Güncelleme Tarihi:
İki benzemez genç: İşsiz güçsüz, para kazanmak için sık sık ilaç deneylerine katılan, hafif serseri ruhlu bir erkek. Diğeri; psikoloji öğrencisi, görece iyi koşullarda yetişmiş, kendine güven konusunda sorun yaşayan bir genç kız. Bir antidepresan deneyinde tanışıyorlar. Eski bir psikoterapist olan doktorun yürüttüğü deneyde, laboratuvar koşullarında, kontrol altında bir süre geçirecekler. Depresyona çözüm arayan, kimyasalların gücüne inanan, politik olarak da maddi olarak da güçlü bir psikiyatrın patronluğundaki büyük bir firmanın yürüttüğü deneyde... Antidepresanlar modern tıbbın önündeki büyük dertlerden biri olan depresyona karşı ne kadar, nasıl etkili olabilir? İnsan beynine kimyasallarla hükmetmek mümkün müdür? Peki kalplere? İki genç kalbin kimyası, denenmekte olan bir antidepresanın etkisiyle allak bullak olur mu? Yoksa bilim, aşkın tuhaf kimyası karşısında çaresiz midir? Tıpkı beynin karmaşık kıvrımlarında olduğu gibi...
SAHNEYE BAHAR NEŞESİ
SEYİRCİYE DOPAMİN ETKİSİ
Tiyatro topluluğu Siyah Beyaz ve Renkli, İngiliz yazar Lucy Prebble’ın günümüz insanını kolayca kavrayacak kıvamdaki metnini Sanem Öge’nin su gibi çevirisi ve genç yönetmen Çağrı Şensoy’un seyirciyi avcuna alan rejisiyle sahneliyor. Oyunun bir katmanında eski tanış olan ilaç şirketi patronu (Metin Yavuzoğlu) ile antidepresanlara şüpheli yaklaşan doktor (Aslı Yılmaz) arasında hararetli bir bilim tartışması sürerken, ikinci katmanda iki gencin sahne sahne kuvvetlenerek ilerleyen aşk öyküsü örülüyor. Ve ortaya; sahneye bahar neşesi; seyirciye, oyunda sık bahsedilen ‘dopamin etkisi’ tadında, tatlı bir sevinç ileten nefis bir iş çıkıyor.
Reji tercihlerinden sahne tasarımına, oyuncululuk performanslarından duygusuna, güçlü bir oyun ‘Tesir’. Sahnedeki, oyun kişileri arasındaki herhangi bir duyguyu yapay bir abartıya kaçmadan, niyet edildiği, dramaturjinin gerektirdiği gibi geçirebilen oyunlara rastlamak ne yazık ki o kadar da kolay olmuyor. ‘Tesir’ tüm o gerekleri yerine layıkıyla getirmeyi başaran bir iş olmuş. Bilhassa iki genç denek, Salih Bademci ve Güneş Sayın; beyinlerine giden antidepresanın etkisini de damarlarını gürül gürül dolduran aşkı da anbean yaşatmayı başarıyor seyirciye. Onlarla birlikte şaşırıp, onlarla gülüp, onlarla endişe edip, heyecanlanıp, onlarla aşka düştüğünü fark ediyor insan; suratında tatlı bir gülümsemeyle.
DOKTORLA PSİKOTERAPİST ARASINDAKİ
DİYALOGLAR YER YER UZUN
Sayın ve Bademci’nin sahnede çok iyi bir ikili oldukları su götürmez... Diğer katmanda ise Aslı Yılmaz kişisel olarak da depresyondan mustarip psikoterapist olarak keskin bir beden dili, aynı keskinlikte bir konuşma ritmiyle zorlu bir karakteri inandırıcı hale getiriyor. Emir Uğurçağ, oyun alanını çevreleyen muşambalar, dekorun hareketli bir parçası olan şerit şerit kesilmiş perdeler ve ışıklarla sade ama tekinsiz bir laboratuvar ortamı yaratmış. Doktor Toby ile psikoterapist arasındaki diyaloglar yer yer uzun, oyunun sarkması tehlikesini yaratıyor ama performansların gerçekçiliğiyle oyundan kopma riski söz konusu olmuyor. Yine de bu bölümlere birkaç ‘makas darbesi’ fena olmayacaktır. ‘Tesir’, enerjisi izleyene iyi gelen oyunlardan. Sezonu çeşitli ödüllerle kapattılar. Son iki oyun; tatile girmeden önce görün derim...
***
YAŞAMAK NE GÜZEL ŞEY!
Işık açıldığı andan itibaren bir masal kitabının içine giriyormuş duygusu veren, oyun süresince masalsı atmosferini hiç düşürmeyen, finaliyle de şaşırtmacalı bir iş: ‘Öldün, Duydun mu?’ Ölüp de ‘ara bölgede’ kalmış adamın (Erkan Kortan) karşısına çıkan Tanrı kılıklı Tomris İncer ile masalcı kılıklı Gülhan Kadim sizi Tanrı inancına dair iğnelemeleriyle güldürecek. Finalinde “Yaşamak güzel şey, ümitli şey” dedirten tatlı bir 70 dakika...