Güncelleme Tarihi:
[Paragraf arası notu: Elimden geldiğince yeni sezonun sürprizini kaçırmamaya çalışacağım ama yine de ufak bir 'spoiler' riski olduğunu söylemezsem olmaz. Bundan sonraki paragrafları bunu bilerek okumalısınız.]
Şimdi... Öncelikle nerede kaldığımızı bir hatırlayalım. Frank Underwood, eşi Claire'in ve sağ kolu Doug Stamper'ın da destekleriyle kurduğu kumpaslar sonucu başkan yardımcılığına kadar yükseldi. Son bir kumpasla Başkan Garrett'ın da ayağını kaydırıp yarım dönemliğine de olsa başkanlık koltuğuna oturuverdi. Başlangıçta "Benim derdim yeniden seçilmek değil, sadece ülkeme hizmet" dedi, sonra bir anda fikrini değiştirip(!) başkanlığa aday olmaya karar verdi. Aynı dönemde Claire'i ABD'nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi olarak atadı. Rusya'yla gerginlik, Ortadoğu'da kriz derken Claire'in bu koltukta olması, diplomatik meselelere burnunu haddinden fazla sokması toplumda rahatsızlık yaratınca Frank geri adım attı.
Geçen sezonun son bölümünde Frank'in Iowa'daki önseçim zaferinin ardından bir yanda insanlar "Un-der-wood! Un-der-wood!" diye tezahüratlar yaparken, bir yandan Frank'in karısına "Yanımda sen olmadan zafer konuşması yapmak zorunda kaldım" şeklindeki sitemlerini izledik. Çünkü Claire isyan bayrağını çekmişti artık. Sadece first lady olmakla yetinemiyordu. Kendi iktidarının sahibi olmak, kocası olmadan da güçlü olmak, Frank'in değil kendi hırslarının peşinde koşmak istiyordu. Frank'in "Sen bensiz bir hiçsin" minvalli lafları bardağı taşırdı, Claire aldı çantasını gitti.
Buradan sonra olanı biteni anlatmayayım. Onun yerine doğrudan kıssadan hisse kısmına gelelim.
DOYMADI DOYAMADI GÜÇLENMELERE
Birincisi (ki bu zaten dört sezondur işlenmekte olan tema), insan evladı güce, hırsa doymuyor. Eriştikleri yerler, ne Frank'e, ne Claire'e ne de etraflarındaki avanelerine yetiyor. Sonu ne olacak hep birlikte göreceğiz.
İkincisi, herkese düşmanlık edenin düşmanı da çok oluyor. Şöyle ki bütün bir sezon boyunca, Frank'e zamanında kazıkladığı bir değil, iki değil, kim bilir kaç kişiden pata küte darbeler yağıyor. En kirli sırlarının medyaya sızması mı dersiniz, kâbus gibi halüsinasyonlarla sonuçlanan hastane maceraları mı dersiniz, ne isterseniz var.
İNSANIN EN TEHLİKELİ DÜŞMANI...
Üçüncüsü ve bence en önemlisi de bu düşmanların en kötüleri, en korkunçları, en baş edilmez, en tehlikeli olanları Frank'in en yakınları, zamanında dost bildikleri... Çünkü birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Birbirlerinin tüm zayıflıklarını, hassas noktalarını biliyorlar, dolayısıyla vurdukları darbenin çapı küçük olsa da etki alanı çok büyük oluyor.
Şimdi şunu diyebilirsiniz: "Ne dostluğu? Adamın evliliği bile bir siyasi proje değil mi?" Haksız sayılmazsınız ama bu sorunun cevabını asla tam olarak bilemeyebiliriz. Bu durumda da yazının en başındaki iki önermeye dönüyoruz yeniden. Ben siyasette ve diplomaside dostluk diye bir şey olamayacağını savunanlardanım. En azından 'House of Cards' bana bunu söylüyor. Dahası günümüz Türkiye'si de bu önermeyi desteklemiyor mu?
Notlar:
1- Bu sezon Claire'in danışmanı Leann Harvey ve annesi Elizabeth Hale gibi etkili ve ilginç yan karakterler giriyor hayatımıza, takipte olun.
2- Öte yandan Zoe Barnes, Peter Russo, Lucas Goodwin gibi geçmişte bıraktığımızı zannettiğimiz bazı yüzler yeniden ortamlara dâhil oluyor. Görünce çok korkmayın diye söylüyorum.
3- Robin Wright muhteşem bir kadın. Bu sezon birçok bölümün yönetmenliğini de üstlenmiş. O bölümlerin diğerlerine kıyasla çok daha çarpıcı olduğunu düşünüyorum.
4- Her sezon mutlaka bir kriz olması şart ya, bu sefer de IŞİD benzeri 'ICO' isimli, Suriye merkezli bir terör örgütü ile bir benzin kıtlığı söz konusu. Ama ne krizler, ne de krizlere verilen tepkiler inandırıcı.
5- Dizinin takvimi ABD seçimlerinin gerçek takvimiyle paralellik gösterse de 'House of Cards'ın Beyaz Saray'ı fazla sanal, fazla hayali bir yer. Amerikan siyasetinin gerçekçi bir gözle kurgulanmış halini izlemek isterseniz sizi bir Aaron Sorkin şaheseri olan 'West Wing'e alalım. (İnşallah bir yazıyı da 'West Wing'e ayırırız.)