Bir şey vardı bu kadında, tanımlaması zor olan, başka türlü olan. Sonunda tanıdım. Evet, hakkında bin türlü rivayet dolanıyor. O da zaten bir kısmına itiraz etmiyor. ‘Evden de kaçtım, nezarette de kaldım ama arabesk hale getirmeye, abartmaya gerek yok’ diyor. Tamamen yalan dolan olanlara ise gülüp geçiyor. Allah sizi inandırsın, bu kadın lafını hiç sakınmıyor. Helal olsun. Altına imzamı atacağım pek çok şey söylüyor. Ama bakmayın, arızayım, patavatsızım filan dediğine. Cahil cesareti değil onunki. Nurgül Yeşilçay’ın bir olgunluğu var. Bir yaşamışlığı var. 27 yaşında ama bir çok şeyi gerçekten aşmış. Yani bol kepçeden sallamıyor. Evet, pek çok starın prim verdiği şeylere prim vermiyor. Çünkü vermemesi gerektiğini öğrenmiş. Hayat ona öğretmiş. Öyle acılar yaşamış ki, okuyunca öğreneceksiniz... Artık sadece eğlenmeye ve mutlu olmaya inanıyor. Ama o hiç bir şeyi ucundan tutamıyor. Bir orta yol yolcusu değil yani. Sevince dibine kadar seviyor, eğlenince dibine kadar eğleniyor, işini de öyle yapıyor. Büyük bir aşkla. Daha pek çok başarıya imza atacağına hiç şüphe yok...
Oyunculuk, hayattaki en büyük tutkunuz muydu?
- Yok, hayır. Ben ressam olmak istiyordum. 16 yaşında bir adama aşık oldum. Adam tiyatrocuydu. Onu etkilemek için midir nedir, gittim Eskişehir’in sınavlarına girdim. İlk sene neredeyse hiç okula gitmedim. Oyunculukla alakam yoktu yani...
Adama ne oldu?
- O bitti, gitti. Ama ben konservatuvara girmiş bulundum. Yavaş yavaş bu işi sevdim. İkinci sınıftaydım, dizi oldu: İkinci Bahar.
Her konservatuvar öğrencisine ‘Gel bizim dizide oyna’ demiyorlar herhalde! Dizi nasıl oldu?
- Eski Yeşil’de Uğur Yücel’le tanıştım. Onlar da Eşkıya’yı çekeceklerdi.
‘Merhaba, Uğur Bey. Ben Nurgül’ diyen, girişken tiplerden misiniz?
- Alakası yok. Tiyatrocularla bir aradaydık, o geldi. Küt diye ‘Eşkıya adında bir
film çekeceğiz oynar mısın?’ dedi. Güya ‘cool’ takılıyorum ama heyecandan ölüyorum. Karşındaki adam Uğur Yücel düşünsene. ‘Tabii’ dedim. Beni kameraya çektiler ama o iş olmadı. İkinci Bahar’da beni aradılar. Öyle başladım. Sonra devam etti...
Çenenizdeki iz ne?
- Ha o mu? 3 yaş sendromu.
Güzel duruyor o dikişler...
- Ben de beğeniyorum. Çok yaramazmışım. Teneke kesmiş çenemi. Ben mi gittim tenekeyi buldum, o mu beni buldu hiç hatırlamıyorum! Ama en yakın yere götürmüşler. O da Sağlık Ocağı. Tabii çok uyduruk dikmişler. Alnımda da başka bir 3 yaş hatırası var, görmek ister misin...
Nasıl bir aile sizinki?
- Memur ailesi. Normal bir aile. Benim de memur ve normal olmamı istediler haliyle: ‘Devlete sırtını daya, paranı al.’ Zaten, onlardan gizli girdim tiyatro sınavlarına. Kazanınca karşı çıktılar. Daha doğrusu perişan oldular! İkna etmeye çalışıyorum: ‘Okulda kalabilirim, hoca olabilirim, Devlet Tiyatrosu’na girebilirim, merak etmeyin artiz olmayacağım!’ Ama şimdi mutlular. Galiba yani.
Nasıl bir çocukluk?
- Üç yaşına kadar yaramaz, haylaz. Sonra çok sessiz. 16 yaşına kadar. Hani ‘Bu çocukta bir sorun var. Psikiyatriste mi götürsek?’ dedirtecek kadar. Nitekim öyle de oldu. Okuldaki hocalar, annemle babamı yardım almam gerektiğine inandırmış. Fazla sessizim ya, ne sorunu var acaba? Ben de sinirlendim. Bunu haksız buldum. Ve iyice açıldım...
O ne demek?
- Tam anlamıyla bir baş belası oldum demek! Nasıl bir asilik anlatamam. ‘Bakkala gidiyorum’ diye çıkıyorum, evden kaçıyorum. Kuşadası’nda barmaid’lik yapıyorum, Bodrum’a arkadaşlarımın yanına gidiyorum, aileme
haber vermiyorum. 13 yıl boyunca gıkı çıkmayan kız birden delirdi. Zaptedilemeyen biri haline geldi...
