Ezgi BAŞARAN
Oluşturulma Tarihi: Haziran 04, 2006 00:00
Sevin sevmeyin kulağınıza çalınır, farkında olmadan ezberlersiniz şarkılarını. Çünkü yıllar önce, Karabiberim şarkısıyla çıktığında Ertuğrul Özkök’ün de dediği gibi o "Türk ruhunun altın dengesini yakalayan bir sanatçı"ydı. Çekik gözleri ve kalın kaşları yüzünden "Japon James Dean" dendi, sesi ince diye dalga geçildi, ama bunlar hiçbir şeyi değiştirmedi. Mayıs başında çıkardığı albümü yine bir numarada.
Kime şarkı yapsa, hit oluyor. Yaptırdığı bir ankete göre "Serdar Ortaç’ı sevmiyorum ve dinlemiyorum" seçeneği hiç işaretlenmedi. Oylar Serdar Ortaç’ı seviyorum ve dinliyorum ve sevmiyorum ama dinliyorum arasında bölündü. Bugün ona birkaç ömür yetecek parası, bir o kadar egosu var ve tüm bunların etkisiyle soruyor: "Ben bugün sizce ne yapsam satmayacak? İşte olmuşum yani. Tarih bana 8 tane albüm, 3 tane single, 300 tane de şarkı yaptırmış. Hangisinde başarısız olmuşum? Hangisi satmamış? Bir tane tokat yememişim halkımdan. Askeri hapishanelere girdim, kumar oynayıp milyon dolarlar kaybettim yine el üstündeyim. Ben fenomenden başka ne olabilirim ki?"
Anne Nesrin Ortaç ve baba Mehmet Ortaç iş yerinde tanışmış ve büyük bir aşkla evlenmişti. Mehmet Bey bir torna tesviye atölyesinde işçi, Nesrin Hanım ise o atölyede muhasebeciydi. Maaşları Nesrin Hanım öderdi bir zarf içinde sıraya giren işçilere. Her maaş alma günü kur yapma günüydü bir bakıma. Mehmet "Kumrum" diye başlayan şiirler yazıp masasına bırakıyor, Nesrin Hanım da cevabını maaş zarfının içine koyuyordu.
Nesrin Hanım 18 yaşına geldiğinde evlendiler. 16 Şubat 1970’de Vakıf Gureba Hastanesi’nde doğdu Serdar Ortaç, ailenin 6’şar yıl arayla doğacak üç erkek çocuğun ilki olarak.
Mutlu bir çocukluk geçirdiği söylenebilir. Evet baba çok sert bir adamdı. Bugün bile babasının yanında sigara içemez Ortaç ama sevgisini de aynı oranda gösterirdi. Kendi torna tesviye atölyesini kurduktan sonra işleri iyice ilerletmişti. İyi para kazanıyor ve ailesiyle bunu fazlasıyla paylaşıyordu. Her iş dönüşü Serdar’a oyuncak ve bir torba dolusu Çokokrem getirirdi. Bu ilgiye alışmış olan Serdar, ortanca kardeşi Sertaç doğduğunda o kadar kıskanmıştı ki bir gün kardeşinin hırkasından sarkan ponponları beşiğine bağlamış, neredeyse boğulmasına sebep oluyordu.
Ortaç’ınki kesinlikle şenlikli ve büyük bir aileydi. Eğlenmeyi çok severdi herkes. Her haftasonu Rum tavernasına gidilir, içilirdi. 4 katlı Küçükköy’deki çiftlikteki bayram kutlamaları ise bitmek bilmezdi. Çünkü dede, babaanne, amcalar, kuzenler toplam 28 kişi bir araya gelirdi.
TORNA TESVİYEDEN BİLKENT’E
Ortaç Kocamustafapaşa İlkokulu’nu bitirdikten sonra 11 yaşında Suadiye’ye taşındılar. O da Suadiye Ortaokulu’na başladı.
Cumartesi günleri, babasının Bayrampaşa’daki atölyesine giderdi. Çok çalıştırırdı babası onu, hem işi öğretirdi hem de tuvaletleri temizletirdi. Bir gün babasının işinin başına geçeceğini hesap ederek işi enine boyuna öğrenmesi gerektiğini düşündü ve meslek okulunun torna tesviye bölümüne girdi. Mezun olduktan sonra iki sene babasının yanında çalıştı fakat çok mutsuzdu. Bu iş ona göre değildi, yapamıyordu. Bir anda bıraktı. Suadiye’de daha çok ev hanımlarının rağbet ettiği bir İngilizce kursuna yazıldı. 6 ayda öğrendiği İngilizce’yle Bilkent Üniversitesi Amerikan Filolojisini kazandı. Aslında Boğaziçi’ni de kazanmıştı ama uzak olmak için Ankara’yı tercih etti.
