Kendimizin asıl yargıçları biziz

Güncelleme Tarihi:

Kendimizin asıl yargıçları biziz
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 15, 2011 15:14

Fırtınanın içinde sessiz kalabilmeyi başardı. Kendini ve çocuklarını, zarar verecek her şeyden korudu. şimdi, olmak istediği yerde, sahip olmak istediği duygularla yaşamına devam ediyor. Defne Samyeli, yaşamındaki değişimleri ve farkındalıklarını Hello!’ya anlattı.

Haberin Devamı

“Son beş yıldır, doğrularım ve yanlışlarımla kendimi yeniden keşfettiğim ve yeniden doğduğum müthiş bir evreyi yaşıyorum” diyorsunuz. Bu yeni doğumun içini neler dolduruyor?   

- Değişim, durmayan bir gerçek. Devamlı bir devinim ve dönüşüm halindeyiz. Ben buna “gelişme” diyorum. Hayatta yaşadığımız iyi ya da kötü her türlü deneyim, bizi dönüştürmek ve iyiye sevketmek için var.
 
Bu farkındalık ya da değişim son yaşadıklarınızdan sonra mı gelişti?         

- Hayır! Benim çocukluğumdan beri hayatım çok inişli çıkışlıdır. Onların doğurduğu bir “ben” vardı zaten. O bilinçle yoluna devam ederken hem iş hem de özel hayatın tekdüzeleşiyor. Sanırım o tekdüzelik insanda yeniden gelişme kapısının açılacağına dair ön bir fısıltı. Bu şimdiki ben ama yarınki ben yine ben olmayacağım.

Yani acılarınız ve korkularınızla yüzleştiniz... 

- Acı ve korku her insanın hayatında olduğu kadar benim hayatımda da var. Coşkular ve mutlulukların beslediği kadar, acılar da beni büyüttü, geliştirdi, kaçınılmaz olarak bazı taraflarımı nasırlaştırdı. Büyük acılar yaşamış insanların başka acılara tavrı daha donuk oluyor. Korkular da her insanda olması gerektiği kadar. Kendimi cesur, atak ve gözükara olarak tanımlıyorum.

DÜNYAYI BİZ YÖNETSEK DAHA AZ SUÇ İŞLENİR

“En kötü olayda bile öğrenilecek büyük dersler var. Kendime önce üzülmek için belli bir süre verir, sonra gözyaşlarımı siler, bundan ne öğrendim ona bakarım” diyorsunuz. Peki aşktan, evlilikten, çocuklardan ve boşanma sürecinden neler öğrendiniz?

- Çocuklarımla birlikte ne kadar verici olduğumu keşfettim. En bencil kişi bile anne olduktan sonra bir yere kadar kendinden vazgeçmek zorunda... Kendimi yeni baştan tanıdım, anne olmak için doğduğumu anladım. Bu, büyük bir şefkat artışına neden oldu. 23 yaşımda her insanın da bir başkasının evladı olduğu düşüncesi kafama yazıldı ve herkese o gözle bakmaya başladım. Hatta dünya, kadınların yönettiği bir yer olsa daha az suç işlenir. Çünkü biz beyin yapımız gereği farklıyız.

Kendinize üzülmek için belli bir süre veriyor, sonra gözyaşlarınızı siliyor ve öğrendiklerinizle yüzleşiyorsunuz. Peki ruhunuzu nasıl doyuruyorsunuz?

- Kendime üzülme ya da çaresiz hissetme hakkı tanıyorum. Ama bu hakkı ne kadar tanıyacağımın kontrolü yine bende!

O zaman çok kontrollüsünüz ve kalkanlarınız var.

- Kalkanlarım yok. Aksine çok şeffaf biriyim ve kendimi çok rahat açarım etrafımdakilere.

Bu, zarar getirmiyor mu?

- Çok umursamıyorum, bana zararı yok. Ben çok açık bir insanım. Çok şahane dostlarım var. Hayat paylaşmadan geçmiyor ki.

