Ezgi ATABİLEN Fotoğraf: Emre YUNUSOĞLU
Oluşturulma Tarihi: Nisan 19, 2015 14:11
Bu hafta vizyona giren 'Eksik', oyuncu Barış Atay'ın ilk yönetmenlik tecrübesi.
Bir ilk filmin acemiliğinden tamamıyla uzak. 12 Eylül’le başlayıp AK Parti Türkiyesi’ne uzanan karanlığın içinde bir aile dramını anlatıyor. Atay'ın aynı zamanda hikâyesini yazıp rol aldığı filmin merkezinde, darbe mağduru iki kardeşin yıllar sonra ilk kez buluşması var.
Eksik'in sonunda annenize bir not var. Filmin çıkış noktası da kendi aile hikâyeniz, değil mi?
- Ben her devrimci ailenin yaşayabilecekleri üzerinden bir hikâye yarattım aslında. Ama çıkış noktası annemle babamın yaşadıkları. Annem ise hayatımda gördüğüm en devrimci kadın.
Anne ve babanızın nasıl bir hikâyesi var?
- Onlar '78 kuşağından iki genç. İkisi de 21 yaşındayken ben doğmuşum. Babam ben doğduğumda cezaevindeydi. Annem ise arandığı için yurtdışında, babasının yanında doğurdu beni. Annemin aranma kararı kalktıktan sonra birkaç kere gelip gittik ülkeye. Babam cezaevinden çıktı, askerlik filan derken yıl 1986 oldu. Altı yaşından başlayarak babamla yeni bir ilişki kurmaya başladım. Tabii çok zor hikâyeleri var, o zamanlar neredeyse her ailenin yaşadığı gibi. Bunlar sanırım küçük ama güçlü bir aile olmamızın temel faktörleri.
Filmde oynadığınız Türker karakteri, darbe döneminde işkenceyi yaşayıp eşini kaybetmiş annesi ve hatta işkence sonucu engelli doğmuş erkek kardeşine rağmen, filmin asıl 'eksik' kalanı aslında. Aynı dönemin sizde 'eksik' bıraktıkları neler?
- Anlattığım dönem dışında yok aslında. Ben 80'den sonra çocuklarıyla ilişki kurmakta zorlanan ailelerin aksine, benimle sürekli iletişim kuran ve yaşadıkları sıkıntıları paylaşmaktan çekinmeyen bir ailenin çocuğuyum. O açıdan şanslı bir çocuktum. Bu sayede çok küçük yaştan itibaren dünyanın ve ülkenin ahvaline ilişkin fikirlerim, bir ideolojik görüşüm, siyasete ilgim vardı. Keşke devrimci ailelerin hepsi yaşadıkları acıları çocukları da yaşar korkusuyla anlatmaktan çekinmese, diye hep söylediğimiz şeyi ailem yaptı. Özellikle sosyal demokrat ve sol sosyalist ailelerin buna dair pişmanlıklarını attığı nokta Gezi direnişidir. Hoş, çocuklarına 'gitme' diyecekleri bir durum da yoktu ya ortada...
Filmde 12 Eylül'ü, salt dönemi göstermekle yetinmeden, 30 yıl sonra insan hayatları üzerinde bıraktığı izler üzerinden anlatıyorsunuz. Pek çok 12 Eylül filmi çekildi ama şahsen ben bu bakış açısıyla çekilmiş bir film ilk kez izledim. Neden bu tercih?
- Mümkün olduğu kadar propagandist bir dilden kaçınmaya çalıştım. 12 Eylül'de yaşanan acıları zaten bizim ideolojimizdeki insanların bilmediğini düşünmüyorum. Herkes bir şekilde yaşadı bunları. Ama o dönemi yaşayan bir ailenin 30 yıl boyunca ne yaşadığı, o acılardan nasıl etkilendiği, nasıl travmalar atlattığı, karakterlerinin nasıl değiştiği benim için daha ilgi çekiciydi.
Kendi fikir dünyanız ve hayattaki duruşunuza son derece zıt bir karakter Türker. Çok iyi içselleştirmişsiniz onu. Nasıl tarif edersiniz Türker'i?- Türker 80'de Kenan Evren'le Turgut Özal'ın başlattığı o prototip yaratma çabasının günümüze yansıması. Yani, Türker bugünün adamı. Ben sadece 80'le arasında bir bağ kurdum. Her gün sokakta gördüğün binlerce insan, Türker. Sıfır politik bilinç, herhangi bir gözlemleme, yorumlama yeteneği olmayan, çok şey bildiğini sanıp aslında hiçbir şey bilmeyen, çok kelime kullanıp hiç konuşmayan aslında. Onu bu kadar içselleştirebilmemin sebebi, çok iyi tanıyor olmam. Hayatım boyunca benim ve doğacak çocuğumun olmasını istemediğim adam Türker.
