Güncelleme Tarihi:
Kitaplarınızın 12 dildeki çevirmenleri İstanbul’a geliyor. Onlarla daha önce tanışmış mıydınız?
- Çevirmenlerin büyük çoğunluğuyla tanıştım. Bu insanlar benim için çok önemli. Romanlarımı kendi dillerine kazandırmak için adeta yeniden yazıyorlar. Onlarla bir sempozyum düzenleyeceğiz. Romanlarımı çevirirken neler yaşıyorlar, ne gibi zorluklarla karşılaşıyorlar, zevkli tarafları neler, kendi ülkelerinde yayımlanan bu romanlar ne kadar ilgi topladı, hepsini konuşacağız.
Bu yeniden yazma meselesi tedirgin edici değil mi bir yandan da?
- Romanlarım polisiye türünde olduğu için değiştirilmesi çok zor. Ama mesela ‘Zurnanın zırt dediği yer’ demişim, bunun başka bir dile çevrilmesi acayip bir şey. Bir de çevirmenin elindeki Türkçe metni anlaması çok önemli. Deyimler ve Türkiye tarihi meselesi kafalarını karıştırıyor. Şanslılar, çünkü yaşayan bir yazarın kitabını çeviriyorlar. Şimdiye kadar çalıştığım çevirmenler çok sorumlu insanlardı. Anlamadıkları yerleri mutlaka sordular, zaman zaman da yaptığım mantıksal hataları buldular.
İyi çeviri neden önemli?
- Türkiye, yabancı ülkelerin nezdinde itibarını kaybettiği ilginç bir dönemden geçiyor. Bu itibarı kazanmak için sanata, edebiyata tutunmak gerek. Önyargıları kırabilecek olan tek şey, sanat. Sanatın evrensel niteliği bu!
Bir yazarın yabancı dillere çevrilmesi statü göstergesi midir?
- Evet, bunlar yazara saygınlık kazandıran şeyler. Ama bir yazarın iyi olup olmadığını belirleyen asıl şey, öldükten 30-40 yıl sonra hâlâ eserinin okunuyor olmasıdır. Şu anda eserlerimin bu kadar okunuyor olması, sadece yazarak geçiniyor olmak, yurtdışında okurlardan ilgi görmek şahane bir şey.
BASKICI REJİM VARSA, YAZARLARA İLGİ ARTIYOR
Bizde kitaplar en çok darbe dönemlerinde çevrilmiş.
- Ülkede baskıcı bir rejim varsa, o ülkenin aydınlarına ilgi çok artıyor, ülkeyi tanımak istiyorlar. Çek Cumhuriyeti’nden Milan Kundera, sosyalizm yıkılıp bir yenilenme başladığı zaman çıktı.
Diyelim ki çevirmenle tanıştınız ama size güven veremedi...
- Çevirmeni ben seçemiyorum, keşke seçebilsem. Ama şu ana kadar kötü bir olay yaşamadım. Çeviri ilginç bir şey; ne kadar yetkin olursan ol, farklı bir dil olduğu için zaman zaman kafan karışabiliyor. Örneğin ‘Sis ve Gece’ romanımda Elmadağ geçiyor. Almanca çevirmeni, Elmadağ’ın Taksim’deki Elmadağ olduğunu bilmiyor. İnternette aratıyor ve Sivas’ın bir köyündeki elma meyvesi dağı diye çeviriyor. Böyle tek tük yanlışlıklar olabilir.
Romanlarınızın çevrilmesine en şaşırdığınız dil hangisi oldu?
-‘Bab-ı Esrar’ Urduca yayımlandı, hiç aklıma gelmezdi. Sonra Korece, Çince...
Kitaplarınızın Türkçe dışında en çok ilgi gördüğü ülke hangisi?
-Yunanistan, Almanya, Bulgaristan. Şu anda yazmakta olduğum kitabı da satın aldılar.
