Güncelleme Tarihi:
1- SUFJAN STEVENS - CARRIE & LOWELL
Pek çok müzisyen “Şu dönemimizdeki sound’a geri dönüyoruz” dediğinde sonuç pek de iç açıcı olmuyor. (Duyuyor musunuz sevgili Beach House üyeleri?) Ama Sufjan Stevens için folk dönemine geri döneceği haberini aldığımızda çok sevindik, heyecanlandık. “The Age of Adz” (2010) ve “All Delighted People” (2010) belki enteresanlıkları bulunan elektronik müzik projeleriydi ama abartılı deneyselliğiyle fazla kabaran ve içi boş bir kek havasındaydı. Sufjan’ı Sufjan yapan, bir seri katilin bile çocukluğundaki masumiyeti arayan, siyasi figürleri masal kahramanları gibi anlatan, şehirlerin ruhunu çözmeye çalışan romantik karakteri ve kırılgan folk sound’uydu. “Carrie & Lowell” bunların ikisini de barındırıyordu, üstelik daha da kişisel bir şekilde: 2012’de kaybettiği annesi Carrie ve üvey babası Lowell üzerinden çocukluğuna, hayata, ölüme dair pek çok iç burkan detaylar eşliğinde. Sade atmosferi ve insanın kalbine dokunan sözleriyle “Carrie & Lowell” Sufjan’ın kariyerinin en iyilerinden biri. 2015’in ise tartışmasız en iyisiydi.
BUNU DA DENEYİN: Natalie Prass - Natalie Prass
2- JAMIE XX - IN COLOUR
Onu The xx’in beyni, son yılların yüksek potansiyelli genç prodüktörü olarak biliyorduk zaten, ama ilk solo albümünde kendi başına da yetkin bir müzisyen olduğunu ispatladı. ‘Gosh’un son iki dakikasında direksiyonu bir dans şarkısından hüzünlü bir finale kırması, ‘Loud Places’ın ‘90’lar havası ve diğerleri, Jamie’nin hem bir şarkı yazarı hem de prodüktör olarak kalitesini gösterdi.
BUNU DA DENEYİN: Panda Bear - Panda Bear Meets the Grim Reaper
3- GRIMES - ART ANGELS
“Visions”ın (2012) ardından geçen üç buçuk yılda Claire Boucher için çok şey yazıldı. Özellikle yeni kaydını bitiremediği, ilerledikten sonra çöpe atıp sıfırdan başladığı haberleri onu kızdırdı. Cevabı “Art Angels” oldu. Sanki Elizabeth Fraser, Peter Hook, Vince Clarke, Trent Reznor ve Boy George, kariyerlerinin zirvesindeyken bir araya gelmiş de bu albümü yapmış gibi. Keskin, melodik ve yaratıcı.
BUNU DA DENEYİN: Holly Herndon - Platform
4- TAME IMPALA - CURRENTS
Kevin Parker aşk acısını bir kenara bıraktı, her biri başka ülkede olan grup elemanları ile paslaşarak “Currents”ı üretmeyi başardı. Sonuç, dans edilebilen bir yalnızlık albümü. 1960’lar sonu rock etkileşimlerinden kopup psych-pop’a, hatta retro disco’ya uzandı Parker. ‘Let It Happen’ ile de yılın en güzel şarkısına imza attı.
BUNU DA DENEYİN: Unknown Mortal Orchestra - Multi-Love
5- COURNEY BARNETT - SOMETIMES I SIT...
Son yılların en dikkate değer söz yazarlarından birisi Courtney Barnett. İronik, alaycı, çoğu zaman da bodoslama komik dizeler var şarkılarında; indie rock’ın Umut Sarıkaya’sı desek yeri! Ama Avustralyalının ilk albümünde melodilerin de yabana atıldığını düşünmeyin. Dolaysız, abartısız bir indie rock arıyorsanız günümüzde ondan iyisi çok da fazla değil.
BUNU DA DENEYİN: Waxahatchee - Ivy Tripp
6- SLEATER - KINNEY - NO CITIES TO LOVE
Geri dönüşlerin beklentilerin altında kalması artık pek de şaşırtmıyor. Sleater-Kinney ise, 1990’lar sonu ve 2000’ler başındaki muazzam serinin arasında çıksa kimsenin yadırgamayacağı bir albümle dönmeyi başardı. Anti-kapitalist, feminist tavırları eskiden olduğu kadar gündemde, müziklerindeki enerji de altın çağlarındaki kadar ateşliydi.
BUNU DA DENEYİN: Torres - Sprinter
7- JOANNA NEWSOM - DIVERS
Başyapıtı “Ys”in (2006) ardından geçen yaklaşık 10 yıldaki üçüncü Joanna Newsom albümü bu. Ama şiirsel sözleri, kimselere benzemeyen vokali, sıra dışı enstrümantasyonu ve narin dokusuyla albümleri o kadar eşsiz ki, ona “az” ürettiği için kızamıyorsunuz. ‘80’lerde Kate Bush, ‘90’larda Björk’ün yaptıkları kadar büyük albümler üretiyor ve müzik tarihinde onlar kadar müstesna bir yerde olacak Newsom.
BUNU DA DENEYİN: Julia Holter - Have You in My Wilderness
8- FATHER JOHN MISTY - I LOVE YOU, HONEYBEAR
J. Tillman’ın kariyeri sıklıkla “folk” kavramı üzerinden gidiyor, ama o Father John Misty mahlasını kullanmaya başladığında bu türün onu tanımlamaya yetmeyeceğini anlamıştık. “I Love You, Honeybear” türün melodik geleneğinden hakkıyla nasiplenirken modern bir indie rock sound’u tutturuyor ve belki de en önemlisi, kişisel sözleriyle kalbini sonuna kadar açıyor.
BUNU DA DENEYİN: Kurt Vile - b’lieve i’m goin down
9- FOALS- WHAT WENT DOWN
Indie tünelinden çıkıp Britanya’nın en büyük gruplarından birisi hâline geldi Foals. Albümle adaş şarkı ile çıkış yaptıklarında daha sert bir rotaya saptıklarını düşündük ama aslında “Holy Fire”ın (2013) bıraktığı yerden devam ediyorlardı: Bir tarafta alnında hit yazan yüksek tempolular, öte yanda insanı darmadağın eden ağır parçalar. Formülü değiştirmeye her zaman gerek yok anlayacağınız.
BUNU DA DENEYİN: The Maccabees - Marks to Prove It
10- YOUNG FATHERS - WHITE MEN ARE BLACK MEN TOO
Köklerinin birazını Afrika’dan alan bir İskoç hip hop grubu Young Fathers. Önceki yılın başlarında belki hiç bilinmiyorlardı, ama “Dead” (2014) ile Mercury Ödülü’nü alınca kariyerleri değişti. İkinci albümlerinde kaosu daha az, daha olgun bir sound’ları var, rap yavaştan geri planda kalıyor ama Afrika ve pop etkileri bâki. TV on the Radio’nun en iyi dönemlerindeki formlarını anımsatıyorlar.
BUNU DA DENEYİN: Algiers - Algiers