Güncelleme Tarihi:
‘Sağlığın yerindeyse, maddi durumun varsa, bu, dünyanın sonu değil evet. Ama bu ikisi ya da biri yoksa kiranı ödeyemiyorsan ve çıkış yolun yoksa; işsizlik, bu dünyanın sonu diye düşünülebiliyor’ diyorum, tabii içimden.
Sonra oraya gelen yaşlı biri, 74 yaşındaki eşini hayata döndürmek için, yıllar önce giden torunuyla bir araya getirmek istediğini söylüyor. Böyle başlıyor her şey.
Eşini mutlu etmek isteyen Cevdet Bey’in bunu gerçekleştirmek için yapacağı şey, biraz zor hatta imkansız gibi. Ama gençleri ikna ederek, kolay olmayan bu duruma alternatif bir çözüm buluyorlar. İyilik kazansın, mutluluk yol alsın, aile bağları güçlensin ve hayata küsmüş bir insan mutlu olsun diye.
İşin sonunda iyilik ve mutluluk var.
Ki bunlara değer diyerek kolları sıvıyorlar ve uygulamaya geçiyorlar.
Veeeee…
Mutlu edilecek kişi sahneye geldiğinde onlarca kişiden büyük bir alkış kopuyor.
Oyunun başındaki bu alkışlara eşlik ederken çok duygulanıyorum, bir tiyatro sevdalısı olarak.
Bunun nedeni de:
Yıllar önce, 2006’da rol aldığı Unutulmayanlar filmiyle ilgili Nevra Serezli ile röportaj yapmak için Göksu’daki evinde buluştuğumuzda, ilk konularımdan biri olan “Cengizhan’ın Bisikleti”ni söylediğimde “Aaa! Nasıl yani” dedi.
‘Yanlış bir şey mi dedim’ diye düşünürken “Çok şaşırdım, çok mutlu oldum” ekledi. “Çünkü genelde röportajlarda ‘Bu projeye dahil oldunuz? Canlandırdığınız karakter vs” derler. İlk kez genç bir gazeteci benim 1967’de oynadığım oyundan, oyunun adından, ‘Cengizhan’ın Bisikleti’nden bahsediyor. Bu çok mutluluk verici” deyince rahatladım tabii, mutlu olmasına
sevinerek.
Röportaj sonrası sohbet ederken “Sizi tiyatroda izlemedim ama bir gün rol alsanız ne şahane bir mutluluk olur sizi sahnede izlemek.” dediğimde “Bu saatten sonra zor” oldu cümlesi. “Demeyin öyle lütfen. Olabilir belki. Sahne anılarınızı dinleyince heyecanlandım. Bizim kuşak izlemeli sizi, sahnede görmeli. Güzel bir oyun gelirse ‘Hayır’ demezsiniz. Ve ben o günübekleyeceğim.” dedim. İşte bu sebeple yıllar sonra onu sahnede, karşımda görünce duygulanışım ve heyecanlanışım.
(2008 -2010 arasında, ne mutlu ki sevgili Gencay Gürün’ün iknasıyla; Cihan Ünal ile rol aldığı Altı Haftada Altı Dans Dersi oyununda izleyememiştim, kapalı gişe oynadığından, bilet bulamadığımdan…)
İşte son rol aldığı oyunun üstünden 11 yıl sonra karşımda sahnenin en değerli oyuncularından biri oyunculuğunu konuşturmaya başlamıştı bile. Rolüyle, oyunculuğuyla devleşmesine yüzlerce gözün dokunması hem güzel hem gözbebeklerimize nakşolan hayattan kesitlerin anılarımıza, aklımıza ulaşırken bizi kendimize getirmesi bakımından farkını ortaya koydu tabii.
Son iki üç yıldır, seyirci olarak sık karşılaştığımız oyunların birkaçındaki sohbetimizde tekrar “Sizi sahnede izleyeceğim günü bekliyorum” diye yineledim. “Bakalım… Çok text geliyor ama ikna olabileceğim, seveceğim bir rol olursa…” dediğindeki sahnede olma isteğini, gözlerindeki pırıltısını görmek şahaneydi.
Oyuncular selama çıkarken; ‘Nevra Serezli’yi sahnede görmek istediğime, yıllarca beklediğime değdi’ dedi içimdeki sanat kuşları, oyunun sonunda gözyaşlarım yanağımdan süzülürken.
