Güncelleme Tarihi:
Romanın anlatıcısı, roman yazmak için Luzern’e (İtalyanca’da Luçerna) giden bir Türk yazar. Siz de Luzern’e gidip çalıştınız mı?
Yazar, kendini yazar derler. Sanırım kitabımda bunu doğruluyorum. Cennetsi güzelliklerin var olduğu bu çevreye sık sık yaptığım gezilerin sonucunda ortaya çıktı.
Okuduğumuz, bir kastratonun hikâyesi. Nedir kastrato?
Kastratoların kökeni Bizans İstanbul’u. Ayasofya’nın kilise korosu, mabedin içindeki iki Eksedra’da sıralanıyor. Noel ve Paskalya zamanlarında sayıları 800’ü buluyor. Bunların arasında kastratolar da var. Amaç, meleklerin sesine ulaşmak. Sesleri sıradışı özellikler taşıyan erkek çocuklar titizlikle seçiliyor. Daha sonra hormonal gelişimini durduracak bir operasyon geliştiriliyor. Böylece çocuğun sesi ergenlik çağında hiç bozulmuyor. Akıl almaz seviyelere çıkabiliyor. Örneğin, MS 400 yılında İmparatoriçe Aelia Eudoxia’nın özel bir kastrato korosu olduğunu biliyoruz. Hatta koro şefinin bir mozaik betimi de var elimizde.
‘Luçerna’nın Kuğuları’ bize Farinelli’den aşina olduğumuz kastrato hikâyesinin kökeninin bizim topraklarda, en çok da Ayasofya’da olduğunu anlatıyor bir yandan. Nedir bu bağ?
4. Haçlı Seferi sırasında Latinler İstanbul’u işgal ettiğinde ‘homoseksüel bunlar’ diyerek çoğunu katlediyor. Pek azını da yanlarında Venedik’e götürüyorlar. 400 yıl sonra, büyük operalar devri başladığında sopranolara rakip olarak yeniden ortaya çıkıyor kastratolar. Özellikle Handel, eserlerinde onları sıklıkla kullanıyor. 20’nci yüzyılın başında da, yine gizemli bir biçimde yok oluyorlar.
Meleksi bir sese ulaşmak için bu kadar vahşi, geri dönüşsüz bir eylem nasıl bunca kabul görmüş o zamanlar?
Gerçekten de dramatik bir olgu. İğdiş edilen çocuğun hayatı çalınıyor. Hormonal gelişimi anormal boyutlara ulaşıyor. Uzun boylu ve çok geniş göğüskafesine sahip bir yapıya ulaşıyorlar. Bu nedenle de ses kapasiteleri inanılmaz boyutlara tırmanıyor. Farinelli, Senessino gibi starların tek bir notayı 2 ile 4 dakika arasındaki sürelerde hançerelerinden doruklara taşıdıkları söyleniyor.
Benzersiz bir coğrafyada, yalçın dağların arasında geçen hayli entelektüel bir roman bu. Bir ikilik yarattı mı sizin için?
Luçerna Gölü’nün her yeri saf, ince imbikten damıtılmış güzellikler taşıyor. Buralarda, özellikle o yüz yıllık göl vapurlarıyla gezerken çevreyi kuşatan sessizliğin sesleri aklımın yeldeğirmenlerini çeviriyordu. Bir müzik adamı olmadığım için bunu ancak edebi bir yapıtla kompoze edebileceğimi düşündüm. Kısa bir roman olmasına rağmen, yazım süreci üç yıla yakın bir zamana yayıldı.