Güncelleme Tarihi:
* Tek çocuk olmak nasıl bir duygu?
- Çocukken bir kardeşim olmasını çok istemiştim. Ama anneannem, dedem, kuzenlerim gibi çok kalabalık bir ailede büyüdüğüm için tek çocuk olmanın egosantrikliğini yaşamadım. Ama büyüyünce biraz roller değişiyor, anne-babanızın geriye çekilip sizin daha büyük gibi davrandığınız dönemler geliyor. İşte o noktada tek çocuk olmak zor. Sorumluluklarınızı başkalarına devredemiyorsunuz.
*
Sizi anneanneniz büyüttü değil mi?
- Annem ile babam ben lisedeyken ayrıldı. Annem çalışıyordu. Kuzenlerime de bana da anneannem ve dedem göz kulak oldu. İkisine de bu yüzden çok düşkünüm.
* Çalışan annenin çocuğu olmak sizden neler alıp götürdü?
- Dezavantaj değil avantaj oldu benim için. Annem, dünyaya iyi anne olmak için gelmiş biri. Çok fedakarlık yaptı beni büyütürken. Hayatının odak noktası bendim. İşinden vazgeçmedi ama iş kadınıyken anneliğini de arka plana itmedi. İş çıkışı gelip yemeğimi pişirdi. Ben hep onu örnek aldım. Anneannem de naif, şefkatli ama dünyanın en güçlü insanlarından biridir.
* Tek çocuk olarak, çok çocuklu bir anne olmayı düşlediniz mi hiç?
- Çok çocuğum olmasını isterdim ama bunu başarabileceğimi sanmıyorum. Yaptığım meslekle zor. Çünkü çocuk sahibi olmakla iş bitmiyor. Çocuk doğunca en az birkaç senenizi ona hediye etmeli, o çocuğa ait olmalısınız. 30’lu yaşlarda birden fazla çocuğa sahip olmak da artık mümkün değil. Bir gün sevdiğim erkekten kendiliğinden çocuğum olacak, plan program olmadan. İşte o zaman hayata stop diyeceğim. Ama şimdi değil.
İNSANLAR BENİM ELİF TARAFIMI BİLMEZ
* Sizi Özge olarak biliyoruz. İkinci adınız Elif. Adınız gibi farklı ruh halleriniz var mı?
- Elif adını babam, Özge’yi de annem istemiş. Çoğunlukla Özge diye hitap ediyorlar ama bilenler bazen Elif diye de sesleniyor.
* Ne kadar Elif, ne kadar Özge’siniz?
- Ergenlik dönemleri ve sonralarında dikkat ettim, içe dönük dönemlerimde yazdıklarımın altına hep Elif adını not düşmüşüm. Daha sonraları bu benim için bir kod oldu. Çok fazla insanın tanımadığı, tanışmadığı tarafım Elif... Web sitemdeki Elif’in Günlüğü başlığı da işte bu yönümden çıktı. Yazarken Elif’im, oynarken de Elif’in o içe kapanıklığından faydalanıyorum. Elif; ailemle yaşadıklarım, anne-babamla ilgili hissettiklerim, özelim.
* Nasıl bir çocuktunuz?
- Sessiz, kavgayı dövüşü bilmeyen, kendi halinde... Hatta ilk tokadımı anaokulunda bir arkadaşımdan yedim. Tokat atmanın ne olduğunu bile bilmiyordum. Annem bu yönümü kırabilmek için çok uğraştı. Bir gün ben de bu zinciri kırdım. Sınıf arkadaşlarımdan birinin poposuna hafifçe vurdum. İlkokulda da açıldım. Özgüvenim geldi, karakterim oturdu.
* Hayattan başka tokatlar yediniz mi?
- Hayatın sillesini yedim diyemem, herkesin yediği kadar tokat yedim. Çok büyük hayal kırıklıklarım yok. Eskiden çok büyük, önemli gelen şeyler şimdi kocaman bir hiç olarak görünüyor. Güvendiğim insanlardan tokat yemişliğim vardır ama.