Biz ne zaman okuyacağız onu?
-Eylülde. Yeni romanımda bir seri katil var ve bu seri katil, çocuk tacizcilerini öldürüyor. Onun başından geçenler ve onu yakalamaya çalışan Başkomiser Nevzat, yardımcısı Ali ve Zeynep’in serüvenini yazıyorum.
ÇEVİRMENLERİ ANLATIYOR
ALMANCA BİLSE O NE DERDİ?
Sabine Adatepe / Almanca
Usta yazar, işlediği tarihi konulardan güncel gündeme kadar nasıl okuru içine çekerek bir daha bırakmayan bir dil buluyorsa, çevirmen olarak da kendi ülkenizdeki okurları aynı şekilde çeken bir dil bulacaksınız. Bu, Ahmet Ümit kitaplarını çevirmenin hem zorluğu hem de zevki. Ahmet Ümit Almanca bilse bu sözcüğü, bu cümleyi acaba Almancada nasıl ifade ederdi diye düşünerek, kafamda özsesini canlandırarak, onun sesini, ifade gücünü yakalamaya, kendi dilime aktarmaya çalışıyorum.
YAZARIN PENCERESİNDEN TARİF ETMEK...
Rafael Carpintero / İspanyolca
Ahmet Ümit’i çevirmek, pencereden bakıp evin içinde bulunan birine sokaktaki olayları anlatmak gibidir. Yazarın penceresinden, elbette. Çok sağlam polisiye kurguları yazmasına rağmen, benim için Ahmet Ümit en çok insanların anlatıcısıdır. Bence o yüzden farklı dünya dillerinde o kadar iyi anlaşılıyor: Burada veya orada hepimiz aşağı yukarı aynıyız. Aynı zamanda Ahmet Ümit’i çevirmenin zorluğu da budur. Türkçesi bazen o kadar berrak, o kadar doğaldır ki. Örneğin diyaloglarda başka bir dilde kulağa tuhaf veya yapay, sonuçta ‘yabancı’ gelebilir ve buna izin vermemek gerekir. Ahmet Ümit’i çevirmek en çok derin bir zevktir çünkü sokağa baktığımız pencere hiç kapanmıyor ve biz kendi dilimizde neler gördüğümüzü, neler okuduğumuzu anlatmaya devam ediyoruz. Ve sonunda annemin ‘Patasana’yı okuduğu zaman söylediğini başarıyoruz: “Sanki İspanyolca yazılmış.”
HER KARAKTER FARKLI KONUŞUR
Rakesh Jobanputra /İngilizce
Ahmet Ümit’in romanlarını çevirmek bana kesinlikle büyük haz veren bir şey. İngilizceye çevirirken, her karaktere uygun bir lehçe yakalamak çok önemli ve bu ‘zorluk’ da tatlı bir haz veriyor. Komiser Ali’nin veya ‘İstanbul Hatırası’ndaki sokaklarda yaşayan içkicilerin kaba ama aynı zamanda çok renkli ve şiirsel ağızları ayrı İngilizceler ister, Fatih Sultan Mehmet veya Sultan Süleyman’ın romanlarda daha ağır ve daha aristokratik sözleri ayrı bir İngilizce...
ÇEVİRİRKEN İSTANBUL’A DÖNÜYORUM
Thanos Zarangalis / Yunanca
Ahmet Bey’in mükemmel tasvirlerini çevirirken yıllar sonra büyülü ve büyüleyici kente geri dönüyor, bildik sokaklarda geziyor, tanıdık kokuları kokluyor, aşina yüzler gözlerimin önünde şekilleniyor ve fincandaki çay azalırken artık başka bir kentte yaşadığımı unutuyorum.
Dünya Dillerine Ahmet Ümit’i Çevirmek’ konulu sempozyum, 7 Nisan Cuma günü 11.00-16.00 arasında Okan Üniversitesi Beyoğlu Kampüsü’nde.