Bu durum, babasıyla arasını açmadı hiç. Hatta hazırlığı bitirdiği sene babası ona sürpriz yapıp Doğan marka bir araba bile hediye etmişti. Fakat Ortaç Bilkent’i de bitiremedi. İşten sıkıldığı kadar okuldan da sıkılmıştı. O yüzden yeni edindiği DJ arkadaşlarıyla takılıyor, Avrupa seyahatlerine çıkıyordu. Sonuç olarak devamsızlıktan okuldan atıldı. Çantasını toplayıp, İstanbul’daki baba evine geri döndü.
İLK ŞARKILARI COMMODORE 64’TE
Radyoculuğu yapabileceğine inandı. Bir demo doldurdu ve 1991’de İstabul FM’de hemen işe başladı. Yeşil Ev adlı programında belediye başkanlarıyla röportajlar yapıp, halkın sıkıntılarını aktarıyordu. O kadar çok dinleniyordu ki bir keresinde Boğaz Köprüsü’nden geçerken kornayla protesto yapın demişti ve bütün taksiciler ona uymuştu.
Daha sonra İstanbul FM’in açtığı Radyo 34’ün müdürü oldu. Bu sırada evdeki Commodore 64’ün tuşlarına basarak şarkılar yapıyordu. Karabiberim de öyle çıkmıştı zaten. Şarkıyı radyoda söylediğinin ertesi günü ise Raks’tan bir adam geldi kapıya ve onu şirkete götürdü. Koral Sarıtaş’la tanıştılar ve 16 gün sonra ilk albümü Aşk İçin piyasaya çıktı. Yıl 1994, satış rakamı 1.5 milyon.
Bunda çok konuşulan İlknur Soydaş’ın oynadığı ve senaryosunu kendi yazdığı zeytinli Karabiberim klibinin de etkisi mutlaka vardır. İki yıl sonra Yaz Yağmuru albümü çıktı. Yine çok sattı.
REINA’DA MOJITO İÇİLECEK ARKADAŞLAR
1998’in Ekim ayında, tam da üçüncü albümü Gecelerin Adamı’nı çıkardığı ve Okan Bayülgen’in Zaga’da her cumartesi gecesi onunla Japon James Dean diye dalga geçtiği o dönemde askerlikten kaçmak için hile yaptığı iddiasıyla tutuklandı. Hem de Bostancı Gösteri Merkezi’ndeki konserinin hemen bitiminde, kuliste.
12 gün İstanbul’da Davutpaşa’da, 54 gün de Mamak Cezaevi’nde yattı. Bunların sonunda mahkemeden beraat kararı çıktı, hatta askerliği 1 yıl daha tecil edildi. 1999 depreminin ardından bedelli askerlik yasası çıkınca da, bedelli askerlik yaptı.
O zamanlar, bu hapishane olayını hayatının en kötü hadisesi, onu ziyarete gelen arkadaşlarının da en iyi arkadaşları olduğunu düşünmüştü. Şimdi fikri değişti. Bugün onların başına bir şey gelse kılı kıpırdamaz, örneğin bugünkü aklı olsa ne Ebru Gündeş’i ne de Mehmet Ali Erbil’i hastane kapılarında bekler. Televizyondan izler, içinden gelirse iki dua eder. Çünkü artık o arkadaşlarını sınıflandırmayı öğrendi. Reina’da bir kadeh mojito içilecekler ve omzuna yaslanıp ağlanabilecekler diye. O artık sadece omzuna yaslandıklarına koşuyor. Ve biz onları tanımıyoruz.
1999’da çıkardığı dördüncü albümü Bilsem Ki’deki Asrın Hatası şarkısı, o yıl Etiler’deki barlarda en çok söylenen şarkı olmuş hatta milenyuma bu şarkıyla girilmişti.
Bar demişken belirtmek gerek; Serdar Ortaç’ın bar kariyeri biraz karmaşık. Hayır, tabii ki de çok başarılı. Son 16 yıldır durmaksızın barlarda çalışıyor, yılda 300 gün, günde dört saat sahnede kalıyor. Kendi deyimiyle kitleleri peşinden sürükleyen, her dönemin en popüler adamı. Ama işin karmaşık kısmı, işte o kitleler içindeki karanlık isimler. Onlar ve vukuatları...