Röportaj vermeyi sevmiyorsunuz değil mi?
- E tanımadığım birine hayat hikayemi anlatmak biraz tuhaf geliyor. Konuşan biri de değilim. İnsanlar konuşmasın, iş yapsın. Kesmiyor mu cevaplarım seni...
Yooo. Olay İzmir’de geçiyor değil mi? Anne baba ne iş yapıyor?
- Öğretmenler. İkisi de...
Fena bir şey mi insanın annesinin babasının öğretmen olması?
- Evet. Didaktizme karşı bir önyargın oluyor. Sana birileri bir şeyi öğretmen gibi anlatırsa sinir oluyorsun. Bizimkiler bir de ilkokul öğretmeniydi. Evde bile sanki hep sınıftasın. Seni üzmek için yapmıyorlar ama bir kerede anlayacağın bir şeyi, 40 kere filan söylüyorlar...
Kaçıncı çocuksunuz?
- Alttan ikinci! Diyeceğim o ki, 2 numara Nurgül Yeşilçay üzdü onları. Beni psikiyatristlere götürmek istediler ya, bana güvenmediklerini düşündüm, çok üzüldüm, ‘Bunlara her şey müstahak!’ dedim.
’Her şeye’ ne demek?
- Nezarette yatmak filan...
Tabii ben anlamıyorum böyle söyleyince...
- İzmir’de sokak tiyatrosu yapmıştık. O zamanlar devrimci ayaklanma üzerine manifestolar yayınlanıyor İzmir’de. Bizimki de gecekondularla ilgili bir oyun. E tabii sonunda bizi nezarethaneye attılar. Bir gece kaldım. Ama aileme söylemedim. Gidip başkalarının teknelerinde sabahlardım, yine söylemezdim. Bazıları bunları çok arabesk hale getirebiliyor. Matah değil, trajik hiç değil ama böyle şeyler de oldu hayatımda. Çok da abartılacak bir durum yok...
Yine de melek yüzlü bir çocuğun annesi babası olarak sizinkiler çok şaşırmışlardır: ‘Biz nerede yanlış yaptık?’ diye.
- Tabii. Annem sürekli ağlıyordu: ‘Sen evden bile çıkmayan bir çocuktun. Sana ne oldu?’ O dönem onları çok üzdüm. Ki sonra, tam iyi çocuk olma yolunda ilerliyordum ki... Annemi kaybettim.
ÊO sizin başarılı ve meşhur halinizi göremedi mi?
- Asmalı Konak’ı bile göremedi. Kalp krizinden 10 dakikada gitti. Böyle bir acı yaşadıktan sonra, şu hayatta neyi fazla ciddiye alabilirsin ki? Benimki sadece acı da değildi. Annemin ölüm haberine ağlarken, ben aynı anda vicdan azabı da çekiyordum...
O an yanında olmadığınız için mi?
- Hayır. Ona kötü davrandığım için. Onun istediği gibi bir kız olamadığım için. Sonradan oldum. Ama ne fayda? O artık yok...
AMA DOĞRU İNSANIM KARDEŞİM Kişiliğiniz pek güven verici değil. Sizi izleyen biri şu iki hisse de kapılabilir. 1) Bu kadın beni her an şaşırtabilir. Acayip sevgi gösterebilir 2) Bu kadın beni her an şaşırtabilir. Hiç beklemediğim anda bana ihanet de edebilir...
- Güven vermediğim doğru. Sevgililerim dahil kimse bana çok güvenmedi. Ancak çok çok iyi tanıyanlar bana güveniyor. Her an her şeyi yapabilecek bir imajım var, insanlar da haliyle beni öyle algılıyor. Ama bilmedikleri şu: Ben aslında tutarlıyım. Kendi doğrularım var ve onları söylüyorum. ‘Şu hayatta eğlenmek istiyorum’ diyorum. Temel amacım mutlu olmak yani. Bir kere geliyoruz dünyaya, neden kendimizi kasalım? Ama bu, kendi doğrularımı yok saydığım anlamına gelmiyor. Bir ilişki yaşıyorsam, aldatmam kardeşim! Ama aynı evde de yaşamam, evlenmem de. Şimdi böyle söyleyince, ‘Aynı evde oturmak istemiyorsa, beni aldatma potansiyeli var’ gibi algılanıyor, oysa hiç alakası yok.
Uzun ilişkiler kurabilen biri misiniz?
- İki, üç yıl sürüyor ilişkilerim. Yetmez mi?
Yüzünüzdeki ifadede tuhaf bir meydan okuma var: ‘Sakın var olmak için bana güvenme senden acilen sıkılabilirim...’ Yanılıyor muyum?
