalim, hayatımdaki amacım, daha fazla üretebileceğim, daha fazla kitap yazabileceğim bir noktaya gelmek. Yazdıklarımın film olmasını, dizi olmasını istiyorum, bütün dünyadaki insanların kalbine dokunmasını istiyorum. Sevgi tohumlarının ekmesini istiyorum.
“Mevlâna’nın Kedisi” İngilizce’ye çevrilecek mi?
Evet, o konuda girişimimiz var. Zaten ben yazarken o niyetle yazdım. Kitabın Türkiye’de okunmasının dışında, yurt dışında da okunması niyetiyle yazdım. O yüzden İngilizce’ye çevrilecek.