Güncelleme Tarihi:
GENÇ BİR KOLEKSİYONERİN PORTRESİ
Eser biriktiren çoğu sanat tutkununun hayalidir bir gün müze açmak. Sahip olduklarını paylaşmanın ve gösteriyor olmanın hazzından çok öte bir duygudur bu. Bir misyondur, yaşadığı topluma karşı hissedilen sorumluluktur. Bir birikimi kendinden sonra gelecek nesillere aktarma isteğidir. Sanata meraklı amatör bir koleksiyonerin Ankara’nın modern ve çağdaş sanat koleksiyonuna sahip ilk kişisel müzesini açmasının nedenleri de bu duygulardır büyük ihtimalle.
Sarp Evliyagil’in babası Necdet Evliyagil dönemin önde gelen gazetecilerinden, bir kültür adamı ve şair. Amcası Şevket Evliyagil ile babasının kurdukları aile şirketi Ajanstürk Matbaası, genç Evliyagil için sanatla iç içe geçecek bir hayatın kapısı olur. Neşet Günal’la matbaa binasına yaptığı duvar freskinin onarımı için onu aradığında tanışır. Ankara’da açacağı bir eğlence mekânının grafiklerini tasarlayan isim Haluk Akakçe’dir. Ankara’daki galerilerin sergi kataloglarının basılmasıyla kurulan ilişkileri onu geniş bir sanat çevresinin de içine sokar. Galeri Nev’in sahibi Ali Artun’un verdiği Mübin Orhon katalogları ona bambaşka bir çağdaş sanat dünyasının kapılarını açar. 30’lu yaşlarından sonraysa artık ciddi bir koleksiyoner olarak eser biriktirmeye başlar. Ve o süreç, bugün Ankara’nın ilk çağdaş sanat koleksiyonuna sahip Müze Evliyagil’in açılmasına kadar gelir. Mimar Nejat Sert tarafından dönüştürülen bina, Sarp Evliyagil’in tam da isteği gibi bir ‘Beyaz Küp’. 1200 metrekarelik bir alana kurulu müze, dört kattan oluşuyor. En üst katı sanat kütüphanesi, diğer üç kat ise sergi alanı olarak tasarlanmış. Sergi, küratör Deniz Artun tarafından Evliyagil koleksiyonunun yüzde yirmisi kullanılarak oluşturulmuş.
Ankara’nın ilk kişisel çağdaş sanat müzesini açmış olmak sizin için ne ifade ediyor?
Sarp Evliyagil: Ankara, ne yazık ki tıpkı İstanbul gibi aldığı aşırı göçten dolayı köy-kent kıvamında büyüyor. Zamanından önce olgunlaşan hormonlu sebzeler gibi... Dolayısıyla geniş bulvarlar, alt geçitler, köprüler tamam da, örneğin opera Atatürk zamanında yapılmış ve 90 yıl öncenin şartlarına göre dizayn edilmiş. Veya senfoni orkestrası 60 yıl öncenin şartlarına göre tasarlanmış ve o şekilde yaşatılmaya çalışılıyor.
Böyle bir müzenin eksikliği mi sizi harekete geçirdi?
-165 bin nüfuslu Basel şehrinde 6-7 tane modern ve çağdaş sanat müzesi var. Yani 14 milyonluk İstanbul’dan fazla! 6 milyonluk Ankara’da ise bir sanatçı müzesi ve bir sergi evi dışında uzun süre kapalı kalan Devlet Resim Heykel Müzesi’nden başka bir yer yok.Yurtdışından gelen, özellikle Batılı misafirlerin bir-iki kez alay konusu bile oldu bu durum. Dolayısıyla sürekli onu bunu eleştirmek yerine kendim birey olarak iyi niyetle ne ölçüde, nasıl bir şey yapabilirim diye düşündüm. Buna Ankara’da başlamanın ve zamanla büyütmenin daha doğru olacağına karar verip, kolları sıvadım. Gitgide kısırlaşan ve birkaç mekâna hapsolan Ankara çağdaş sanat hayatına küçük de olsa yeni bir soluk, yeni bir renk getirebilirse bu mekân, işlevini yerine getirmiş olur.İnsanlarla paylaşmanın hazzı
İstanbul’da pek çok ünlü koleksiyonerin müze açacağı, açmak üzere olduğu söylentileri yıllardır sürüp giderken öne çıkmış oldunuz...
