Beyoğlu sahnelerinin mavi efsanesi

Güncelleme Tarihi:

Beyoğlu sahnelerinin mavi efsanesi
Oluşturulma Tarihi: Nisan 21, 2017 15:49

1990’larda dört sıradışı müzisyenin çaldığı ve Beyoğlu’nun en iyi sahnelerini salladığı ‘Blue Blues Band’ bugün hâlâ dilden dile dolaşıyor. Grubu anlatan ‘Blue’ filmi bir dönemin de kapısını aralıyor. Gençliğin kendine sert ve sağlam bir ifade arayıp bulduğu bir dönemin...

Haberin Devamı

Şimdi çok uzun zaman önceymiş gibi görünüyor ama sadece 1990’larda her köşesinden, her kaldırımından, her sahnesinden bir sürpriz fırlayan, delifişek bir Beyoğlu vardı...

İçinden sadece tramvay değil müzik de geçen bir Beyoğlu... Hatta en çok müzik geçen bir Beyoğlu... Kemancı’nın, Hayal Kahvesi’nin, Mojo’nun ve daha nice sahnenin, kulübün Beyoğlu’su... Ve tabii ki muazzam müzisyenlerin, efsane performansların Beyoğlu’su...

Beyoğlu sahnelerinin mavi efsanesi

Bu hafta vizyona giren bir belgesel film, ‘Blue’ (Mavi)  bize işte böyle bir efsaneyi anlatıyor. Doksanların sonunda, kulaktan kulağa fısıldayarak büyüyen, nasıl çaldıklarını gidip görmeyenin neredeyse ayıplandığı, görmeye gidenin o sahneden ayağını bir daha kesmediği sıradışı bir grup vardı: Blue Blues Band... O dönemin ruhunun hem bir parçası olan hem de o ruha ciddi katkı yapan ‘Blue Blues Band’i konu alan film, yönetmen Mehmet Sertan Ünver’in imzasını taşıyor. Grubu ve dönemi anlatan röportajlarla yürüyen ‘Blue’da hikâyeyi öncelikle grubun kurucusu Batu Mutlugil’in, rock camiasında daha çok bilindiği haliyle ‘Batu Abi’nin ağzından dinliyoruz. Grubun basçısı Sunay Özgür de filmde; Yavuz Çetin ve Kerem Çaplı’nın ailesi ve arkadaşları da... Sonra Erkan Oğur, Volkan Başaran, Teoman, Aylin Aslım, Nejat İşler, Ercan Saatçi, Deniz
Arcak... Müthiş bir resmigeçit...

Haberin Devamı

Beyoğlu sahnelerinin mavi efsanesi

Benzersiz bir davulcu, gitarist, vokalist... Sıradışı müzisyen Kerim Çaplı ABD’de Jimi Hendrix ile de çalmıştı.

BİRBİRİNİ TAMAMLAYAN İKİ GİTAR

Filmin merkezinde, grubun bugün aramızda olmayan iki üyesi, Kerem Çaplı ve Yavuz Çetin var. Ama bu çok daha büyük bir hikâye; Hürriyet yazarı Kanat Atkaya’nın ifadesiyle, ‘müzikten, sevgiden, barıştan, herkese özgürlükten yana gönül düşürmüş ama zorbalıkla, kaba kuvvetle, dışlanmayla karşılık bulmuş bir kuşak’ın hikâyesi: “1980’lerde pişen, 1990’larda ‘neşet eden’ rock kuşağının bugün ‘tatlı anılar’ rafına kaldırdığı günlerde göğüslediği zorlukları dinlerken ‘Canına okuduğun kuşağa bir dön bak isterim toplum abi’ diyesi geliyor
insanın.”

Haberin Devamı

Beyoğlu sahnelerinin mavi efsanesi

Grubun kurucusu Batu Mutlugil’e grubun nasıl doğduğunu soruyorum: “Uzun zamandır müziği bırakmıştım. Avrupa’dan dönmüştüm; Türkiye’deki ortamda çok müzik yapasım yoktu; pek kimsenin arkasında da çalmak istemiyordum. Bir grup kurmak istesem, bu işi götürecek çok kişi de yoktu ortada. En iyi müzisyenleri de tanıyordum elbette ama ya bir başka grupta çalıyorlardı ya da uzun soluklu bir proje için uygun değillerdi. ‘En iyisi ben bir durulayım’ dedim. Uzun müddet de böyle kaldı. Ama sonra bir gün tesadüfen ‘Bodrum White House’da Yavuz Çetin’i dinledim; sonra tanıştık da. İki gitarın beraber çalması çok güçtür aslında rock’ta. Birbirini dinleyen, birbirine uyum gösteren iki gitarist bulmak zordur. Yavuz’da bunu gördüm ve ‘Gel beraber bir grup kuralım’ dedim.”

Haberin Devamı

Beyoğlu sahnelerinin mavi efsanesi

Bu hafta vizyona giren ‘Blue’ grubun çok az kaydı bulunan sahne performanslarına yer veriyor. Grubun kurucularından Batu Mutlugil’in ve bas gitarist Sunay Özgür’ün de filmde önemli bir yeri var.

DÂHİ MÜZİSYEN KERİM ÇAPLI

Her şey böyle başladı. Sene 1990’dı. Kabuğundan çıkan genç ve yetenekli müzisyen Yavuz Çetin, grupta iyiden iyiye pişecek, 11 sene sonra intihar edene dek çaldıklarıyla (bu arada ‘İlk’ ve ‘Satılık’ isimlerini taşıyan iki de albüm çıkaracaktı) ismini Türkiye’nin sayılı gitaristleri arasına yazdıracaktı.

