Güncelleme Tarihi:
Uluslararası dergiye verdiği demeçte, roman ile birlikte müze fikrinin doğuşu, müzenin oluşumu ve sergilenen eşyaların toplanma sürecini anlatan Pamuk, müzenin kurulmuş olduğu Çukurcuma semtinde geçen çocukluk anılarından ve semtin 1980 ve 90’lı yıllarındaki tarihsel değişim sürecinden de söyle bahsediyor.
Yazıda Pamuk’un 1980’li yıllardan bu yana antikacılardan, ikinci el eşya satan dükkânlardan topladığı eşyalarla oluşturulan müzesi ile ilgili bilgi verilirken, yazarın ‘modern toplayıcılar’ olarak adlandırdığı, 1990’lardan sonra ‘sistematik ve kararlı’ tarzlarıyla ortaya çıkan İstanbullu yeni kuşak koleksiyoncular da anlatılıyor.
"EVİM ARKADAŞLARIMIN KUŞKUYLA BAKTIĞI EŞYALARLA DOLUYDU"
Orhan Pamuk müzede sergilemek üzere 1990’dan beri topladığı eşyaların hikayesini dergideki yazıda şöyle anlatıyor: “1990’ların sonunda sekiz-on dükkândan ibaret olan bu bitpazarından romanımı ve müzeyi düşünerek pek çok eşya aldım. Kahramanlarımın kullanacağı bir fincanı, sarı bir ayakkabıyı ya da bir ayva rendesini önce romanda tasvir edip sonra dükkânlarda arayacağıma, daha mantıklı olan şeyi, tam tersini yapar, önce dükkânlardan –ya da eski eşyaları, çeşit çeşit kâğıdı– sigorta poliçelerini, makbuzları, eski banka defterlerini ve tabii fotoğrafları saklayan tanıdıklardan “müzem ve romanım için” diyerek alır, hikâyemi bu eşyaların üzerinden ve onları zevkle tasvir edip geçerek yazardım. Bir dükkânda gördüğüm eski bir taksimetre ya da bir akrabanın evinde gördüğüm üç tekerlekli bir çocuk bisikleti romanı yazarken aklıma hiç gelmeyen bir düşüncenin, bir hikâyeciğin bana bazan ilhamını verirdi. Bazan da hevesle bir dükkândan aldığım İstanbul’un eski bir at arabasından kalma gece feneri ya da şehirde merkezî havagazı düzeni olduğu günlerden kalma bir havagazı sayacı, hikâyem o yöne doğru hiç ilerlemediği için ne romana ne de müzeye girmeden elimde kalırdı. 2008 yılında romanı bitirip İstanbul’da yayımladığımda yazıhanem ve yaşadığım ev, arkadaşlarımın kuşkuyla baktığı eşyalarla doluydu.”
Yazıda Pamuk, eşya toplamak ve aşk arasındaki ilişkinin de içerisinde yaşadığımız kültüre göre farklılıklar gösterdiğine değiniyor. “Tıpkı kahramanım Kemal’in hayatının ima ettiği gibi, insan kalbi dünyanın her yerinde aynı; hepimiz –ya da çoğumuz– şu veya bu şekilde âşık oluyoruz ya da aşkta veya hayatta sarsıcı bir kayıpla ile karşılaştığımız zamanlarda teselliyi eşyalara sarılmakta buluyoruz. Ama aşkımızı ya da eşya biriktirme arzumuzu yaşayış şeklimiz kültürden kültüre, ülkeden ülkeye değişiyor. Masumiyet Müzesi, erkekler ile kadınların evlilik dışında zorlukla yan yana geldiği bir Müslüman ülkesinde, uzaktan bakışların, hediye alma jestlerinin, sessizliklerin ve âşıkların birbirlerinin iradesini inatla deneme çabalarının bir çeşit inceliğe ulaştığı yarı modern bir kültürü ve onun kırık kalpli toplayıcılarını anlatıyor.”
Pamuk’un daha önce Mütevazi Manifesto’sunda da değinmiş olduğu, modern çağda artık gereksinim duyulduğunu belirttiği, bireysel ve mütevazı müzelerle ilgili düşüncelerine yazıda şu şekilde yer veriliyor: “Sorun Çin, Hint, Meksika, İran ya da Türk tarih ve kültürlerinin ne kadar zengin olduğunu anlatabilmek değil. (Elbette bu da yapılmalı, ama bu zor değil.) Zor olan, bu ülkelerde günümüzde yaşayan tek tek insanların bireysel hikâyelerini aynı zenginlik, derinlik ve güç ile müzelerde anlatabilmek. Bunun için devlet tarafından desteklenen, milli tarihi anlatan ve şehirlere, mahallelere hükmeden büyük anıtsal müzeler (Louvre ya da Metropolitan) yerine, tek tük bireylerin hikâyelerini anlatan, eşyaları çevrelerinden koparmayan ve kuruldukları mahalleleri, sokakları, oralardaki ev ve dükkânları da serginin bir parçası haline getirecek mütevazı müzeler hayal etmemiz gerekiyor.”