Bir akşam, tanımadığı üç kişi çaldı kapısını. ‘Bizi Salim gönderdi. Yardımcı olabileceğini söyledi’ dediler. İstanbul’dan gelmişlerdi Münih’e. Ne tek kelime Almanca biliyorlardı, ne de kalacakları bir yerleri vardı.Şevki, hiçbir soru sormadı. Zor durumda oldukları belliydi adamların. Evinin 300 metre kadar ilerisindeki küçük otele götürdü onları. Üç yataklı bir odaya yerleştirdi. ‘Haydi lobide buluşalım’ deyip indi aşağı. Az sonra içlerinden biri geldi Şevki’nin yanına. Kendini Berat diye tanıtıp doğrudan konuya girdi; ‘Bak kardeşim, bizde yedi kilo esrar var. Bizim bunu paraya çevirmemiz lazım. Bize yardımcı ol.’ Şevki, esrar sözünü duyar duymaz irkildi:- Ne diyorsun sen kardeşim? Ben torbacı mıyım? Ben bu işi beceremem.Berat, önce kendisini Şevki’ye gönderen İstanbul’daki arkadaşı Salim’e sunturlu bir küfür salladı; ‘Yaktın bizi ulan Salim!’ Sonra Şevki’ye yalvarmaya başladı. ‘Yapma be abi. O zaman bize hiç değilse bir 500 mark ver. Acilen Hamburg’a gidelim, yoksa buralarda posta oluruz’ diyordu.İyi de Şevki, parasını nasıl geri alacaktı? Hiç tanımıyordu onları, üstelik bir daha görmek isteyeceği de şüpheliydi. ‘Eee benim 500’lük ne olacak?’ diye sordu Şevki. ‘Yap bize bir kardeşlik’ dedi Berat, kendince bir çözüm yolu vardı onun:- Bak kardeşim, biz hem sana 200 gr. esrar veririz, hem de Türkiye’ye izne gittiğin zaman Salim’den alırsın paranı.’Şevki, o güne değin ne esrar kullanmıştı, ne de başka bir uyuşturucu. Adamın malına bu denli güvenen halinden mi etkilendi nedir, ‘Bana ne senin esrarından’ demedi. Tam tersine ‘Peki o zaman, gidip evden para getireyim’ deyip kabullendi bu öneriyi. ‘Gelirken boş bir kavanoz getir’ dedi Berat.Hızlı adımlarla eve döndü Şevki. Eşi merak etmişti. Onun üst üste yağdırdığı soruları yanıtsız bıraktı. ‘Sonra anlatırım, şimdi sıkma beni. Sen bana 500 mark ver’ diyerek çıkıştı eşine. Haklı olarak, ‘Ne parası bu?’ diye sordu Tülay. Şevki ‘Sonra anlatırım’ deyip geçiştirdi. Tülay baktı olmayacak, 300 mark çıkarıp verdi. Şevki’nin cebinde de 200 mark vardı. Tülay’a çaktırmadan kilerden de bir kavanoz alıp öyle çıktı evden.KAVANOZU NEREYE SAKLAYACAKTI Otelde bu kez üçü birden bekliyorlardı lobide. Şevki, parayı verince gözleri parıldadı, neşeleri yerine geldi adamların. Uzun bir sohbete başladılar Şevki ile. Şevki, 200 gram esrarı minik kavanoza koyup otelden ayrıldığında vakit çoktan geceyarısını geçmişti.Şevki, 1967’de gelmişti Almanya’ya. Üç yıl sonra da Türkiye’de evlendiği eşini getirmiş, mutlu bir hayat sürüyordu iki kişilik dünyasında. Bir ilaç dağıtım firmasında çalışıyordu. Öğleden önce iki, öğleden sonra iki kez olmak üzere günde dört kez servise çıkıyor, ilaçları verilen adreslere dağıtıyordu. Koca bir Volkswagen Transporter araç emrindeydi. Özel aracı gibi kullanıyor, akşamları evinin kapısına park ediyordu bu arabayı.Aracın içinde