PRENSES GİBİ OLMAK ÇOK TEHLİKELİDİR
* Anaokulunda çocuklar sahneye çıkarlar. Sizin ilk rolünüz neydi?
- Evet ben de çıktım. İlk rolüm bir prensesti.
* Bugün de kendinizi prenses gibi mi hissediyorsunuz?
- Hayır. Çünkü bunun benim için bir yanılsama, tehlike olacağını düşünüyorum. Mesleğimiz çok büyük bir tuzak çünkü. Kendini prenses gibi hissetmeye ihtiyacı olan herkesin, bir süre sonra gerçekten prenses gibi hissetmesine neden olan bir meslek. Bu kandırmacanın içine düştüğünüzde herkes ve her şey sizin için var zannetmeye başlıyorsunuz. Bu da korkunç bir ego ve oyunculukta büyük bir tuzak yaratıyor. Çünkü bu psikoloji aynı zamanda oyunculuğunuzu etkiliyor. İnsanlardan, hayattan uzaklaşıyorsunuz.
* Siz nasıl bir kadınsınız o zaman?
- Ben hayatın içinde olmaya özen gösteren, metroya binen, sette yemek kuyruğuna giren normal bir insanım. Prenses gibi olmak, empati yeteneğinizi kaybettirir. Oysa rol çıkarabilmek için de, insanı özelliklerinizi koruyabilmeniz için de, hatta belli bir yaştan sonra intihara sürüklenmemek için de o empati duygusuna ihtiyacınız var. Bu yüzden ben prenses değilim. Kendimi daha çok süslü bir köle gibi hissediyorum ama gönüllü bir köle (gülüyor). Çünkü o mesleğine köle olmakla alakalı bir durum.
SEKSİ OLMAK GİBİ BİR ÇABAM YOK
* Dudaktan Kalbe dizisindeki Cavidan, Haziran Gecesi’ndeki Lale ve şimdi de Umutsuz Ev Kadınları’ndaki Emel... Hep dişi kadınları canlandırıyorsunuz. Siz kendinizi ne kadar seksi ve dişi görüyorsunuz?
- Ben kendimi değişik anlarda değişik hisseden biriyim. O gün nasıl uyandığımla da alakalı. Seksi olmak gibi bir çabam yok aslında ama nedense hep böyle roller geldi.
* Siz umutsuz bir kadın mısınız?
- Pesimist yanım yoktur ama bir şeyin üstüme çökmeye başladığını hissettiğimde dimdik durur mücadele ederim. Sabırlıyımdır. Umuttur insanı yaşatan çünkü. Her şeyden umutsuzluğa kapılırsanız, yaşama devam edemezsiniz.
* Ne kadar ev kadınısınız?
- Ev ile aram süperdir. Mutfağı çok severim. Yemek yaparım. Evcimenim. Temizlik yapamıyorum çünkü astım hastasıyım. O işleri yardımcım hallediyor. Evde vakit geçirmeyi seven biriyim.
YAŞADIKLARIM AŞKA BAKIŞIMI DEĞİŞTİRDİ
Aşk...
- Eskiden kalp çarpması, yaşam enerjisinin kaynağı derdim. Şimdi öyle diyemiyorum. Yaşadıklarım bakışımı değiştirdi. Aşk, hoş bir kuytu gibi. Size özel, üçüncü insanların sorunlarını almadığınız, sıcacık, kapının ardındaki her şeye kendinizi kapadığınız bir şey.
Evlilik...
- Bu devirde yürütülmesi zor bir kurum. Bir kere denedim. Bir daha dener miyim bilemiyorum? Romantizme teslim olmak güzel bir şey. Ben de hayatım boyunca romantizme teslim oldum. Ama evlilikte iki insanın hayata bakışı, evliliğe bakışı aynı olmalı. Evliliğe hayat arkadaşlığı olarak bakıyorum. Sadece romantik bir ortam, elinde balonlarla Eyfel Kulesi altında bir kare gözümün önüne gelmiyor. Yaşlandığımda kolunda öleceğim, aynı gözlere bakacağım bir adam geliyor. Bu adamı seçmek de zor.