Güncelleme Tarihi:
Gazeteci- yazar Vercihan Ziflioğlu, kısa bir süre önce piyasaya çıkan beşinci kitabı Beni Unutma Rusyam- Asırlık Sürgün'de, doğup büyüdükleri toprakları, oradaki hayatlarını bırakıp gemilere doluşarak ülkelerinden kaçan Beyaz Ruslar'ın hikayesini anlatıyor. Üstelik de birinci elden tanıklıklarla...
Ziflioğlu'nun Beni Unutma Rusyam- Asırlık Sürgün adlı kitabı, Kuzey Işığı Yayınları tarafından okura sunuluyor. Kitapta, Çarlık Rusyası'nın yıkılmasına yol açan Ekim Devrimi'nden sonra ülkelerinden kaçıp İstanbul'a gelen Beyaz Ruslardan bugün hala hayatta kalanlar ile onların çocukları ve torunları yaşadıklarını anlatıyor.
Bugüne kadar dört tane kitabı yayınlanan Vercihan Ziflioğlu ile kitabının, 2013'ten başlayıp günümüze uzanan serüvenini, kitapta yer alan tanıklıkları, Beyaz Ruslar'ın Türkiye'de özellikle İstanbul'da yaşadıklarını konuştuk.
BU KİTAP ASLINDA KENDİNİ YAZDI
- Aslında kitabın serüvenine tanıklık ettim sayılır. Ama kaçırdığım noktalar da olduğunu düşünüyorum. Ülkelerinden kaçıp alıştıkları rahat hayattan çok farklı bir yaşama tutunmaya çalışan Beyaz Ruslar’ın öyküsünü anlatmaya nasıl karar verdin.
-Hayatta bu tipten soruların yanıtlarını tam olarak veremediğiniz zamanlar vardır aslında. Bu soru da tam onlardan biri. Kitabın girişinde bir yerlerde diyorum ki “Her kitap yazan kişinin yaşamından kesitler taşır. Hayatı bir gazeteci ustalığıyla ses bandı deşifre eder gibi etmek gerek.” İşte bu kitapta benim hayatımdan izler taşıyor. Baba tarafından büyükannemin babasını görme şansına eriştim. Açık mavi (çivit mavisi) gözleri olan, yaşlı olmasına karşın upuzun boylu Slav fizik yapısına sahip biriydi. Babannem de kardeşleri de aynı fiziksel özellikleri taşıyordu. Artenoğlu ailesinin lakabı “Sarılar ailesiymiş”. Bu yüzden ben onların gerçekte Ermeni kökenlere sahip olup olmadığını kendimi bildim bileli sorguladım. Sadece ben değil pek çoğumuz sorgular haldeyiz. Üçüncü dördüncü kuşağa kadar aktarılan bir genetikten bahsediyoruz.
Bunun ötesinde Babam Sarkis’in en yakın dostu Beyaz Ordu'ya dahil olan üst rütbeli bir askerin oğluydu. Adı Pavel Artuskov. Artuskov bizim ailemizin adeta bir parçasıydı. Ben ve kardeşim onunla büyüdük. Dolayısıyla 2013 yılında Beyaz Ruslarla tesadüfen buluşana kadar sanki çocuk yaşlarımdan itibaren aslında bu kitap kendini yazmaya başlamış. Pavel’in Rus olduğunu biliyordum ama
onun gerçek hikayesini ancak yıllar sonra, bu kitabı yazmaya başlarken babamdan öğrendim.
-Kitapta tanıklıkları yer alanları, hayatlarının belki de unutmak istedikleri bir bölümünü anlatmaya nasıl ikna ettin? Çünkü yaşamlarının böylesine etkileyici ayrıntılarını anlatmak hatta bazı aile sırlarını açmak çok da kolay değil diye düşünüyorum.
- Benim için kolay değildi o soruları onlara sormak. Onlar için de cevaplamak kolay değildi. Ben onların gözbebeklerinin ta derinlerinde, inkar etseler de büyük derin, karşı konulamaz bir aşk’ gördüm. Can yakan bir aşk. Bir insana aşık olsanız bir süre sonra biter. Fakat onların aşkı kökleriydi.
Siz hiç köklerinden sökülen bir ağacın, en iyi koşullarda bile başka bir toprağa gömüldüğünde dal dal, kök kök büyüyüp serpildiğini gördünüz mü? Mümkün mü? Onlar da büyüyemedi!