Sevgili Nevra Serezli’ye eşlik eden, yine değerli bir oyuncumuz Nuri Gökaşan da tatlı sert bir karakterle rolünün etkisini ortaya koyuyor haliyle. Hele de usta bir oyuncuyla karşılıklı oynamasının da özelliği, güzelliği ve farkıyla.
(Nuri Bey’in yıllar önce izlediğim, kendi yazıp oynadığı ‘Adam’ oyunundaki performansıyla oyunculuğun adamını göstermişti, bu oyunda da. Keşke mümkün olsa ‘Adam’ oyununu tekrar sahnelese ve daha çok kişiye ulaşsa… Gökaşan’ı, 9 yıl süren Tiyatrokare’nin sahnnelediği Leyla’nın Evi oyunundaki performansıyla da alkışlamıştık.)
Serezli ve Gökaşan’a eşlik eden yetenekli gençler de performanslarıyla ve gelecek vaad eden ışıltılarıyla; Burcu Kazbek, Arif Güney, Oral Özer, Meltem Özlevent, jonglör Mahir Akgündoğdu.
Oral Özer’i çok yıllar öncesinden izlediğim Tiyatro Kedi’deki oyunundaki performansından biliyorum, Meltem de yine yıllar öncesinden tanıdığım arkadaşım. Oral ve Meltem gibi, Burcu Kazbek ile Arif Güney de oyunculuk aurasını rolleriyle yansıtanlardan… Tüm bu yetenekleri izlerken, sahnede bu ve başka daha birçok oyunda izleyeceğimizi müjdeliyorlar bize adeta.
Alejandra Corona’nın yazdığı ‘Ağaçlar Ayakta Ölür’ oyununu, Tiyatrokare farkıyla, özel, güzel projeler üreten, yapan sevgili Nedim Saban, öyle hoş nokta atışları, ince dokunuşlarıyla o kadar güzel uyarlamış ve yönetmiş ki, sanırsınız Alejandro Corona yerine Türk bir yazar yazmış. O kadar bizden yani.
(Oyun çıkışında, gerek genç gerek yaşlı izleyicilerin bir kaçından da duydum “Çok güzeldi. Şahaneydi. Türk yazarlarının yazdığı oyunları izlemeyi seviyorum” cümlelerini. Gülümsedim tabii, Nedim Saban’ın başarılı uyarlamasını içimden bir kez daha alkışlayarak.)
Ayaktaki ağaçların dallarından; aile ilişkileri, ebeveynler, iyilik, kötülük, sahtelik, sorumluluklar, insanlık tohumları silkeleniyor. Gün yüzüne, yaşam toprağına dökülerek çıkan bu olgular, köklere dönüp bakmayı, köklerin gücünü, önemini önümüze koyuyor.
Oyunun bitiminde, alkışlara karışan minnet duygusu gelip kuruluyor vicdanımıza, gözlerimiz dolu dolu, yanaklarımız ıslanmışken. Ve salondan çıkarken dudaklarımızdan dökülen:“İyilik, iyiler kazanacak mutlaka!” oluyor.
Ki bu, düşüncelerimize su veriyor; ağaçların kökleri gibi, hayatımızdaki köklerin karakterlerimize nasıl yansıdığını ve dallarımızdan bazen çiçek, bazen yaprak olarak bazen de budanarak, ruhumuza, yaşamımıza nelerin döküleceğini aklımıza mıhlayarak!
***
Not: Oyundaki (Daha önce çok kez duyduğumuz, sanatın iyileştici yönünü bildiğimiz) “Sanat, tıptan sonra iyileştirici ve alternatif ilaçtır” cümlesi bana o gün o kadar iyi geldi ki…
Nasıl derseniz:
Oyuna gideceğim günün sabahı; nedenini bilmediğim bir mide bulantısı, öğlen afedersiniz istifra sonrası, evden çıkmak üzereyken de gözlerimde bir süre bulanıklık oldu. 10 dakika dinlendikten sonra ‘Gitmeliyim oyuna. Orada da kötü olursam çıkarım’ düşüncesiyle koyuldumyola, bu tatsızlıklardan sonra evde dinlenmek varken.
Gerek oyunda duyduğum sanatın iyileştirici gücünü vurgulayan bu cümle gerek oyun, iyi oyuncular, gülümseten-düşündüren konular, dolayısıyla sanat (ki tüm zamanlarda sağlığı yerinde olarak izleyen bizlerin duygularını, düşüncelerini, muhakemelerini, kararsızlıklarını, yaşadıklarını, çıkmazlarını iyileştirken) o gün daha bir ilaç oldu bana, sonunda akan
gözyaşlarım ruhumu ve kalbimi yıkayarak.