Tamamen yeni biri olarak hayata başlamak mümkün mü? Siz bu zor süreci atlatmayı nasıl becerdiniz?

- Aynada baktığım “ben”e güvendim. Ne kadar yük taşıyabileceğinizi, o yük sırtınıza yüklenmeden keşfedemiyorsunuz. Kendime çok güvendim ve çok destek verdim. Bana destek veren ben varken, başkasının desteğine ihtiyacım yok ki. Kendime yetiyorum.

ÖNEMLİ OLAN YANGIN YERİNDE SAKİN KALMAK

Reenkarnasyona inanıyorsunuz, değil mi?

- Evet. Parapsikolojiye de meraklıyım. Bir dönem telekinezi ile uğraşmaya karar verdim. Astral seyahat gibi merak duyduğum konular vardı.

Başarabildiniz mi?

- Başaramadım, çünkü meşakkatli bir çalışma süreci gerektiriyor.

Spiritüel düşünce, ruhunuzu nasıl besliyor?

- Bildiğim iki şey var: Hayata öğrenci olarak geliyoruz ve bu dünyadan göçünceye kadar öğrenmeye devam edeceğiz. ıkincisi, etrafımızda gerçek olarak algıladığımız şeyleri çok ciddiye almamak gerektiğini düşünüyorum.

Yani siz, dağ başındaki bir manastıra kapanmazsınız...

- Bu insanı geliştiren bir şey değil. Zaten gelişebiliyorsan sosyal ortam içinde geliş. Hayatın sana meydan okumasıyla başa çık. Onlar karşısında bir duruş sergile ve oradan büyü. Dağın tepesinde, kuş sesleri arasında insan tabii sakin olur. Önemli olan yangın yerinde sakin kalabilmek.

TEK BİR HAYALİM VAR O DA MUTLU OLMAK

Hayata bu kadar pozitif bakabilmeyi nasıl başarıyorsunuz?

- Gerektiği kadar ciddiye almak lazım, derdi, tasayı, kederi... Sevinci büyüterek yaşamak lazım... En önemlisi hayatın her anından, her saniyesinden keyif almak. Kötü gibi gözüken tecrübeyi bile dönüştürebilmeyi başarabilmek gerek.

Herhalde bunun için insanın kendisine iyi davranması gerekiyor...

- İnsanın kendisini çok fazla yormaması ve kırmaması, kendisine iyi davranması gerek. Kendinin en iyi arkadaşı olabilmeyi becerebilmelisin. Çünkü bizim başkasına verecek çok aklımız oluyor. Ama bir derdin, bir sıkıntın, çözemediğin bir problemin, kafanda bir soru işaretin olduğu zaman bir de kendine sormalısın... Kendinle bir başkasıymış gibi konuş. Ne kadar ılımlı ve ne kadar sakinleştirici olabildiğine şaşırırsın.

Ama en ağır eleştirileri kendimize yöneltiyoruz.

- Kendimize karşı en büyük eleştiri yapan yine kendimiziz. Biz kendimizin en büyük yargıçlarıyız. Kafalarımız içinde kendimizi o kadar ağır yargılıyoruz ki, kendimize iyi davranmayı bilmiyoruz.

Hayallerinizi sorsam...

- Mutlu olmak, ama sadece mutlu!

Haberin Devamı

DIŞIŞLERİ BAKANI  OLMAK İÇıN KENDİME 10 YIL VERDİM

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

- Babam emekli amiraldi. Aramızda çok yaş farkı vardı, ben doğduğum zaman emekli olmuştu. Birlikte çok vakit geçirirdik. Politikaya meraklıydı. Evde devamlı Türkiye’yi konuşurduk. Çok sıkı Atatürkçü’ydü. Vatan, millet ve Türkiye Cumhuriyeti sevgisiyle büyütülmüş bir çocuktum.

Siyasete girmeyi düşünüyor musunuz peki?

- Evet, çok düşündüm ama tereddütlerim var. Yine de bir gün bu ülkenin dışişleri bakanı olmak isterim. Bunun için kendime 10 yıl verdim.                  

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!