Güncelleme Tarihi:
Haksız da değil bu beğeni; kadın gerçekten çok zeki ve çok komik. Sıradan insanları ve olayları o kadar abartarak yazıyor/oynuyor ki gülmemek mümkün değil. Özellikle 2012’den bu yana yayınlanan, ‘The Mindy Project’te gerçekten çok başarılı.
‘The Mindy Project’te dört sezondur özel bir klinikte çalışan jinekolog Dr. Mindy Lahiri’nin maceralarını izliyoruz. Mindy, New York’ta yaşıyor; ailesi ise Boston’da. İyi bir eğitim almış, kariyerinde çok başarılı. Sürekli çok renkli, desenli giysileri, her daim topuklu ayakkabıları, popüler kültür aşkı, bazı konulardaki akıl almaz umursamazlığı ve cehaleti (mesela bir dönem ABD Başkanı’nın Chris Christie olduğunu filan zannediyordu), cep telefonunu elinden düşürmemesi, sürekli birileriyle mesajlaşması vs. özellikleriyle herkesin bir yerlerden tanıdığı, günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız insanlardan biri. Ya da, demin de dediğimiz gibi, o insanların abartılı bir parodisi.
BİR NEVİ 'SEX AND THE CITY'
İşle, aileyle, kardeşlerle, arkadaşlarla ilgili mevzular da zaman zaman gündeme gelse de dizinin ana ekseni Mindy’nin (ya da kliniktekilerin diliyle Dr. L) aşk hayatı üzerinden ilerliyor. Mindy’nin her bölüm başında hikaye anlatıcısı sıfatıyla New York manzaraları üzerine konuşup seyirciyi 20 dakika boyunca olacaklara hazırlaması da ‘The Mindy Project’e yoğun bir ‘Sex and the City’ aroması katıyor.
Birinci sezon neredeyse tamamen başarılı randevu, flört neşesi, erkek arkadaş, ilişkide sorunlar, ayrılık, depresyon, arkadaş zoruyla çıkılan başarısız randevu, tesadüfen tanışılan hoş erkek, başarılı randevu… şeklinde ilerledi. İkinci sezonda Mindy’nin klinikteki iş arkadaşlarından Danny Castellano ile olan yakınlaşmalarını izledik ki zaten sezonun sonunda onlar erdi muradına biz çıktık kerevetine.
Üçüncü sezon kâh Mindy’nin kariyer bunalımlarıyla kâh Mindy ile Danny’nin uzun mesafe ilişkisine ayak uydurmaya çalışmasıyla geçti. Sonunda yine tatlıya bağlandı işler. Hem de güzel bir haber geldi; çiftimiz bebek bekliyordu. Dördüncü sezonun ilk yarısında bebek geldi. Bu kez de Mindy (ve tabii ki Danny) hem ebeveyn olmanın bunalımlarıyla hem de ikinci çocuk fikriyle boğuşmaya başladı.
MINDY MUTSUZ, MINDY AĞLIYOR
Sezon arası tam da bu bunalımların ortasında verildi. Hatta 13’üncü bölümün sonunda Mindy’i gecenin bir yarısı Danny’den önce oturmakta olduğu evinde mobilyaları ve boşlukları ölçüp kendi kendine ağlarken bıraktık.
Mindy ağlıyor, çünkü mutsuz. Mindy mutsuz, çünkü hayatının dönüştüğü mükemmel aile ortamına karşın bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor. Danny’yi ne kadar severse sevsin, “Senin çalışmana gerek yok, ben nasılsa yeterince para kazanıyorum. Sen çocuklarımıza bak, evimizi temizle, yemeklerimizi pişir” baskılarına katlanamayacağını, işe gitmek istediğinde bencillikle suçlanmayı kaldıramayacağını biliyor.
