Güncelleme Tarihi:
- İyi polisiye romanın iyi edebiyat olduğunu düşünüyorum… Kuantum Mektupları polisiye severlere bir çıkış romanı olarak sunuluyor. Uğur, bu romanı yazma sürecinden biraz bahseder misin?
Bu düşüncene katılıyorum; polisiye de dâhil olmak üzere tür fark etmeksizin iyi roman, iyi edebiyattır. Tür sadece insani beğenilere göre değişkenlik gösterir. Kimi polisiye sever, kimi klasik, kimi de romantik…
Artık Türk edebiyatında tür tartışmalarını bir yana bırakıp, hatta yeni tür yaratma çabasından sıyrılıp, tarz veya tür ayırt etmeksizin “iyiyi” aramanın zamanının geldiğini düşünüyorum. Kuantum Mektupları da, yurtdışında thriller olarak tanımlanan ve Türkçede genel itibariyle “polisiye” olarak akıllara yerleşmiş türe mensup bir roman.
Bu romanı yazmaya 2017 yılının Kasım ayında bir gün ansızın karar verdim. Aklımda bir olay örgüsü veyahut karakter dağılımı değil, sadece ve sadece bir fikir vardı ve o fikir de; kitapta başkahramanımızın aradığı “gerçek” idi. 7-8 ay sonunda roman tamamlanmış şekilde önümde duruyordu.
Avukat olmasaydım Sara da olmazdı
- Sara Stern, Yahudi asıllı bir aileye mensup. Sizin mesleğinizle Sara’nın mesleğiyle aynı, avukatsınız… Sara karakterini yazarken yaptığınız işin etkisi mutlaka olmuştur değil mi?
- Sara, asıl itibariyle Türk Yahudisi bir aileye mensup, New York’ta yaşayan bir avukat. Bir gece Türk Yahudi liderliğinden hiç beklemediği bir çağrı alıyor, Yahudi ve Hristiyan vakıflarına karşı açılmış davalara bakması için İstanbul’a çağrılıyor. Kahramanımızın Türkiye’ye ilk geliş sebebi hukuki bir bulmacayı çözmek ve bu bulmaca örgüsünü oluşturmak için de belli bir hukuk bilgisi ve avukatlık tecrübesi gerekiyor. Bu nedenle evet; avukat olmasaydım romanın başkahramanı olan Sara karakterini yaratamazdım ve daha da ötesi bu kitabı yazamazdım.
KENDİ OKUMAK İSTEYECEĞİM BİR ROMAN YAZDIM
İkici hedefim ise asıl itibariyle insanoğlunun ezelden beri aradığı soruların, yani “İnsan hayatının amacı ve anlamı nedir?” ve “İnsan nasıl ve ne için yaratılmıştır?” sorularının cevabını, daha açık bir anlatımla Sara Stern’ün aradığı “gerçeği” bulmaktı. Kitabın bu sorulara, kendi sistematiği içinde bir cevap verdiğini düşünüyorum ki, bu cevap da din ile bilimin kesiştiği noktada duruyor. Fakat tabii ki asıl önemli olan, okuyucunun bu cevabı, yani “gerçeği” kendi bilincinde anlamlandırmasıdır. Bunun da sonuçlarını yakında, hep beraber göreceğiz.
Kitabın başından beri yukarıdaki öykü ile bölümler halinde paralel giden Papaz Efendi’nin öyküsü de anlatılmaktadır. Sara’nın hikâyesi ile Papaz Efendi’nin hikâyesi birbirine bağlanır. Kitabın sonunda ortaya çıkan bu gerçek okuru çok şaşırtacak gibi, öyle değil mi?
Dediğin gibi kitapta Sara’nın öyküsüyle paralel giden bir de Papaz Efendi’nin öyküsü var ve bu öykü de en az Sara’nınki kadar sürprizlerle dolu. Burada sürpriz bozan bilgiler vermek istemiyorum fakat şunu diyebilirim; sadece kitabın sonunda değil, kitap içinde de Papaz Efendi’nin kimliği ve misyonu ile ilgili ortaya çıkacak hakikatlerin okuyucu nezdinde şaşkınlık doğuracağını düşünüyorum.
ROMANDA KUANTUM FİZİĞİ
Kitabın isminden de anlayabileceğimiz üzere kuantum fiziğinin kitapta yeri büyük, öyle değil mi?
Kuantum fiziği, henüz bilim adamları tarafından bile tam olarak anlaşılamamış ve içinde en az fizik kadar felsefenin ve hatta mistisizminin de bulunduğu bir alan. Kahramanlarımızdan Jake, üniversitede ders veren bir fizik hocası ve Sara’ya çift yarık deneyi ve Schrödinger'in Kedisi gibi aslında temel olarak büyük çapta bilinen kuantum fenomenlerinin, “bilinmeyen” yani karanlıkta kalmış yüzlerini ve çok çarpıcı yönlerini anlatıyor. Bu bilgiler de, kitabın kurgusu içinde çok büyük önem taşıyor. Bu bakımdan, kuantum dünyası ile ilgilenen okuyucuların da, bu anlatılanlardan büyük oranda etkileneceklerini düşünüyorum.
Kitabınızda bahsetmiş olduğunuz dini vakıfları yazarken nasıl bir yol izlediniz? Bu tür kurgular yapmak sizde ne gibi araştırmalara yol açtı?
