Birlikte çok eğlenen dört yakın arkadaş Russell, Olga, Cem ve Yılmaz’la basın gösterimi-gala arasında, bir sinema fuayesinin keyifli koltuklarında, bir kahkaha bin ayıp örter kıvamında...
Başrol oyuncuları Russell Crowe, Olga Kurylenko, Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz arasında paslaşmalar gırla, o pasları mükemmel tekniklerle gole çevirmelerse, yılların dostluğu kıvamında. Her şey Russell Crowe’un, yeni filminin tanıtımına gelenleri Türkçe ‘merhaba’ sempatisiyle avlaması... Ve Cem Yılmaz’ın da bu pası, kalabalığa ‘Hello’ deme kurnazlığıyla karşılayıp, topu 90’dan en gıdıklanan yerlerimize takmasıyla başladı. Kararını Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’da kıldı ama belli ki İstanbul’da 50’den fazla oyuncuyla görüşen Russell Crowe, sadece ekibine cast değil, sonradan iyi dost olabileceği, elektriğinin tutup, gerçekten eğlenebileceği arkadaşlar da arıyormuş. Bulmuş da. Mevzuunun özeti bizzat Crowe’dan: “Öyle iyi anlaşıyoruz ki arkadaş değil, kabile gibiyiz.” Ve işte sonuç...
YUNANİSTAN AYAĞA KALKACAKEndişeli yüreklere sular, ulusal kaygılara müsekkinler serpilsin: Russell Crowe’un Çanakkale Savaşı için çektiği ‘The Water Diviner-Son Umut’, sağ gösterip sol vuran James Bond’lardan, ters köşeye yatıran ‘Taken’lardan fersah fersah uzakta, karış karış Anadolu’da; hatta şaşırtacak kadar bizden/içimizden. Hatta Crowe’un Kuvayı Milliyecilerle öyle bir kader yolculuğu, öyle bir silah arkadaşlığı var ki, Yunanistan ayağa kalkacak, lobiler hop oturup hop kalkacak! Onu artık Meriç’in batısı düşünsün; biz dönelim suyun bu yakasına...
İÇSELLEŞTİREMEDİ BU ÇOCUK!
Peki filmin Türk kahramanları için “Artık Batı’ya açıldılar, Hollywood’dan aşağısı kurtarmaz” öngörüleri ne kadar doğru? Cem Yılmaz’a sorsanız, hiiç de sanmıyor: “Beraber seti paylaştığınız insanların kimler olduğu önemli tabii ama benim için, bir
film setinde olmaktan daha büyük bir hayal yok. O da zaten gerçekleşmiş bir hayal.”
Böyle diyor ama Avustralya Akademisi’nin onu değil de Yılmaz Erdoğan’ı ‘En iyi yardımcı erkek oyuncu’luğa aday göstermesi mevzuuna pek bozuluyor, konu açılınca ortamları terk ediyor. O terk ettikçe, Yılmaz Erdoğan arkasından röveşatayı çakıyor: “Yahu bir türlü içselleştiremedi bu konuyu bu çocuk!”
RUSSELL CROWE: BEN DE BAZI HARİTALAR GÖRMÜŞTÜM, AVUSTRALYA’YI MÜSLÜMANLAR KEŞFETMİŞ OLABİLİR
- Filminiz için iki Türk yıldız seçtiniz: Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan. Birinin isminin diğerinin soyadı olması biraz tuhaf gelmedi mi?
RUSSELL: Bak bunu iki yıldır hiç fark edememişim. Vay canına! Ne kadar şanslı bir adamım ki hayatımda senin gibi biri var Savaş. (Olga kahkaha atıp Cem’in kucağına yıkılıyor)
- Biz Türkler tarihimizle ilgili iyi filmler izlemeye pek alışık değilizdir. Ya Türk seyircisi bu alışkanlığından vazgeçemez de filme gitmezse?
RUSSELL: Bana yansıyanlar onu göstermiyor. Bugün görüştüğüm gazeteciler, Avustralya’da yaşayan Türkler, iş ortaklarımız... Hepsi filmdeki bu ‘Türk perspektifi’nden etkilenmiş durumda.