Kitapta da anlatıyorum, bu zorunlu terk edişin en büyük travmasını her zaman olduğu gibi kadınlar yaşamış. Kimileri adeta yas tutar gibi gelinlik giymemiş. Kimileriyse ne kadar istese de evlenememiş, hayallerini kalplerine gömmüşler.
Ve özellikle altını çizmemiz gerekiyor DNA’lara işlemiş bir çeşit hüzün mü gerekçe bilmem fakat bu insanların büyük bir çoğunluğu çok erken denilebilecek yaşta hayatlarını yitiriyor. Size o aile fotoğraflarını açtıkları zamanki duygularını nasıl aktarayım. Bu mümkün değil ki.
Velhasıl ben bir kitap yazmadım, yazamazdım. Ben sonu acıyla biten bir masalın izdüşümlerini anlattım. Bu kitabı yazarken bir şey daha öğrendim. Hiç kimse servetine sırtını dayamasın. Saraylardan çıkan bu insanlar, varoluşun en dehşetli yüzüyle karşılaşmış. Kitapta zaten ayrıntılarıyla okuyacaksınız.
BENİM AİLEM GİBİ OLDULAR
Bu proje ne kadar zamanda tamamlandı? Yani röportajlar, kitabın hazırlık aşaması ne kadar sürdü. Yayıncıların böylesi bir araştırmayı basma konusunda yaklaşımları nasıldı?
-Ben bir gazeteciyim. Haber yapmam için bana gelen kişi Galataport Projesi kapsamında tarihi kiliselerinin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu aktardı. Yıl 2013’ün ilk aylarıydı. Hristiyan olan ben o kiliselerin varlığından habersizdim. İşte o gün Bay Nikifor Bilak’a ettiğimiz 10 dk’lık sohbet ilk başlangıç noktam oldu. Sonra birkaç kez Rusya’ya gitmem gerekti. Sonra kendimi tamamıyla Beyaz Rusların arasında buldum. Benim ailem gibi olmaya başladılar.
Büyük zorlukla, bin bir emekle bu kitap oluşmaya başladı. Ben sandım ki, bu kitap Türkiye’deki öncü yayınevleri tarafından hemen kabul görür. O da ne, kulaklarıma inanamadım. Kitabın iyi bir çalışma olduğu fakat ideolojik görüşlerine ters geldiğini söyleyenler oldu.
Umudumu yitirmedim, çünkü İstanbul’daki Beyaz Rus ailemin yaşadığı haksızlıklar ve hüzünleri vardı. Ben onlar için mücadele vermeli, onların da bizim aramızda var olduğunu anlatmalıydım.
Bir iki yayınevi haricinde İstanbul’daki yayınevlerini rafa kaldırdım. Daha fazla ideolojiyle ve önyargıyla savaşamazdım. Çünkü yaptığım çalışmaya sonuna kadar inanıyordum.
İkinci aşamaya geçtim, Allahtan teknoloji diye bir şey var. Istanbullulardan fayda yok başkente bir göz atayım dedim. Bilgisayarı elime aldım ve Ankara-yayınevi ibaresini yazdım. Bir anda önüme “Kuzey Işığı” isimli yeni kurulan bir yayınevi çıktı. İsmi bana çok anlamlı geldi. Hemen dosyamı gönderdim.
Aradan daha birkaç gün geçmişti yayınevinin sahibi Mustafa Şimşek, kitabı okuduğunu, yazım stili açısından çok iyi olduğunu ve yayımlamak istediğini söyledi. Ve gördüğünüz gibi kitap doğdu. Sözleşmeyi imzaladık ve kağıtların bu kadar pahalandığı dönemde bir ay gibi kısa bir zamanda kitap çıktı.
HAZIRLIK SÜRECİNDE MANEVİ BABAMI YİTİRDİM
-Bu kitabın hazırlık aşamasındaki duygularını merak ediyorum? Çünkü tanıklıklarına yer verdiğin Beyaz Ruslar, hayatlarının en zor dönemlerini, ailelerinin acılı miraslarını senin gözlerine bakarak anlattı. Bu sende nasıl bir ruh hali yarattı?
- Bir insan olarak nasıl etkilenmem ki. Roksana Umarov’un yaklaşık bir asırlık anılarını anlatırken ‘ışığı yakın’ diye yardımcısını çağrışındaki o haykırışı ben size nasıl anlatayım. Bana, “Jini benim hayatım mucizelerle dolu” deyişini nasıl kulaklarımdan sileyim ki!