her zaman karton kutular, ilaçlar oluyordu. Arabadan iyi zula bulamazdı. İçinde esrar bulunan küçük kavanozu kapının önüne park ettiği arabaya saklayıp öyle çıktı eve. Eşi çoktan uyumuştu. İşe gitmek için sabah 06.00’da kalkacaktı, Şevki ise 07.00’de. Eşinin meraklı sorularını şimdilik savuşturmuştu.Ertesi gün işe gittiğinde aklı o minik kavanozda kaldı Şevki’nin. İçini derin bir korku kaplamıştı. Bomba yüklü bir arabada dolaşıyormuş gibiydi. Sonunda bir gece kavanozu arabadan alıp bahçeye gömdü. Rahatlayacağını sanıyordu. Ama bu kez de sürekli yağan yağmurlardan dolayı endişelendi. Ya yağmurlar toprağı sürükleyip kavanozu açığa çıkarırsa? Bu korkuya daha fazla dayanamadı, bir gün iş arasında eve gelip, kavanozu gömdüğü yerden çıkararak mutfak dolabına, konserve kutuları ve kavanozların arasına koydu. Rahatladı mı, hayır. İşin kötüsü tamamen rahatlatacak bir çare bilmiyordu.Bir akşam Türklerin devam ettiği bir lokalde otururken telefon geldi. Arayan Berat’tı. Şevki meraklandı, ‘Hayrola ne var?’ diye sordu. Berat, ‘Hiç öylesine aradım. Biz malı bitirdik, sen de değerlendir. İyi para ediyor. Her şey için sağol. Biz dönüyoruz memlekete’ dedi. Şevki, ‘Yolunuz açık olsun’ deyip, telefonu kapattı. Ama Berat’ın aramasının nedenini kavrayamamıştı. Bir süre takıldıktan sonra unuttu telefonu.TELEFON KONUŞMASI DİNLENMİŞTİBerat’ın aramasının üzerinden üç gün geçmişti. Rutin yaşamına devam ediyordu. O gün birinci turu atıp şirkete döndüğünde, iki sivil polis bekliyordu onu. Korktuğu başına gelmişti. Polislerle beraber doğru eve gittiler. Kapıda bir yeşil polis BMW’si onu bekliyordu. Bahçede iki kurt köpeği toprağı eşeleyip duruyordu. Dairenin kapısı kırılmıştı. Olanları gören Şevki, soğuk terler dökmeye başladı. Şimdi yanmıştı işte! Hem de durup dururken.Evin içi polis kaynıyordu. O minik kavanozu bulmuşlardı, televizyonun üzerinde duruyordu. Polislerden biri geldi Şevki’nin yanına. ‘Ben Frederking’ diye tanıttı kendini. Sonra kavanozu gösterip, ‘ Bu kavanozu görüyor musun? Bunu sana iade edeceğiz, işinin başına döneceksin. Bize elindeki malı ver’ dedi. Elinde daha çok esrar olduğuna inanıyorlardı. Üstelik Şevki, ne yaptıysa, ne söylediyse hepsinin o kavanozda olduğuna inandıramadı polisleri.Aldılar onu doğru Kriminal büroya götürdüler. Bir odaya koyup sorguladılar. Hem de beş polis birden. Üçü Hamburg’tan gelmişti. Şevki, baktı olacak gibi değil, tek kurtuluş yolunun samimi ikrar olduğuna karar verdi. Her şeyi, o akşam Türkiye’den gelen üç kişinin kapısını çalmasından başlayarak anlattı. Polisler, anlattıklarına inandı mı? Hayır. Asıl hedefleri, yıllardır peşinde oldukları Berat ve arkadaşlarıydı. Şevki’nin onların yerini bildiğini, anlattığı kadar da masum olmadığını düşünüyorlardı. Nitekim tutanağı imzalattıktan sonra doğruca nöbetçi hakimin önüne çıkardılar. Hakim de tutuklama kararı verince, cezaevi yolu göründü Şevki’ye.Yedi günün ardından tutuksuz yargılanmak üzere cezaevinden bırakılırken polisler, Şevki’den küçük bir ricada bulundular:- Berat gelirse ya da ararsa bize