- Bir gün siz de bir Yılmaz Erdoğan ya da Cem Yılmaz filminde oynar mısınız?
CEM: İnanmazsınız, Russell da bayılır küçük bütçeli prodüksiyonlarda oynamaya!
RUSSELL: Ben bu tür gelişmelere hep açığımdır... Ama ben sadece bütün kararları kendim aldığım zaman keyfim yerinde hissediyorum.
CEM: E o zaman ver kararını Russell!
- Casting için yeterince araştırma yaptığınıza gerçekten inanıyor musunuz? Mesela Olga yerine Nurella daha çok yakışmaz mıydı ‘The Water Diviner’a?
OLGA: Nurella kim ki?
- Bizim ulusal bir yeteneğimiz ve aynı zamanda eski bir Metallica üyesi...
CEM: Hahhahha şaka yapıyor Russell, sakın cevap verme buna.
RUSSELL: Sanırım casting tercihlerimden son derece memnunum. Dedim ya denge iyi kuruldu ve Türk sinemasının efsaneleriyle çalıştım bu filmde.
- Tamam son bir soru: Türk siyasetiyle ilgileniyor musunuz? Mesela Yeni Zelanda ve Avustralya’yı Müslümanların keşfettiğini biliyor muydunuz?
CEM: Ne? Yok artık!
RUSSELL: Evet, olabilir. Bazı haritalar görmüştüm ben de... Tarih ilginç bir konu değil mi?
- Şimdi Olga’ya birkaç sorum olacak...
RUSSELL: Duymak için sabırsızlanıyoruz. Baksana Olga da çok heyecanlı senin tuhaf soruların için!
OLGA KURYLENKO
BANA UÇAKTA BUNU EZBERLETTİ: “YİLMAZ, CEM’DAN DAHHA YAKİJİKLİ”
- Olga sen çok güzel bir kadınsın. Bu konuda otorite sayılırsın. Sence üçü arasında en yakışıklısı hangisi?
OLGA: Yılmaz, Melbourne’den İstanbul’a uçuşumuz boyunca bunu Türkiye’de söylemem için şu cümleyi ezberletti: “Yilmaz, Cem’dan dahha yakijikli...”
CEM: İteleye iteleye ancak bu kadar!
OLGA: Biliyor musun bence üçü de tepedeki adamlar ve eğer bir seçim yapmak zorunda kalsaydım, üçüne de yürürdüm.
CEM, YILMAZ VE RUSSELL: Öhöööööö... Dur orada! Bir sonraki soru lütfen!
OLGA: Ya niye öyle diyorsunuz? Birden çok erkeği olan kadınlar var. Hindistan’da galiba. Üçünü de isterdim.
- Güzel olduğun kadar akıllısın da. Peki sence üçünün arasında para kimde?
OLGA: Cevap çok açık değil mi? (Gözünü Russell Crowe’a deviriyor)
- Kadınların kendilerini güldürebilen erkekleri seksi bulduğu söylenir. Ya bu Cem, bize mi komik geliyor, yoksa yabancı gözüyle sen de eğlenceli buluyor musun?
CEM: Ne sorup duruyorsun, birbirimizi seksi bulduğumuz çok açık değil mi işte?
OLGA: Bazen Türkçe konuştuğu, tek kelime anlamadığım zamanlarda bile gülmekten öldürüyor beni. Şu surata baksana!
Peşine düşülen kardeş Anzak askerleri.
- Ailenin fala, senin de Türk kahvesine düşkün olduğunu biliyoruz. Kahve falı bakmayı öğrenecek misin?
OLGA: Tabii tabii araştırmalarım devam ediyor. O şekillerin ne manaya geldiğini tek tek çözmem lâzım.
CEM: Hatırlasanıza İstanbul’a ilk gelen ekipte Anna ve Janett diye iki makyöz vardı. Kahvenin telvesini de dikmişlerdi kafaya. Dur n’apıyorsun diyemeden, istikbalini içti kadın!
