Güncelleme Tarihi:
Kitabın bazı bölümlerinin geçtiği Moda’dayız. Moda senin için ne ifade ediyor?
Moda hayatımın yarısının geçtiği, doğup büyüdüğüm yer. Ben bir yerde uzun süre kalınca oraya karşı garip bir bağımlılık gelişiyor. Buradaki çocuk parkında oynadım, okulum Bahariye’deydi, sonra Kadıköy Kız Lisesi’ne gittim, ilk dondurmayı Moda’da yedim, ilk platonik aşkımı Moda’da yaşadım.. Ayrıca Moda’nın bir yazarı çok besleyen bir dokusu var. Bebek de çok moderndir ama Bebek bana biraz aristokrat gelir. Ama Moda öyle değil, çay bahçeleriyle, kafeleriyle, saaflarıyla hem modern, hem kozmopolit. Kitapta da o yüzden Moda’yı tercih ettim.
“ROMAN BİR UYDURMA SANATI”
Çocukken de radyocu ve yazar olmayı mı düşlerdin yoksa kitabındaki kadın karakter gibi makaronlar yapan bir aşçı olmayı mı?
Yemeklere olan ilgim sonradan geldi. Biliyorsun çocukluğumuzda bu yemek yapma işi bu kadar özendirici değildi. Kelli felli adamlar aşçı olurdu bir de evde anneler yemek yapardı. O nedenle benim aşçılık merakım Amerika’ya gittikten sonra başladı. New York’ta yaşadığım 1999’da food networkler, yığınla yemek dergileri, rengarenk makaronlar ve dünya mutfaklarıyla tanıştım.. Ay dedim bu ne kadar renkli bir dünya. Ama meslek olarak kesinlikle radyocu ve yazar olmayı düşledim. Çünkü çocukluktan bu yana gerek konuşmak gerekse yazmak kendimi en iyi ifade ettiğim alanlar oldu. Radyo programında da hiçbir zaman anons DJ’yi olmadım. Her gün en çok radyo dinlenen saatte 2 saat gündemi yorumladım. Roman ise bir uydurma sanatı aslında. Öte yandan insanın bireysellikte gelebileceği en üst nokta. Çünkü tamamen kendi içinden bir şey uyduruyorsun. Resimde, müzikte bile belli kalıplar var ama romanda yok. Romanda iki ağacı uzayda bir galakside öpüştürebilirsin. Kimse de sana manyak mısın demez. Çünkü o roman.
Bu romanı Best FM’de programın devam ederken yazdın. Her gün 2 saat canlı yayın yaparken nasıl fırsat buldun? Yazma sürecini anlatır mısın?
Arzu’nun inleyen nağmeleri bir gündem şovuydu ve radyoda çok erken saatte olmam gerekiyordu. Ben genelde 10:00’daki program için 7:30’da radyoda olurdum. 2 saat sürekli konuşup yayından çıktıktan sonra bir süre bir şey yapamıyordum. Eve gelip saati kurarak uyurdum sonra akşamüstü uyanıp, çayımı demleyip gece yazardım. Çok yoruldum ama inan hiç şikayet etmedim. İçimden bir ses doğru bir şey yaptığımı söylüyordu.
“KOMEDİYLE AŞKI YANYANA KOYMAYI SEVMİYORUM”
Roman yazmanın her yazara göre farklı bir matematiği var. Senin yöntemin neydi?
En başta tabi duygularla yola çıkıyorsun. Daha önce yazdığım romanım “Seksi Şey” deki gibi bir anda karakterler etrafımı sardı. Bu kitabımda da Paulo Coelho’nun “Ruh ikizini bir kez kaybedersen bir daha bulamazsın” sözünden yola çıkarak bir kadın karakter yaratmak istedim. O kadın karakter öyle bir karakter olmalıydı ki başkasının daha önce yazdığı karakterlere çok benzemesin. Çünkü Türk edebiyatını ben de takip ederim ve başkasının yaptığı bir işi yapmaktan tiksinirim. Hem modern hem de tipik Türkiyeli bir karakter olacaktı. Bunu komik bir şekilde işleyen bir sürü genç kadın yazar çıktı ama ben komediyle aşkı yan yana koymayı sevmiyorum. Yani komik olmayan gerçek bir ilişki öyküsü anlatmak istedim. Ancak kitapta 20 yıl içinde geri dönüşler olduğu için kurguda matematik orada devreye girdi çünkü zamanda hata yapmamam lazımdı. Öyle bir karakter nerede yaşar diye düşünürken Moda’da ara sokaktaki bu evi buldum ve gerisi zaten geldi.