haber verir misin?Åževki, ‘Tabii haber veririm’ deyince yüzleri güldü polislerin. Telefon numaralarını vererek dostça uÄŸurladılar onu.1979 Aralık ayının son günleriydi, Noel yaklaşıyordu. Ä°ÅŸyerine dönmesinden birkaç gün sonra ÅŸef, Åževki’yi odasına çağırdı. Noel nedeniyle bir ÅŸiÅŸe ÅŸarap hediye ederken, ‘Bu ÅŸarabı iç ama haÅŸhaÅŸ içme’ diye de uyardı. Åževki’nin yüzü kıpkırmızı olmuÅŸtu, ÅŸef bu sözleri söylerken. Ä°lk duruÅŸma üç ay kadar sonraydı. Åževki, duruÅŸmaya eÅŸiyle beraber gitti. Åževki, o gece 500 mark karşılığında ne aldığını açıkça söylemese de kadın hoÅŸ bir ÅŸeyler olmadığını tahmin edip ‘Başımızı belaya sokacaksın’ diye söylenmiÅŸti. Ancak önsezilerinde haklı çıktığı halde yine de kocasına destek vermekten geri durmuyordu.DuruÅŸmada savcı, elindeki bir metni okuyup, sonra da hakime uzattı. O zaman nasıl yakalandığını anladı Åževki. Polis, Bahri ile lokalden yaptığı telefon konuÅŸmasını dinlemiÅŸti.Åževki, ‘İşte ÅŸimdi yandım’ diye oturduÄŸu yerde büzülürken, Hakim, tutanaÄŸa şöyle bir baktı ve savcıya geri verdi. ‘Bunda kayda deÄŸer bir ÅŸey yok’ dedi. Åževki, yeniden doÄŸruldu yerinde. Sıra polis sorgusuna gelmiÅŸti. Hakim, ona dönüp sordu; ‘Sorgu sırasında tercüman var mıydı?’ Åževki, ‘Yoktu efendim’ cevabını verince hakim, ‘Bu ifade geçersiz’ deyip bir kenara atıverdi kağıtları. Åževki iyiden iyiye umutlanmış, bu davadan kurtulacağını düşünmeye baÅŸlamıştı.Sonraki duruÅŸmalarda hakimin isteÄŸi üzerine tercüman ve avukat bulundu Åževki’ye. Hakim, kurallara harfiyen uyulmasını isteyen titiz bir hukukçuydu. Açıkladığı karar da sevindirdi Åževki’yi; 12 ay esrar bulundurmaktan, 9 ay da o insanlara yardımcı olmaktan toplam 21 ay hapse mahkum etmiÅŸ ama 7200 mark ödemesi halinde cezasını 3 yıl süreyle tecil etmiÅŸti. Åževki, ‘Ohh be dünya varmış’ diye sevindi. Birkaç gün sonra iÅŸine döndü. Kavanozdaki o yeÅŸil bitkinin başına açtıklarını unutmuÅŸ, rutin hayatına dönmüştü. Alman narkotik polisi, unutmasına izin vermedi, büroya çağırıp bir teklifte bulundular:- Sen Türklerin olduÄŸu kahvelere takılıyorsun. Bize oralardan bir iÅŸ ver. Biz sana birini alıcı gibi göndereceÄŸiz. O arkadaşımıza mal satsınlar.‘Bakarız’ demekle yetindi Åževki. Reddederse sorun çıkacağını anlamıştı. Polisler oldukça ciddi görünüyordu. Onları zaman içerisinde atlatabilmeyi umuyordu Åževki. Bir ay geçti aradılar, iki ay geçti yine aradılar. Nitekim sonunda yeniden büroya çağırıp, ‘Bize yardımcı olmazsan sınırdışı ederiz’ tehdidinde bulundular. Åževki’nin gıkı çıkmadı, korkmuÅŸtu. ‘Anladım’ dedi çıktı oradan. Sonra aldı mı onu bir düşünce? Kimi yakalatacaktı? Olabilecek isimleri tek tek