Grubun ilk iki üyesi Mutlugil ve Çetin’di. Arada bazı müzisyenler geçici olarak çaldılarsa da, basçı Sunay Özgür’ün Blue Blues Band’e katılmasının ardından (Mutlugil, Volkan Başaran’ın grubu Karizma’da çalan Özgür’ü dinlemiş ve çok beğenmişti) geriye bir davulcu bulmak kalıyordu. Sabırla beklediler. Mutlugil “Yurtdışında da saygı gören, en azından amfilerini bir rodiye taşıtacak parayı kazanabilen, hamallık yapmadan müzik yapabilecek bir grup kurmayı hedeflediklerini” anlatıyor.

Haberin Devamı

Belki umduklarından da iyisini, Kerim Çaplı’yı buldular. Müzisyen bir  ailenin oğlu olarak ABD’de büyüyen Çaplı, 1960’larda Sundowners isimli grupta davul çalmış; hatta bir dönem Jimi Hendrix ile turneye çıkmıştı. Sonra grubu terk edip kayıplara karışmış, birdenbire Türkiye’ye dönmeye karar vermişti  (Belgeselde, Hendrix’in onunla bir daha çalamadığı için hayıflandığı da aktarılıyor).

Türkiye’de bir süre Orhan Atasoy ile de çalışan Çaplı’nın yolu Blue Blues Band’le kesişince grup tamamlandı. Mutlugil, bizde yeterince tanınmadığı için üzüldüğü Çaplı’nın bir dâhi olduğunu anlatıyor: “Sadece bir davulcu değildi. Klavyeye de geçerdi; harika gitar da çalardı, söylerdi. Her şeyi mükemmel yapardı.” Dert, Çaplı’nın ilerleyen ruhsal bunalımlarıydı.
Çetin’den üç sene sonra hayatını kaybedene dek bu sıkıntı artarak devam etti.

Haberin Devamı

KALABALIKTAN SAHNEYE ÇIKAMIYORDUK

İlk günler sadece pazartesi çalıyorlardı. Hayal Kahvesi’nde. En ölü günde. Hafta sonu kalabalığından pek hazzetmiyor; seyirciler sadece kendileri için gelsinler istiyorlardı. Geldiler de. Mutlugil anlatıyor: “Ertesi haftadan itibaren ağzına kadar doldu Hayal Kahvesi. Millet bizden önce gelip dolduruyordu; biz sahneye çok zor çıkıyorduk. Tuvalete gitmek zaten hayaldi bizim için.”

Rağbet arttıkça çaldıkları günler de arttı. Yıllar içinde Kemancı’ya da gittiler; sonra Mojo’da da çıktılar. Özel seyircileri vardı. Onları sahnede izleyen Aylin Aslım’dan dinleyelim: “Beyoğlu’nun 90’larında lise ve üniversite öğrencisi olmak, müzisyen olmaya çalışmak, böyle insanları sahnede izleyebilmek, Kemancı, Hayal Kahvesi’nde  kapıda kesilen bilet sayısına değil içeride yapılan müziğin kalitesine bakıldığı yıllar. Şanslıymışız ki gençliğimize denk geldiler.”

Film, Aslım’ın “İkisinin de yeteneği ve vizyonu o zamanın Türkiye’si için yüz gömlek fazlaydı” diye tanımladığı Çetin ve Çaplı’nın dramatik sonlarına doğru hüzünle ilerliyor. Bir yumru oturuyor boğaza. Daha neler yaşanabilirdi? Ve ne kaldı geriye? ‘Blue Blues Band’ efsanesi yeterince anlaşılamadı mı?

Cevap filmin belki en duygulu anlarını oluşturan Erkan Oğur röportajından
gelsin: “Anlaşılmamak diye bir şey yok. Sen
kendini anlıyorsan yeterli. Sen bir enerji yığını olarak varsın. Yok olamazsın. Müzik de yok olmaz.”

Beyoğlu sahnelerinin mavi efsanesi

ROCK MÜZİĞİN YÜKSELİŞİ, FANZİN ATAĞI, ALT-KÜLTÜR HAREKETLİLİĞİ, GENÇLİĞİN ‘KARŞI ÇIKIŞ’ CÜMLESİYDİ

‘Blue’nun proje danışmanı, yazar Yekta Kopan anlatıyor

70'lerin çatışma ortamı... 80’lerin baskısı... 90’ların derin devlet görüntüleri... Bütün bu atmosferlerde çocukluğunu, ergenliğini ve nihayetinde gençliğini yaşayan kuşağın bir ‘karşı çıkış’ cümlesi bulması gerekliydi. İşte 90’larda özellikle büyük kentlerde karşımıza çıkan rock müzik çıkışı, fanzin atağı, alt-kültür hareketliliği, biraz da gençliğimizin ‘karşı çıkış’ cümlesiydi. Yıllara yayılan baskılara karşı birlikte olmayı sağlayan bu elementlerle bir ‘isyan’ cümlesiydi.

BİR GRUP HİKÂYESİNDEN FAZLASI

90’larda bir ucu Akmar Pasajı’na, bir ucu Kemancı, Mojo gibi mekanlara uzanan içe dönük isyanın önemli figürlerinden biri de ‘Blue Blues Band’ oldu. Elbette sadece İstanbul’la sınırlı olmayan daha pek çok önemli figür var. ‘Blue’ kanımca sadece Yavuz Çetin, Kerim Çaplı ve Blue Blues Band hikâyesi olmakla kalmayıp o yılların yeniden tartışılması için açtığı kapıyla da değerli. 

BAKMADAN GEÇME!