Güncelleme Tarihi:
“Was mich nicht umbringt, macht mich starker.”- “Beni öldürmeyen şey, ben daha güçlü kılar.”
Friedrich Nietzsche
Kötü haber duymaktan,akşam dışarı çıkacaksam, hafta sonu güzel bir programım varsa tam evden çıkmadan “Bomba patlamış yine, ne yapıyoruz, çıkıyor muyuz?” mesajları almaktan sıkıldım, bunaldım. Duymak, düşünmek istemiyorum. Başkaları için üzülürken artık hepimiz her gün tehlike altındayız. Hayatımız daraltılırken hayatın ne kadar güzel olduğunu kavrıyor insan sanırım. Bir gün daha... Bugünü de güzel geçirelim. Hele yarın ne olacağını bilmiyorsak, mutlaka güzel geçirelim.
Hepimiz, yerine başkasının konması olanaksız yaratıklarız. Biz, bu çevre, bu ülke, bu dünya bizsiz bu şekilde var olamaz. Tek ve bir kerelik bir şey yaşadığımız. Evet, tarih tekerrür eder derler, ama ancak benzer şekilde eder. Bugün bunu yaşıyorsak, dibe vuracaksak eğer, bir çıkışı var bunun, bir anlamı var her şeyin. İster toplumsal anlam bul, ister kişisel. Senin yerine bir sen daha gelmeyeceğini bilerek yaşamak lazım bu hayatı.
Aklın Uykusu Canavarlar Yaratır
Goya, “Aklın uykusu canavarlar yaratır” (El sueño de la razón produce monstruos) gravüründe kendini çizim/resim yaparken uyuyakalmış, kabus görürken resmeder. Kabusunda gördüğü yaratıklar ise o dönemin İspanyol halkını temsil eder; çıldırmış, yozlaşmış ve alay edilesi... Evren Erol, Bozlu Art Project’teki Aklın Yarat(t)ıkları sergisi için kavramsal olarak bu gravürlerden beslenmiş. Toplumun şu an yaşadığı hastalıklı ruh halini, bir umut olarak sanatla sorguladığını söylüyor sanatçı. Goya’nın yanı sıra, Roberto Benigni’nin Hayat Güzeldir filminde, Nazi kampına düşen baba-oğulun pozitif, en kötü şartlarda bile insanın içini ısıtan diyaloğunu düşünmüş zıtlıklıkları eserlerine yansıtırken. Evren’in sergideki videosunu izlerken yine Nazi kampı anılarından hayatın anlamını çıkaran ve kendi kuramını bu çıkarımlarıyla güçlendirip milyonlara ulaşan Viktor E. Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı kitabını düşündüm ben de;
“Acı çekmek, sırtımızı dönmek istemediğimiz bir iş oldu. Acının, başarıya yönelik gizli fırsatlarını kavradık; bu fırsatlar, şair Rilke’nin şu dizeyi yazmasına neden olmuştu: “Bitirilecek ne kadar çok acı var!”... Bizim için bitirilecek bolca acı vardı. Bu nedenle, zayıflık anlarını ve gizli gözyaşlarını minimum düzeyde tutmaya çalışarak, acının tamamını göğüslememiz gerekiyordu. Ama gözyaşlarımızdan utanmamız gerekmiyordu, çünkü gözyaşları, bir insanın, cesaretlerin en büyüğüne, acı çekme cesaretine sahip olduğuna tanıklık ediyordu.”
Evren Erol’un heykellerine baktığınızda bazılarında sanki ruhun, kişiliğin içinde olduğu bedenden, formdan çıkmak ister gibi içeride bir kavga içinde olduğunu, dışarıya patlayacak gibi olduğunu görüyorsunuz. Biz de öyleyiz işte. Kalıp kalıp duruyoruz ama içimiz patlayacak gibi. O yüzden baktıkça bakasınız geliyor heykellere. Sanatçı, bu formları, içimizdeki yabancıyı ve bu yabancıdan kaynaklanan insanın insanla ve kendisiyle olan iç savaşını düşünerek oluşturmuş. Erol’un yarattığı figürler, toplumun değer yargılarına, toplumun bireylerden beklediklerine karşı direnci simgeliyorlar.
Sanatçı, insanlığın yaşadığı ikilemleri, zıtlıkları doğal bir madde olan ahşap ve tam karşıtı, sentetik bir malzeme olan polyesteri beraber kullanarak maddeye dönüştürmüş. Zıtlık, her zaman içinde bir umut da barındırır diyen Erol; “Bu sergi, aklın uykusundan uyanmak, yaşanabilir bir dünya yaratmak için hayal kurmaya ve umut etmeye bir davettir…” sözleriyle izleyiciyi hayal kurmaya ve düşünmeye çağırıyor. Viktor E. Frankl’ın kitabında kullandığı Nietzche alıntısıyla başladık, yine Frankl’dan bir alıntıyla bağlayalım o zaman; “Dünyadaki hiçbir güç, yaşadığın şeyi elinden alamaz.” Unutmamak lazım, bu keyif, bu dünya, bu hayat bizim. Hem kendimizle hem birbirimizle barışmak lazım.