Güncelleme Tarihi:
Le Monde’da küçük bir haberdi.
Irak’taki Amerikan yönetiminin başı söylentilerle de beladaymış.
İşgalin ilk günlerinde, Saddam’a karşı kamuoyu oluşturacağız diye, önüne gelene radyo, gazete lisansı dağıtmış Amerikan askeri. Derken, iş çığrından çıkmış... Temmuz başında, işgal bölgesinde 105 “gazete” çıkıyormuş, yaydıkları yalanlar 25 radyo istasyonu sayesinde anında bütün memlekete yayılıyormuş.
- Dikkat! Mütekayyız olun en Irak halkı! Amerika’nın desteklediği Yahudiler Irak’ı parsel parsel satın alıyorlar! Bizi Filistin’e benzetecekler yakında!
- İşgalci Amerikan askerlerinin elinde kızılötesi aletler var, Iraklı kadınları çırılçıplak gösteriyor!
Resmî Irak TRT'sinin Genel Müdürü Ahmet El Rubakî sızlanıyor:
- Karşımızdaki en büyük sorun, 30 yıllık acımasız bir diktatörlüğün mirası olan yalan , ikiyüzlülük ve korku kültürü...
Demokrasi gelse, yalan dolan kalmayacak sanki Irak’ta..
*
Halbuki Doğu’da adettir, önce söylentisi gelir, yorumu yapılır, gerçekse olay sonra çıkar ortaya. Bu arada, inanmaya hazır olan inanır, inanmıyorum diyen bile kıllanır.
Benim aklıselim sahibi güzeller güzeli anam bile, “Serdar, senin de kulağına gelmiştir, hani inandığım için söylemiyorum, belki haber yaparsınız...” diye deprem söylentilerini bana ihbar ettikten sonra, telefonu “Kızın evde yalnız biliyorsun, şimdi bir sarsıntı olursa korkar!” diye kapatır.
Küçükçekmece’nin rengi çimen yeşiline döndü... İstanbul halkı depremin yerini, saatini, kuvvetini tartışmaya başladı o saat. Kandilli Rasathanesi’nde her İstanbullu’nun bir akrabası olduğu bu vesileyle ortaya çıktı.
“Genelkurmay emir vermiş, birlikler binaları boşaltmış”
“Bilmem ne Holding’in sahipleri ve yöneticileri helikopterle İstanbul’dan kaçmış... vallahi billahi, teyzemin komşusunun kapıcısının oğlu orada korumaymış, o söylemiş!”
*
Anlattım galiba size...
Askeriyede böyle söylenti boldur, özellikle de “Erken terhis” müjdeleri uçuşur kışlalarda. Hafta başında askerler erken terhis edilmeye başlayınca hatırladım o günleri.
Haber merkezi, derler telefon santrallerinde çalışan askerler, boş vakitlerini söylenti yaymakla geçirir. Edirne Süloğlu’ndaki birlikte biri “Bilmem kaçıncı tertiplere bir ay erker terhis vuracakmış” diye salladı mı, nöron hızıyla İstanbul – İzmit – Ankara – Sivas – Erzurum – Kars... söylenti yarım saatte ta öbür ucuna ulaşır memleketin.
Askerî okullarda da boldur bu balonlar. Erken terhis, hafta sonu kafa izni, aşı olacakmışız da erken salacaklarmış, bizim dönem silme Afganistan’a komanda gidecekmiş...
Ben de gazeteciyim ya, işim bu, söylentilerden haber çıkarmak, yalan dolan... arkadaşlarımı ikna edemiyorum bir türlü, “Yahu inanmayın, bunların hepsi palavra” diye.
Sonunda, ispata karar verdim. “Söylentinin ispatı mı olur ulan” demeyin, bal gibi olur.
Bizim manga (10 kişi) bir köşede cigara molasındayız, herkes kafasını birbirine yaslayacak şekilde serilmişiz yerlere:
- Bakın çocuklar, dedim, şimdi bir palavra sıkacağım, göreceksiniz bir saati bulmaz, dönüp dolaşacak, kendi yalanımız bize geri dönecek!
Biraz ötede oturan, birinci takımdan bir arkadaşa seslendim:
- Mehmeeet, lan duydun mu aşı haberini?
Mehmet seyirtti geldi yanımıza:
- Ne aşısı?
- Haberin yok mu oğlum, perşembe akşamı karma aşı yapıp bizi eve salacaklarmış üç günlüğüne...
- Yapma be!
Fırladı gitti Mehmet, haberi yaymaya...
Düdük çaldı, içtima ettik. İki yat, bir kalk, üç kendi kendine selam...
Kendi mangamızdan, yani benim “Bakın çocuklar, şimdi bir palavra sıkacağım, göreceksiniz bir saati bulmaz, dönüp dolaşacak, kendi yalanımız bize geri dönecek!” dediğim, önünde Mehmet’i çağırıp fişteklediğim bir arkadaş (ismi lazım değil):
- Çocuklar, dedi, duydunuz mu lan, biz şaka yaptık, doğru çıktı!
- Ne olmuş?
- Yahu perşembe akşamı aşı varmış, sonra salacaklarmış bizi...
- Oğlum manyak mısın sen, şimdi ben salladım o palavrayı, yok öyle bir şey.
- Yok abi, vallahi billahi, Hasan’a yüzbaşı söylemiş, hakikaten varmış aşı.
- Yahu yapma, gözünü seveyim, kendi yalanına kendin mi inandım?
- Yahu Serdar, şaka derken ciddî oldu diyorum sana... Tesadüf işte... Yoksa? Ulan Serdaar, sen ne i..nesin! Biliyordun değil mi aşı olduğunu, bizi ne biçim kandırdın...
Tabii ikna etmem mümkün olmadı bizimkini. Ta perşembe akşamı olup aşı maşı yapılmayıncaya kadar, ta akşam olup yatağa girinceye kadar...