OLGA: İstikbalini içti! Hahhahah... Aslında biz Ukraynalılara Türk kahvesi yabancı bir şey değil. Evlerde herkes yapar. Hatta özel bir pişirme aleti de vardır, cezve.
CEM: E ‘cezve’ bizde de cezve!
OLGA: Aaa siz de mi cezve diyorsunuz! Şimdi anladım nereden geldiğini.
RUSSELL: Gördün mü Savaş? Osmanlı...
Connor’ın Gelibolu’ya çıplak ayak basışı...
- Olga, film için Türkçe dersleri aldığını biliyoruz. Ama burası Türkiye. Hiç ayıp kelime öğretmediler mi sana?
CEM: Biz hiç öyle şeyler yapar mıyız?
OLGA: Aslında hep güzel şeyler öğrettiler: Çok guzeel, lisanı münaysip...
RUSSELL: Pek de alışıldık bir durum değil. İnandın mı bu cevaba?
YILMAZ: Aslında ben öğrettim ama hatırlamıyor.
CEM YILMAZ: KADINLAR SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA BENİM İÇİN EN ÖNEMLİ ŞEY YETENEK, BAK RUSSELL DA ÖYLEDİR!
- Filmin bir sahnesinde “Kavga arıyorsan, git, Kuvayı Milliye’ye katıl!” diyorsun. Bu replik, oradaki halin o kadar Cem Yılmaz ki... Acaba o dönemde yaşasan Kuvayı Miiliye’ye katılır mıydın?
CEM: İşte bu yüzden beni filmine aldı adam. Hissettiii benim ruhumun tam Kuvayı Milliye olduğunu.
- Filmde söylediğin ‘Hey Onbeşli’ türküsünü kendin seçmişsin...
CEM: Birkaç alternatif vardı ama bazıları daha önce çok kullanılmıştı. ‘Onbeşli’ içlerinde hem en güçlüsü hem de çok kullanılmamış olandı.
Yılmaz Erdoğan: “Hiçbir rolü almak için bu kadar yüzsüzlük yapmadım.”
- Dün gece 28 sayfa Cem Yılmaz-Russell Crowe’ google’ladım. Yarısından çoğu Twitter’da birbirinizi unfollow (takibi bırakma) ettiğinizle alakalıydı. Nedir bu Twitter meselesi? Şimdi asayiş berkemal mi, herkes birbirini takip ediyor mu?
OLGA: Tabii ki biz bir aileyiz.
RUSSELL: Takip, aşk demektir...
CEM: Bunu bize daha ilk başta tembihlediler: Eğer birini yürekten seviyorsan, onu takip edersin Twitter’da.
YILMAZ: Birbirinizi retweet’leyin dediler.
- Russell, Hollywood’daki bütün güzel kadınları tanıyor değil mi? Seni de tanıştıracak mı Nicole Kidman falan hepsiyle?
CEM: Çoktan tanıştırdı bile. Ama sanatsal açıdan. Biz Russell’la kadınlar söz konusu olduğunda yetenek açısından ele alırız konuyu. Güzellik mi, yetenek mi sorusu söz konusu olduğunda benim için akan sular durur: Yetenek! Russell da öyledir. Hep yetenek konuşup durur.
YILMAZ: Benim bu röportajın nereye gittiğine dair ciddi endişelerim var çocuklar!
YILMAZ ERDOĞAN: BUYUR KEYFİNE BAK
Connor’ın Gelibolu’ya çıplak ayak basışı...
- Abi sen başrolsün ama sana dönücem... Önce Olga’ya bir sorum var.
YILMAZ: Tabii keyfine bak Savaş.
(...)
- Abi dönüyorum hemen sana. Cem’e şu Twitter’daki unfollow mevzuunu bir sorayım...
YILMAZ: Tabii tabii, buyur...
(...)
- Şahane bir röportajdı, vakit ayırdığınız için dördünüze de çok teşekkür ederim.
Konu: Çocuklarını Çanakkale’ye savaşa gönderen bir babanın, haber alamayınca onları bulmak için geldiği Türkiye’de yaşadığı maceralar
Vizyon tarihi: 26 Aralık
Süre: 111 dakika
Tür: Savaş-drama