Bugün içinden geçtiğimiz sürecin, AK Parti iktidarıyla büyümüş bu neslin çocuklarına nasıl etkisi olacak sizce?- Eğer bugünün sol sosyalist aileleri yaşadıklarını çocuklarına aktarmakta sıkıntı yaşarsa yeni 'Türker'ler yetişir sadece. Bugünün eksik kalmış insanlarıyla 80'nin eksik bıraktığı insanlar arasında bir fark olacaktır bence. Ama o farkı net görmek için yıllar sonrasını görmek lazım.
Bundan sonra çekeceğiniz filmler de politik içerikli mi olacak?
- Evet. İmkanım olursa çekeceğim yeni filmler de sistem eleştirisi yapan, bir derdi olan filmler olacak...
Gezi'den sonra dizi sektöründe muhalif oyunculara rol verilmediğini biliyoruz. Bunun sıkıntısını yaşıyor musunuz?- İki yıldır dizide oynamıyorum. Özel bir tiyatromuz var; Emek Sahnesi. Orada ne dertlerle boğuştuğumuzu biliyorsundur zaten. Çok sıkıntılı bir dönem yaşadığım gerçek. Ama bu beni inandıklarımı ortaya koymaktan alıkoyacak değil. Eğer bir evin içerisinde oturabiliyor, o akşam
yemek yiyebiliyor, eşimle yürüyüşe çıkıp bir kahve içebiliyorsam benim için yaşamak bu. Hiçbir zaman çok başka şeyler talep etmedim hayattan. Zaten içindeyken mutsuz olacağı bir sektörün parçası olmak yoruyor insanı. O yüzden karşılıklı olarak mutluyuz herhalde.
Bir aktör olarak tanınmaktan ziyade devrimci duruşun bir sembolü haline gelmeye başladınız. Sosyal medyada falan sözleriniz caps'leniyor. Bu istediğiniz bir şey miydi?- Farkındayım ama kabullenmek istemiyorum. Gezi'de ön plana çıkanı kahramanlaştırma çabasının sokağa çıkan milyonlarca insana haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bu durum da aslında insanların size değer verdiğini gösteriyor. O değeri de layığıyla karşılamaya çalışıyorum.
İstanbul Film Festivali'nin Ulusal Yarışma bölümüne seçilen 10 filmden biriydi 'Eksik'. 'Bakur'a gelen sansür nedeniyle festivalden çektiniz. Sizce sebep politik miydi?- Bu aslında hükümetin kan kaybetmeye başladığı bu süreçte Kürt hareketiyle ilgili politikasını değiştirmesinden ayrı tutulabilir bir şey değil. Birileriyle barışmaya çalıştığını iddia ediyorsun ama o insanların belgeselini engelliyorsun. Hemen öncesinde provokasyon olduğu çok açık bir çatışmanın müdahili görünüyorsun. Yaralı askerleri orada bırakmana ve halkın askerleri oradan çıkartmak için çaba sarf ettiğini görmene rağmen, bunu kendi medya araçlarında manipüle etmeye çalışıyorsun. Sonra da ben aslında barış süreci yürütüyorum diyorsun. Baştan aşağı saçmalık.
Özgür Emre Yıldırım
Camdan içeri girmeyeçalışan bir kelebek: Devrim
Bize göre; İstanbul Film Festivali'nde yarışmalar iptal edilmeseydi, Özgür Emre Yıldırım'ın 'Eksik'te bir spastik engelliyi oynadığı Devrim rolüyle ödül alacağı muhakkaktı! Öyle iyi, güçlü ve gerçekçi bir performans ki onunkisi, filmi izlerken profesyonel bir oyuncu olduğuna ihtimal dahi vermiyorsunuz. Yıldırım, role nasıl hazırlandığını anlatıyor: "Devrim, kısmen hazır olduğum bir karakterdi. Senaryoyu okuduktan sonra 'serebral palsi' (spastik) hastalığı üzerine bir araştırmaya koyuldum. Hastalığın bireyler üzerindeki fiziksel etkisine tanıklık etmek, gözlem yapabilmek adına ulaşabildiğim tüm görselleri, videoları, belgesel ve röportajları defalarca izledim. Böylece hastalığı fiziksel ve zihinsel olarak kavramaya, içselleştirmeye başladım. Sıra Devrim'e bir ruh katmaya geldiğinde ise aklımda sadece şu kelimeler yankılanıyordu: 'O bir melek, o bir bebek olmalı, otuz yıldır hiç kirlenmemiş insanın en saf hali olmalı!' Arkasından zihnimde beliren fotoğraf şu oldu; camdan içeriye girmeye çalışan bir kelebek! Arkasına güneşi almış ve onu saatlerce hayranlıkla izleyen tekerlekli sandalyede bir silüet. Tek temennim bu hissettiklerimin seyirciye de geçmesi."