-İstanbul’da birçok koleksiyonerin müze açacağı yıllardır konuşuluyor, doğru. Bence açılmalı ve bu eserler halkla, toplumla paylaşılmalı. Örneğin Demsa’nın geniş çaplı bir koleksiyonu olduğu söyleniyor. Önce Beyoğlu’nda, sonra Haliç’te, daha sonra Levent’te müze yapacağına dair söylentiler dolaştı. Bu üç mekânın adını ben bile 5-6 senedir duyuyorum, keşke bu süre kaybedilmeseydi ve toplum, bizler o koleksiyondan faydalanıyor olsaydık. Benimkisi eleştiri değil, sadece arzu... Öner Kocabeyoğlu’nun önemli eserleri ihtiva eden çok iyi bir koleksiyonu var ve kendisi Teşvikiye’de butik bir müze tadında, randevuyla çalışan bir mekân yaptı. Bence sanat adına büyük bir hizmet ama keşke o güzel koleksiyonu zaman içerisinde, metraj ve sergileme alanı olarak daha büyük bir yerde, daha büyük kitlelerle paylaşsa. Bu da bir arzu. İşte benim yaptığım bu küçük girişim; bu tip, elinde zaten evvelce oluşmuş koleksiyonu olan bireylere ve kurumlara örnek olmak ve onlara cesaret vermek amacını taşıyor. Sahip olup envanter kaydı eşliğinde depoda bekletmenin hazzı, insanlarla paylaşımın hazzının yanında çok ufak ve anlamsız kalıyor.Yurtdışından örnekler
Sarp Evliyagil’in kurduğu müze, Ankara’nın yaklaşık 20 kilometre dışındaki İncek’te.
Sizi cesaretlendiren ne oldu?
- Birkaç şey... Birincisi; 2001’de herkesten evvel, Türk burjuvazisi uyku halindeyken, devletten hiçbir teşvik, yer, yurt beklemeden kendi imkânları ile ‘Proje 4L Elgiz Müzesi’ ismi altında Levent’te bu işi yapan Can Bey’in (Elgiz) vizyonu beni etkiledi. Demek ki küçük bir nüve de olsa sanat dünyasında yerini buluyor. Bu arada yurtdışında birçok irili ufaklı müze gezdim ve bunların birçoğunun evden, depodan bozma yerler olduğunu gözlemledim. Venedik’teki Peggy Guggenheim’ın içeriğinin tam aksi olan fiziki ortamını görenler, ne demek istediğimi daha net gözlerinde canlandırırlar. Bir de 2008 yılında Miami’de Rubell Koleksiyonu’nu gezerken, ‘Günün birinde çok daha küçüğü de olsa koleksiyonumu topluma açmak ve paylaşmak istiyorum’ diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum.
Müze kurmuş olmanız, müzeye bundan sonraki eser alımlarını nasıl etkiler?
- Bundan sonraki eser alımlarında; bir galeri veya sanatçı, kendi eserinin bir evin dört duvarı yerine, toplumla paylaşılan bir mekânda olmasını tercih edeceğinden müzeye öncelik verecektir diye düşünüyorum.
Eleştirmenlere bir çift söz
“Eleştirmenlerden beklentim, kültür ve sanat adına yapılan her iyi niyetli girişime pozitif yaklaşmalarıdır. Geçenlerde bir toplantıda 50-60 kişinin önünde Sakıp Sabancı Müzesi’ni, bir küratör çok acımasızca eleştirdi. Yeni eser alımları ve yabancı sanatçılardan alım yapmıyorlarmış diye! ‘Artık insanların gardıroplarında bile yabancı marka kıyafetler var’ diye de ekledi! Her müze veya kurum yeni eser almak zorunda değil. İlla yaşayan yerli veya yabancı sanatçılara destek olacak diye bir zorunluluğu da yok. Kaldı ki Sabancı Müzesi bütçesini, yurtdışından getirdiği çok pahalı sergilere harcıyor. Örneğin ZERO. O sergiyi uçağa binmeden, evinin bir kilometre yakınında izlemek, müthiş bir lüks. Elinizde sanat tarihi açısından veya kültürel önemi olan bir adet eser olabilir, o bir eser için bile bir mekân yapar, toplumla paylaşırsanız, orası bir eserlik müze olur! Yeter ki paylaşma isteği olsun ve toplumda karşılık bulsun.”