Reyan TUVİ
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 22, 2005 00:26
İnsanın, hayatının hangi dönemecinde, nerede çırılçıplak kalıp kendisiyle yüzleşeceği büyük önem taşır. O noktada, kimimiz kaçacak yer arar, kimimiz bir daha o anı unutmayız...
Bir tatil köyünün açık büfe kuyruğunda, denizi yararak ilerleyen bir jet- ski’nin tepesinde, son moda bikinilerin ve fiyakalı cep telefonlarının hüküm sürdüğü beach club’larda ya da herkes gittiği için gidilen barlarda olanlar, kendileriyle yüzleşebilirler mi, daha doğrusu yüzleşecek bir yer isterler mi? Cevabınız olumsuzsa, Kabak Koyu’na asla adım atmamalısınız...
Ölüdeniz, Türkiye’nin en özel coğrafyalarından birine sahip. Bir süredir burayı kıskacına alan kalitesiz turizm anlayışı bile bu akıllar durdurucu doğanın haşmetini söndüremedi. Belcekız sahilinde tek tük kamping olduğu günleri hatırlıyorum. O zamanlar Belcekız Ovası birkaç köylünün tarlasından ibaretti. Burası, iki dağ arasında kaldığından, toprağı verimliydi, adeta doğal bir seraydı. 1970’lerden beri hippiler buraya geliyorlardı zaten. Sahildeki kamp yerlerinde ya da köy evlerinin bahçesinde çadır kurulur, kumsalda yakılan ateşin etrafında toplanılır, müzik yaparak eğlenilirdi. Sahilin ünü böyle duyuldu. Tarımdan turizme böyle geçildi... Kabak Koyu, bana Ölüdeniz’in eski günlerini hatırlattı.
BEREKETLİ VADİNİN İÇİNDE KAMP
Ölüdeniz’deki ilk kampinglerden birinin sahibi olan Mehmet Kavasoğlu, bir günü hiç unutamıyor; ‘’O gün, bugün eşim olan İngiliz kız arkadaşımla plajda uzanıyoruz. O, üstsüz güneşleniyor. Arkamızdan bir köylünün yaklaştığını fark ettim. Biraz tedirgin oldum ve ne istediğini sordum. ‘Yanlış anlama’ dedi, ‘sahilde arazim var ama taşlık, ekemiyorum, satmak istiyorum, alır mısın?’ Cebimde 300
pound tatil harçlığı vardı. Kabul etti, plajdan kalktım ve tapuyu almaya gittim.’’ Mehmet Bey, hiç aklında yokken, sonraları çok ünlenecek Derya Kamp’ı ve Harem Bar’ı açtı. ‘’O zamanlar herkes içtiğini yazar, yabancılara barda göbek dansı öğretilir, isteyen barda uyuyakalır ve sabah erkenden denize girilirdi. Bob Geldof ününü duymuş, bir gün teknesiyle yanaştı, buranın bakirliğine ve atmosferine hayran kalmıştı...’’ Mehmet Bey dahil, o günleri hatırlayan herkes, şimdi o bohem seyyah ruhundan eser kalmadığını, Ölüdeniz’in artık bir ‘’ticarethane’’ olduğunu itiraf ediyor.
Ölüdeniz’in bozulmasıyla birlikte, Kelebekler Vadisi gibi el değmemiş ve zaman içinde olumsuz değişim geçirme olasılığı daha az olan koyları keşfetmeye çıkanlar, Kabak Koyu’nu çoktandır biliyorlar. Koy, Türkler’in dikkatini ise daha yeni yeni çekmeye başladı. Kate Clow tarafından açılan ve Türkiye’nin ilk uzun yürüyüş parkuru olan Likya Yolu’nun üzerinde olması da hızla tanınmasında en büyük etken. Üç tarafı dağlarla çevrili kanyon biçiminde ve ıssız, taşlık bir kumsalla denize açılan bu bereketli vadinin içinde, yeşilliklerin arasında kaybolmuş kamp yerleri var. Burası, doğayı sömürmeden var olmak ve tüketirken yok etmemek felsefesiyle gelenleri ağırlıyor. Bu nedenle de burası, daha çok spiritüel ve doğayla ilgili aktivitelerden zevk alanların uyum sağlayabildiği, başka beklentilerle gelenlerinse büyük hayal kırıklığına uğradığı bir yer.
Kabak Koyu ya da diğer bilinen adıyla Gemile sahilinin hemen arkasında, temelleri atılmış ancak tamamlanmamış bazı yapılar göze çarpıyor. Bu arazide, gerekli ön izinle birlikte inşasına başlanan, 300 küsur yataklı tatil köyünün ilerlemesi, Kabak Koyu’nu korumak isteyen Türk ve yabancı çevrecilerin mücadelesi sayesinde durdurulmuş ve vadi 1. derece doğal SİT alanı ilan edilmişti. Bugün vadide, asırlık birkaç taş ev ve kamp bungalovları dışında başka yapılaşma yok.
ENDEMİK BİTKİLER ŞELALELER, GÖLETLER
Kabak Koyu, Türkiye’de ender rastlanan jeolojik bir yapıya sahip. Bölgenin coğrafi açıdan bu denli izole kalması, zaman içinde burada zengin bir yaban hayat oluşmasını sağlamış. Bu coğrafyada barınan canlılar, diğerlerinden farklı bir evrim geçirdiklerinden, sadece burada rastlanan endemik türler gelişmiş. Bu açıdan vadi çok önemli bir ekolojik araştırma alanı. Kabak Natural Life’ın sahibi Levent Bey’in arşivinde Türk ve yabancı birçok araştırmacı ve bilim adamının vadi hakkındaki incelemeleri var. Endemik bitki ve hayvan türleri, kaplan kelebekleri (Jessy Tiger), şelaleleri ve göletleriyle, burası kuşaklar boyu incelenmesi ve korunması gereken doğal bir cennet.
Bu cennetvari cangılın içinde tatil yapmak ise her babayiğidin harcı değil. Statünün önemini yitirdiği, çırılçıplak kalınan bir yerdir burası. Bir kere, ormanın içinden geçen bir patikadan aşağı, yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş yapmanız gerekir. Yani şık kıyafetlerinizi Samsonite bavulunuzla taşımanız oldukça zor olacaktır. Belki kamplardan birinin eşeği size yardımcı olabilir. Koya yaklaştıkça, cep telefonunuz artık çekmemeye başlar. Kampların bungalovlarında, televizyon, klima, telefon ve mini bar bulunmaz. Kapılar kilitlenmez. Etrafta böcekler ve örümcekler vardır. Sahilde yastık, şemsiye, şezlong yoktur, plaja kokteyl servisi yapılmaz. En yakın disko Ölüdeniz’dedir.
Buraya eğlenmeye gitmişken geri dönmemek daha akıllıca olacaktır. Çünkü 800 metrelik dağlarla çevrili vadide genellikle etnik müzik ve gitarın sesi duyulur, en güçlü ışık kaynağı ise ay ve yıldızlardır. Yaşam komündür, hayatın ritmi yavaştır, dingindir, tanışılır, sohbet edilir, şelalelere gidilir, göletlerde yüzülür. Burası bir tür sıfır noktasıdır, her şeyden arınır, özünüze dönersiniz. Kendisiyle ve doğayla barışık olmayan burada çarpılır. Bu yüzden burası sadece kendisiyle yüzleşebilenlerin ve iyi dilekleri olanların yeridir. Bu dileklerden biri, Turan Camping’in girişindeki tabelada yazıyor: ‘’Güzellikler sonsuza dek yaşasın...’’