Onlar benim ailem oldu, acılarını ve hüzünlerini bende paylaşır oldum. Onlarsız bir zaman dilimini düşünmek istemiyorum. Onlarsız bir İstanbul’da varolmayı da istemiyorum.
- Bildiğim kadarıyla kitabın yazım aşamasında hayata veda edenler oldu. Onlarla bu kadar yakınlaştıktan sonra bu tür olaylar seni nasıl etkilemeye başladı.
- Sanki doğarken DNA’larına ve kalplerine büyük dermansız bir hüzün şifrelenmiş. Yedi senelik süre zarfında karşılaştığım pek çok kişiyi bir daha görme şansım olmadı. Pek çoğu hayatını yitirdi. Son olarak geçtiğimiz ay bu kitaba fotoğraf arşivini açan Kotik Bilak genç denebilecek bir yaşta ani bir şekilde aramızdan ayrıldı. Kotik Bey’le daha bir gün önce konuşmuştuk, düşünün. Ertesi sabah uyandığımda oğulları sosyal medya hesabında ‘Kotik Bilak’ı ani bir şekilde kaybettik cenazesi şu gün’ diye bir not düşmüşlerdi. Cumartesi sabahıydı, o kadar kendimi kaybetmişim ki, başka bir Kotik Bilak olmalı diye telefona sarıldım Kotik Bilak’ı arıyorum. Onu toprağa verirken ve sonrasında yaşadığım derin acıyı size aktaramam. Ben bir manevi babayı yitirdim.
-Bundan sonra nasıl bir proje gelecek?
-Fantastik türde bir çocuk kitabı ve yine tarihi öneme sahip olduğunu düşündüğüm bir kitap üzerine çalışıyorum. Farklı türlerde ve disiplinlerde yazıyorum. Bu da benim yazım yeteneğimi güçlendiriyor.
Ulusal basında gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda halihazırda yayımlanmış bir kitabım vardı. Gazeteciliğin edebi yeteneğimi zehirleyeceğini düşünüyordum. Çünkü politika yazmak hele bir de sanatçı duyarlılığına sahipseniz çok zor. Fakat gördüm ki gazetecilik yönüm ‘benim edebi yönümü zehirleyeceğine’ daha da zenginleştirdi. Yazım serüvenimde bir kulvar daha açıldı.
- Genç ama kısacık zamanda beş tane kitabı yayımlanan bir yazar olarak, yayıncıların popüler olmayan konularda hazırlanan projelere yaklaşımı hakkında neler söylemek istersin.
-Türkiye’deki yayıncıları anlamakta çok büyük zorluk yaşıyorum. Ülkede çok büyük yetenekler var. Ancak yabancılar bu ülkedeki değerleri keşfettiklerinde kişilere önem yüklüyorlar. Hayır efendim biz Anadoluyuz ve bu topraklarda acısıyla tatlısıyla bir sürü olayla beslendik ve aramızda bu harmanla beslenen çok cevherler var. Eğer bu ülkenin aydınlık geleceğe sahip olması isteniyorsa
yayıncıların da üzerine düşen görevi yerine getirmesi, genç yeteneklere inanması gerekiyor. Aksi nasıl mümkün olur ki? Bizim batıdakilerden daha mı az beynimiz var? Neden kendimize inanmakta bu kadar güçlük çekiyoruz. 90 milyonluk nüfustan ne büyük dehalar çıkar, bize toplum olarak yazık değil mi? Neden kendimize sahip çıkmıyoruz!
VERCİHAN ZİFLİOĞLU KİMDİR?
İstanbul doğumlu Ziflioğlu, uzun süre Hürriyet Gazetesi ve Hürriyet Daily News'te uzman muhabir olarak çalıştı. Ardından Aljazeera Türk, Sputnik ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde görev yaptı.
Ulusal ve uluslararası alanda çok sayıda haber ödülünün sahibi olan Ziflioğlu, kariyerinin ilk yıllarında Jamanag, Marmara ve Agos gazetelerinde de çalıştı. Ziflioğlu'nun yayınlanmış beş tane kitabı bulunuyor.
FOTOĞRAFLAR: KOTİK BİLAK VE VERCİHAN ZİFLİOĞLU ARŞİVİ