- Doğru. Çünkü bana göre herkes tek başına var olmalı. Türkiye’deki bir sürü insan kendi ayakları üzerinde durmuyor. Hep başkalarının bilmem nesi olarak varlar. O yüzden de sürekli birilerine yaranıyorlar, yalakalık yapıyorlar. Belki de böyle biri olmadığım için bu ifade var suratımda. Ve bu ifadenin ruhumda da karşılığı var. Evet, ben rahat ve gevşek bir insanım, işimi de yaparım, gülerim de eğlenirim de ama beni öldürsen kimseye yalakalık yapmam. Kimseyle kötü geçinme derdinde değilim ama bilmem ne
magazin programının sunucusu olmuyorum diye üzerime gelip olmadık yalanlar söylüyorlar: ‘Sen şusun, sen busun.’ Yine de gidip sunucu olmuyorum. Ne yalakalık yapacağım ne de onların yalanlarıyla yıkılacağım...
Kendinizi hangi sıfatlarla tanımlarsınız?
- Arıza. Patavatsız. Sevimli diyemeyeceğim... İsterdim ama! Bulamadım başka sıfat. Ha bir de doğru insan. Arıza, patavatsız olmanın nedeni de bu. Doğru insanım kardeşim! Bir sürü şeye de gıcığım bu yüzden...
Neler onlar?
- Aklıma gelen her şeyi sayayım mı? Tonla var. Güzelim eski binaları yıkıp yerine görgüsüz çirkin şeyler dikenlere. Kötü oyunculuğa, daha doğrusu, önemsenmeyen oyunculuğa ve bunun matah bir şeymiş gibi sunulmasına. Sonra çok konuşanlara. Espri yapıp açıklayanlara. Moda diye her titreyen ve şişman kadının yoga yapmasına. Ve bir de yavaş insanlara. Ben sabah kalkıyorum, röportaj yapıyorum, sonra toplantıya gidiyorum, onun üstüne dizi çekiyorum, dublaja giriyorum. Sonra adamdan sigara istiyorum, paranın üzerini 10 dakikada veriyor. Ben kızmayayım da kim kızsın?
AŞK, SEVGİLİLER VE AYRILIK ÜZERİNE Aşklarınızın sonu nasıl geliyor?
- Çünkü sıkılıyorum. Başta hoşuma giden bir sürü şey gitgide batmaya başlıyor. Çok ayıp ama kendimi büyük baş havyan besliyor gibi hissediyorum. ‘Nasıl kurtulacağım?’ diye düşünüyorum. Ve arıza yaratıyorum. Haliyle, karşımdaki de arıza olmaya başlıyor. Yaşasın! Yan yana durmamızın çok da gerekli olmadığını kabul ediyoruz ve nihayet ayrılıyoruz.
Şöyle havalı bir aşk tarifiniz var mı sizin?
- Yok. Aşk bazen her şey, yani bütün hayatım. Bazen hiçbir şey. Şu an olduğu gibi...
Bir erkekte tahammül edemediğiniz şeyler...
- Atıp tutması. Beni hasta eder. Mesela ‘Borges’in bilmem ne kitabını okudun mu?’ diyorsun. ‘Haa evet, okumuştum’ diyor. Yalan söylediği o kadar belli ki, suratından akıyor. Halbuki her şeyi okuması gerekmiyor, niye okumadığını söyleyemiyor? Ben de sinir oluyorum, üzerine gidiyorum: ‘Oradaki karakterin adı neydi?’ Sinirleniyor: ‘Karakterin adını bilmek zorunda mıyım? Okudum işte!’ Bu ülkede insanlar ‘Bilmiyorum’ deme özürlü. Ben artık ‘Bilmiyorum’ diyebilecek bir adam arıyorum.
Ayşe Kulin’in oğluyla beraberdiniz. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla yakışıklı bir adam. İki güzel bir arada olunca, farklı bir ilişki mi oluyor?
- Bilmem, ben güzel erkek seviyorum. Yakışıklı olsun istiyorum. Ama eğer sen ondan daha ünlü ve başarılıysan marazlar oluyor...
Ne gibi?
- Eskiden çıkmadığı kadar dergilere çıkmak, kapak olmak ve her yerde görünmek istiyor. İşin fenası ‘İstemem, koy yan cebime’ yapıyor. Öyle bir an geliyor ki, şaşkınlıkla, karşındakinin assolist olma yolunda ilerlediğini fark ediyorsun.
Peki engellemeye çalışmıyor musunuz?
- Yok canım, ben kimseye karışmam. Durumu kavradığında kopuyorsun zaten. Sürekli bir annenin ya da bir sevgilinin gölgesinde olmak, insanda bir eziklik yaratıyor. Bunu da şundan anlatıyorum: Güya ünlü olmayı küçümsüyorlar ama bu yalan, aslında her fırsatı değerlendiriyorlar. Yan yana çekilmiş bir fotoğraf için, ‘Sen iyi çıkmışsın. Demek ki, ben başka türlü durmalıyım, iyi görünmüyorum’ diyebiliyorlar. Herkes star olmak istiyor yani. Şöhret olduktan sonra hayatında ne değişti dersen, bunu görebilme kabiliyetim gelişti. Bu yüzden de ileride biriyle beraber olacaksam bari ünlü olsun diyorum. Tüm bunları sindirmiş olsun...