Önce Princeton’da, ardından Columbia’da en sonunda da Stanford’da boşuna dirsek çürütmediğini; anneliğin ve eşliğin kendisini tanımlayan tek şey olamayacağını; doktorluk yapmadığında bir yanının eksik kalacağını; başka kadınların bebeklerini doğurmalarına yardım etmenin hayatına anlam katan şeylerden biri olduğunu henüz açıkça söyleyemese de kafasından atamıyor. Tabii bir yandan da böyle düşündüğü, annelikle, eşlikle yetinmediği için kendisini sorguluyor, neyi “yanlış” yaptığını anlamak istiyor.
BİR 'VATANİ GÖREV' OLARAK ANNELİK
Doğum yapmanın “vatani görev” olarak nitelendirildiği, evlenmenin, çocuk sahibi olmanın devlet tarafından parayla ödüllendirildiği bir ülkenin kadını olarak Mindy’nin hissettiği baskıyı, suçluluğu, anlamamak mümkün mü? 25 yaşınızdan itibaren düzenli olarak evlenmeye teşvik edildiğiniz, özellikle annenizin sitemlerine göğüs germek zorunda kaldığınız bir ortamda, 30’u devirip “hâlâ” evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamış olmanın en az evli ve çocuklu olmak kadar normal bir şey olduğunu eşe dosta anlatmaya çabalarken, en sevdiğiniz televizyon karakterinin pes etmeye yaklaştığını görmek sizce de üzücü değil mi?
BİR YETİŞKİNLİK EMARESİ OLARAK ÇOCUK SAHİBİ OLMAK
Bu arada bu meselenin sadece ‘The Mindy Project’e mahsus olmadığını da buraya not düşmek isterim. Komedi dizileri dünyasında genel bir karakter gelişimi sorunu söz konusu. Karakterlerin belli bir yaşa geldiklerinde evli-mutlu-çocuklu insanlar haline gelmeleri neredeyse bir zorunluluk oldu. Aksi takdirde bu insanların büyüdüklerini, sorumluluk sahibi yetişkinler haline geldiklerini anlatacak bir şey bulamıyor sanki senaristler.
‘The Office’te Pam ve Jim, ‘Parks and Recreation’da Leslie ve Ben, ‘Friends’de Monica ve Chandler, ‘How I Met Your Mother’da Lily ve Marshall, ‘New Girl’de Schmidt ve Cece hep bu zorunluluğun tezahürünü omuzlarında taşımak zorunda kalan çiftler. ‘New Girl’de ilk tercih Jessica ve Nick çiftiydi elbette ama olmadı, tutmadı. Dahası ikisi çift olunca dizinin komedi unsurunun yüzde 70’i de harcandı gitti. Reytingler geri düşünce Jess ve Nick’i ayırdılar ama bir daha o eski heyecan yakalanamadı. Öte yandan örneğin ‘Seinfeld’de Jerry ve Elaine arasındaki var mı yok mu şüphesini her daim hissettiğimiz ilişki, dizinin ömrünü uzatan önemli tansiyonlardan biriydi.
MINDY HEPİMİZ GİBİ
Neyse, lafı fazla uzattık. Asıl konumuza dönersek;
Mindy kadın, Mindy komik, Mindy zeki, Mindy başarılı, Mindy seksi, Mindy azınlık, Mindy ailesinden uzakta kendi hayatını kurmaya çabalıyor.
Mindy iyi eğitimli, Mindy yoğun bir iş hayatı içinde, Mindy kariyer bunalımı yaşıyor.
Mindy’nin fazla kiloları var, Mindy abur cubur yemeyi çok seviyor, Mindy diyet yapmayı hiç sevmiyor.
Mindy’nin sevgilisi var, Mindy sevgilisinden ayrılıyor, Mindy ayrılık acısı çekiyor, Mindy evlenmeyi düşünüyor.
Mindy çocuk sahibi oluyor, Mindy iyi bir anne olmak istiyor, Mindy çalışan bir kadın ve anne olmak istiyor, Mindy neredeyse tüm çalışan anneler gibi üzerinde baskı hissediyor.
Özetle Mindy hepimiz gibi. Mindy’i rahat bırakın lütfen!