Kendisinden 100 bin dolar haraç istediler, sahne aldığı Dalmaz Center’ın patronu Mehmet Dalmaz’ı kurşunladılar. Bu arada patronu Mehmet Dalmaz’la arası açıldı ve 8 yıldır çalıştığı Dalmaz Center’dan ayrıldı. Bu arada yeraltı dünyasından Sedat Şahin, onu istediği barda sahneye çıkarma girişimlerinde bulundu. Yani tehditlerle dolu telefon görüşmeleri yaptı. Royal Motors’un sahibinin oğlu Yılmaz Bektaş’ın ölümüyle sonlanan genç mafyaların kavgası da yine onun sahneye çıktığı diğer bir bar olan La Scala’da başlamıştı.
Bunların hiçbiri onun suçu değil elbette. Zaten o sahnedeyken sadece söylediği şarkıya kilitlenir ve önüne bir perde çeker. Ön masada biri birine kur mu yapmış, üst katta biri birini mi bıçaklamış, ilgilenmez. Şarkısını söyler, kulisine gider, duşunu alır, geceyi üstünden atar, çıkar ve gider.
KUMARDA 2,3,4 MİLYON DOLAR FİLAN KAYBETTİ
Bu dönemde içindeki büyük kumarbaz uyandı. Masaya oturuyor, ciddi paralar kaybediyordu. Ciddi paradan kasıt iki, üç, dört milyon dolar filan. Fakat şimdi kendini tedavi etti. Ona göre bu işe nasıl bulaştıysan öyle kurtarabiliyorsun. Şu anda her ay, en az 3-4 kere büyük casinoları olan otellerde sahneye çıkıyor ama artık kumara el sürmüyor. Örneğin Avrupa’daysa, fotoğraf makinesini alıp dışarı çıkıyor. Bina resimleri çekiyor.
2001’de diğer sanatçılara verdiği şarkılardan oluşan Sahibinin Sesi, 2002’de Okyanus ve 2004’de Çakra albümleri yayınlandı. O sıralarda yöneltilen, "Siz beste fabrikası mısınız?", "Nereden ilham alıyorsunuz?" gibi sorulara "Valla 5 dakikada tuvalette çıkarıyorum. Bu boğaza bakan öküz bile ilham alır" şeklinde cevaplar verdi. Bu cevapların insanlara neden bu kadar acayip geldiğini de bir türlü anlamadı. Acaba kendileri yapamadıkları ve onu kıskandıkları için mi sinir oluyorlar?
Belki o ultra hızlı düşünen, çok zeki bir adam. Olamaz mı yani? Onun şarkılarının bir formülü yok, yalnız o dünyadaki trendleri yakından takip ediyor. Müzik piyasasının ibresi hip hop ve R&B’den yana döndü, o da ona uydu. Mesela bu son yaptığı albüm, ona göre sadece Türkçe olması itibariyle MTV veya VH1’da klipleri dönen yabancı şarkılardan farklı. Yoksa ha 50 Cent, Beyonce, ha Serdar Ortaç.
AŞK SADECE ÇARESİZLERİN İŞİ
Serdar Ortaç, hayatında üç kere aşık oldu. İlki, 18 yaşındayken. İlişkisi 11 ay sürmüştü. Suadiye’den küçük bir tekneyle Adalar’a doğru açılırlardı. Sonra 1999’da o sırada asistanı olan bir kadına aşık oldu. Bir de 2-3 ay birlikte olduğu bir mankene. Bu ilişkileri uzun sürmedi çünkü o çok bencil bir adam. Bunu açıkça söylüyor. Onun araba koltuğunu, kahvaltısını, kanepesini, odasını paylaşacak birini istemiyor hayatında. Hiç tanımadığı, onun kanından olmayan, bir anda bir rüzgar ve elektrikle onu hayal dünyasına sürükleyecek bir kadını hayatının hiçbir objesinden daha üstün göremez. O herkesten önce kendisini seviyor. Arkadaşlarına bakıyor, bir kız için ölüp bitiyorlar, hayatlarını altüst ediyorlar. Bu çok komik! Onlar gibi mi olsun yani?
Cumartesilerini Reina’ya, pazarlarını sinemaya, perşembe günlerini ancak izin alarak erkek arkadaşlarıyla çıkmaya, çarşamba gecelerini niye o kıza baktın diye kavgaya, salı günlerini de niye o eteği giydin diye tokada mı ayırsın? Böyle sıradan bir hayat ona ne verebilir ki? O zaman Serdar Ortaç olamaz ki! Böyle diyor...
Ona göre aşk, çaresizler için. Onun bugünkü en büyük orgazmı Yürek Haini adlı şarkısının beğenilmesi ya da katıldığı bir TV programının reytinglerinin tavana vurması. Bunun yerini ne bir dudak ne bir ten ne de bir kalp tutabilir. Onu sadece başarı mutlu edebilir. Sahneye çıkarsın. Spotlar yanar. Dansözle başlarsın. Babalar gibi şarkını söylersin. Kralsın. Bitti.