Kitap ağırlıklı olarak 90’lı yıllarda geçiyor. Ne ifade ediyor sana 90’lı yıllar?
Hayatımın en verimli yılları. Çünkü üniversite bitip kendimi ortaya koyduğum yıllar, en fazla gezdiğim yıllar. En önemlisi 90’lar Türkçe müzik, radyo ve televizyon alanında patlamaların yaşandığı yıllar. Aslında halen 2000’li yıllarda 90’lı yılların ekmeğini yiyor gibiyiz. Ben 90’lı yıllarda keşke daha çok şey yapsaydım diye hayıflanıyorum şimdi. O yıllarda biraz tembeldik çünkü. Şimdi 2000’ler öyle değil, hepimiz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İnternet bizi bu anlamda güzel dürtüyor. 90’larda bu yoktu.
Kitapta “Bir erkeği alıp hamur gibi yoğurup değiştirmeyi becerebilen ideal kadınlardan değilim” diye bir cümle var. Sen nasılsın ilişkide? Sivri dilli ve otoriter misin?
Tam tersi ilişkide çok yumuşağım. Ama sevdiğim kişiyi olduğu gibi kabullenirim ve değiştirmeyi denemem bile. Birisini değiştirmeye çalışıyorsam bu önce kendime yaptığım bir ayıptır. Onu kendime hakaret sayarım. Ama bunu yapan kadınlar var. Adamın hobilerini, arkadaş çevresini değiştirebiliyor. 20 yıl sonra adam onu aldattığında da şaşırıyor. E adam öfke duyuyor tabi kadına.
“BİTEN AŞKIMIN ARDINDAN GÜNLERCE YASIMI TUTARIM”
Kitapta günümüzün çabuk tüketilen aşklarına da göndermelerin var. Hatta "Facebook profilimi kapattım" diye başlıyor kitap. Sosyal medya nasıl etkiliyor sence günümüz aşklarını?
Ben tabi 90’lı yıllardaki flört etme ritüellerini seviyorum. Erkek evden gelir seni alır, ailenle tanışır, beraber yemeğe gidilir. Ona alışkın olduğum için kalkıp biri bana kısaltılmış kelimelerle "mrb, slm" diye mesaj atınca kim olursa olsun beni etkileyemiyor. Aşk birbirini tanımak için zaman harcanmadığında çabuk bitiyor. Ben her zaman insanların yüz yüze diyalog kurduğu, üzerinde emek harcanmış, ilerledikçe tadı çıkan ilişkileri sevdim. Bu anlamda çok romantiğim. Biten aşkımın ardından günlerce yasımı tutarım. Bir de alınyazısına çok inanıyorum. Sosyal medyadan da kimseyi kandıramazsın. Kandırırsın belki ama sen stratejini saçma şeyler üzerine kurmuşsan bir gün gelir hayat sana bunun bedelini ödetir. Ben birilerine faydalı olarak yaşamanın doğru olduğunu düşünüyorum. Yıllarca bunu radyoda yaptım, kitapta yaptım, yaşlanınca genç insanlara nasıl faydalı olurum diye şimdiden kafa yoruyorum. İlişkide değil ama hayatta kurduğum tek strateji yaşlılık yıllarımı nasıl daha verimli gerçekleştiririm.
“Aşk acısı çekmek demek ait olduğun yere dönmemek ve başını kaldırıp baktığında tependeki gökyüzüne zerre heyecan duymamaktır” diye bir cümlen var kitapta. Sen nasıl yaşıyorsun aşk acısını?
Aynen bu cümledeki gibi. Muhteşem bir tekneyle tatile de gitsem, mükemmel bir otele de gitsem, o tekne bana sandal, otel cezaevi olur. Yediğim en güzel yemek kokmuş yemek olur. Gerçekten bende aşk ya da ayrılık acısı çektiğimde o beş duyu çalışmıyor. Sonuna kadar o yası tutarım ama o durumlarda bana en iyi gelen şey yürümektir. O yüzden aşk acısı çekerken ben çok zayıflarım çünkü çok yürürüm. Kitabın başında bir cümle var "Bir pikap gibi bilinç takılır" diye. Yürüyerek o durumu hafifletiyorum.