Aslına bakarsan, kitabı yazmaya başlamadan önce yaptığım araştırmalar en çok zamanımı alan ve en çok üstünde durduğum husus oldu. Yahudi ve Hristiyan vakıfları ile ilgili yaptığım araştırmalarda derinlere indikçe hiç ummadığım bilgilere ulaştım. Yine sürpriz bozan bilgiler vermeden bu soruyu burada bırakalım. Sadece şunu diyebilirim; Kuantum Mektupları her ne kadar kurmaca bir roman da olsa, “hakikatler” üzerine kurulmuş bir kitaptır.
Roman karakterlerini yaratırken, nereden ilham aldınız? Bir süre bu karakterle yaşamış gibisiniz…
Romandaki karakterlerin hemen hepsi, isimleri farklı da olsa gerçek hayatta tanıdığım kişilerden esinlenildi. Sanırım “gerçek” kadar insana ilham veren başka bir şey yok. Sadece başımızı yerden kaldırıp etrafımıza bakmak yeterli.
Hayaller insanlara gerçeklerden daha fazla yol gösteriyor, öyle değil mi?
Hayal olmadan gerçek de olmazdı ve bunun tersi de aynı derecede doğru. Sorduğun soruyu çok iyi anlıyorum; roman bir hayal dünyasıdır ama iyi roman, insanın ufkunu gerçeklerden daha fazla açar ve algısını derinleştirir. Çünkü romanın aksine gerçek hayatta hazır bir rota yoktur. Rotanızı ya sizin kendi hayaliniz çizer ya da bu zahmete girmezsiniz ve rotayı sizin yerinize başkası veya başkaları çizer. Çünkü hayal etmek zordur, belli bir çaba ister. Bunun için düşünce ve bilinç geliştirilmelidir. İşte budur düşünebilen ve hayal edebilen insan ile oradan oraya savrulan kalabalıkları birbirinden ayıran…
Sadece yazdım ve öncesinde aklımda roman yazmak yoktu
İçinizde katledilmiş bir duygu var mıydı? Bu kitabı bitirdikten sonra neler hissettiniz?
Kuantum Mektupları’nı yazmak benim için bilinmeyene atılmış bir adımdı. Zira başta da dediğim gibi, bu kitabı yazmaya karar verdiğim ana kadar aklımda bir roman yazmak yoktu, hiç olmamıştı… Bu adımın sonucunda çıkacak olan mahsulü bilmiyordum. İyi olup olmayacağı konusunda da hiçbir fikrim yoktu. Sadece yazdım… Yazdım ve bir akışa girdim. Ve bu akış içinde olma durumu çok farklıydı.
Kitabı bitirdiğim zaman neler hissettiğime gelince; tümüyle bir tatmin haliydi hissettiğim. Kitabımın, gönderdikten çok kısa bir zaman sonra Türkiye’nin en saygın yayın gruplarından biri tarafından basılmaya değer görülmesi ise bu tatmini, gurur duygusu ile perçinledi. Şimdi ise asıl mutluluk ve belki de daha çok heyecan kaynağı, Kauntum Mektupları romanı ile ilgili okuyucularımdan gelecek yorumlar olacak.
Ben her insanın içinde en az bir dalda üstün bir yeteneğin bulunduğuna inanıyorum. Fakat yeteneğin, çalışmadan ve çaba sarf etmeden hiçbir kıymeti yok. Ne yazık ki insanlar sonuçlara çok kafayı takıp, süreçten zevk almayı unutuyorlar. Sürekli sonuçlara dair bir tasa halindeler ve bu hem çalışmalarını baltalıyor hem de gerçek yeteneklerinin ortaya çıkmasını engelliyor. E tabii böyle olunca istedikleri sonucu da elde edemiyorlar.
Yapılacak tek şey, yapmaktan keyif alınacak bir şey bulup onun üstünde bütün benliğimiz ile çalışmak. Süreçten olabildiğince keyif almak. Fakat bir taraftan da hayatın gerçeklerini ve sorumluluklarımızı unutmamak… Böylelikle inanıyorum ki, hiç kimsenin içinde katledilmiş bir duygu kalmayacaktır.
POLİSİYE ESER DE OKUR DA AZ
Son olarak suç unsurunun bu kadar fazla olduğu bir ülkede polisiye okumamak, insanın gözüne perde çekilmesi gibi bir şey sanırım… Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Polisiye türü, olay örgüsünün katmanlı ve karmaşık olması nedeniyle yazımı çok zahmetli olan bir tür. Zahmetli olmasından dolayı da maalesef birkaç bilinen yazardan başka bu türde yazan kimse yok. Diğer taraftan akıcılığı nedeniyle de gayet kolay ve keyifle okunan bir roman türü. Sanırım az yazılmasından dolayı okuyucusu genele kıyasen az gibi görünüyor.
E tabii madalyonun diğer yüzü de var; yani ülkemizdeki okuyucu sayısının az olması… Yine de ben diğerlerinin aksine bu konuda çok karamsar değilim. Okuyanla okumayan asla bir olmaz ve okuyan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Sonuç olarak şunu diyebilirim, yeni bir yazar olarak -sayısı az ya da çok- okuyan, değerli ve zeki insanlarla böyle bir yolda yürümeye başlamak bana çok büyük bir mutluluk ve gurur veriyor.
Terenin Faydaları Nedir? Tere Tüketmek İçin 8 Neden