“ÇOK ACI ÇEKMİŞ BİRİNİ BAŞKA TÜRLÜ SEVİYORSUN”
İki aşk var kitapta. Umut ve Tolga.. Sen gerçekte hangisini seçerdin?
Tolga'yı.. Çünkü Umut daha sinik bir tip. Çocukluğundan beri getirdiği travmaları var. Bu da onu daha güçsüz, sorumsuz ve kararsız yapıyor. Okumayanlar için çok tiyo vermeyeyim ama kendi mutluluğunu kırklı yaşında bile bulamamış bir karakter. Tolga ise benim daha sevdiğim tip erkeği temsil ediyor. Tez canlı, bir şeyin ona iyi geleceğini anladığı an ona sarılıyor. Ama Umut gibi çok acı çekmiş erkekler de kadınlarda garip bir şefkatle karışık aşk duygusu uyandırır. Ben bunu bir insanla yaşadım. Çok acılar çekmiş birini başka türlü seviyorsun. Annesi gibi oluyorsun. Umut bölümlerini yazarken çok ağladığım bu yüzden.
Üslubundan etkilendiğin Türk yazarlar kimler?
Aslında çok var ama en sevdiklerim Sevin Soysal, Tezer Özlü, Latife Tekin..
Best Fm’den çıkarılış biçimin sosyal medyada çok konuşuldu.. Dönüp baktığında kırgınlığın var mı?
Haksızlığa uğradığım için elbette kırgınım. Haklı bir işten çıkarılış değildi. Ama inançlı bir insan olarak Allah’a havale ettim ve önüme bakıyorum.
Medyanın şu an içinde bulunduğu durumla ilgili ne düşünüyorsun? Gelecekte neler olacak sence?
Çok karışık aslında ama ben yine de umutluyum. Çok büyük yatırımlar yapıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Türkiye’de daha stabil bir döneme geçildiğinde dengeler yerini bulacak diye düşünüyorum. 70 milyonluk bir ülkeden bahsediyoruz ve nüfusun neredeyse yarısı genç. Böyle bir ülkede medyanın gelişmemesi mümkün değil. Gelişemezse medya patronlarının yöneticilerini değiştirmesi gerekir. Bakıyorum çok yaşlı yazarlar, çok yaşlı yöneticiler, dünyayı takip etmeyen insanlar medyada çöreklenmişler. Ama sen ondan sonra nasıl o genç nüfusa hitap edeceksin? Bikinili kadın fotoğrafıyla da rayting elde edemezsin. Artık yağcı yayınlarla, içi boş radyoculukla olmayacağını anlayacaklar diye umuyorum. Ben medyada radikal batışlar ve radikal çıkışlar olacağını düşünüyorum.
Hafta Sonu Dergisi’nde yazmaya başladın. İnsanlar senin köşende ne bulacaklar?
Sevgili Vecihe Sözeri bana bu teklifi getirdi. Açıkçası çok mutluyum. Best fm’den sonra kriterlerimin içinde yer alan tek şey, beni sevgiyle bağrına basacak, bana haksızlık yapmayacak insanlarla çalışmak. Vecihe ve hafta sonu ekibi de öyle oldu. Hafta Sonu Dergisi içinde bolca röportaj ve haber olan kaliteli bir magazin dergisi. Ben de 1993 yılından beri Unkapanı çarşısının içindeyim. Bu işi radyoda değil orada öğrendim. Dolayısıyla müzik eleştirisi yapabilen birkaç insandan biriyim. Piyasada çok aktif olmam ve sanatçılarla olan dostluğum sayesinde duyulmamış şeyleri hafta sonunda yazıyorum ve sanatçılarla röportajlar yapıyorum.
Yeni projeler neler?
İşten ayrılınca değişik teklifler geldi. Torium Alışveriş Merkezi’nde ramazan ayında birçok ünlü sanatçı ve yazar ile ramazan sohbetleri yapacağız. Müzikle ilgili etkinlerde sunuculuk teklifleri var. Ben de bunları değerlendirmek istiyorum. Bunun dışında kafamda bir senaryo var. Muhteşem bir konu buldum ve birisi bulup benden önce yapacak diye ödüm kopuyor.. Biraz araştırma yapıp onu yazmak istiyorum.