gözünün önüne getirse de hiçbirine kıyamıyordu.ALMANYA’YA KAÇAK GÄ°RİŞİN BEDELÄ°Yapamayacağını anlayınca bir avukata gidip, başına gelenleri anlattı. Avukat, yabancılar dairesine bir yazı gönderdi, oldukça sert bir yazıydı. Sorunu çözemediÄŸi gibi polisleri daha da kızdırdı bu geliÅŸme.Vakit geçirmeden sınırdışı etme planını uygulamaya koydular. Oturma iznini yenilemek üzere gittiÄŸinde ‘Üç hafta içinde Almanya’yı terket’ dediler Åževki’ye. Avukatı, dava açmaktan, hukuki yola baÅŸvurmaktan yanaydı. Åževki ise gerek görmedi. Çıktı dönüş yoluna. 14 yıl kaldığı Münih’e veda etmek zordu, üstelik Tülay’dan da ilk kez ayrılıyordu Åževki. Ä°stanbul’a kavuÅŸtuÄŸuna bile sevinemedi. Hele zamansız geliÅŸinin nedenini anne-babasına söyleyememek ayrı bir ızdırap nedeniydi. Aylardan nisandı. Üç ay kadar sonra eÅŸi yaz tatiline gelene kadar günler geçmek bilmedi. Ne yazık ki, doÄŸup büyüdüğü Ä°stanbul’u memleketi olarak hissedemiyordu. Evinin sıcaklığını arıyordu hep. Münih’teki evini, eÅŸini, dağıtım molalarında yediÄŸi sosisli sandviçi, içtiÄŸi birayı, her köşesini ezbere bildiÄŸi caddeleri özlüyordu.Tülay bir sürpriz yapacak, yaz tatilini erkene alacaktı. Ancak sayılı günler çabuk geçiyordu. Tülay valizini hazırlamaya baÅŸlayınca, Åževki kendini yine kötü hissetti. Karısının gitmesine dayanamayacaktı.‘Hayatım sen ÅŸimdi yapayalnız mı döneceksin?’ diye sordu. Tülay, ‘Evet ama baÅŸka ne yapabilirim ki?’ dedi haklı olarak. Öyle ya, ne yapabilirdi ki? Diyecek bir söz bulamadı Åževki.Sonunda o gün gelip çattı. Tülay, valizlerini arabaya yükleyip herkesle vedalaÅŸtı. Tam yola çıkmak üzere direksiyona otururken aniden atıldı Åževki. ‘Ben seni Kapıkule’ye kadar götüreyim’ dedi, geçti direksiyona.Kapıkule’ye geldiklerinde inmeye yeltenmedi bile. Tülay ile birlikte kendi pasaportunu da uzattı, geçtiler Bulgaristan’a. O zaman sordu kadın. ‘Sen nereye geliyorsun?’ ‘Hiç’ dedi Åževki, ‘Merak etme Sofya’dan dönerim.’Yugoslavya’ya geçtiler, hálá devam ediyordu Åževki. Tülay, iyice endiÅŸelenmeye baÅŸlamıştı. ‘Sen hálá gelecek misin?’ diye sordu. Åževki, ‘Biliyorsun Avusturya’dan geçemem, oradan dönerim’ diye yatıştırmaya çalıştı onu. Kadın, ne dese ikna edemedi Åževki’yi. Yine baÅŸlarına bela alacaklardı, bunu hissediyordu. Nitekim Avusturya sınırına geldiklerinde Åževki, ‘Ben yürüyerek geçeceÄŸim. ÇeÅŸmenin başından beni alırsın’ diyerek arkadaki bidonu alıp indi. Kalbi güm güm atıyordu yürürken. Neyse ki, elini kolunu sallayarak geçti sınır kapısından. Az sonra eÅŸi, arabayla gelip aldığında mutluluktan uçuyordu. Gözü, hızla yaklaÅŸan tehlikeyi görüyordu. Salzburg’a, Almanya sınırına yaklaşırken artık tek kelime etmiyordu Tülay. Zaten konuÅŸsa da Åževki’yi durduramayacaktı. Gümrük kapısına 300 metre kala indi Åževki. ‘Yine aynı ÅŸekilde yaparız. Park alanından alırsın beni’ dedi. Sınır kalabalıktı. Åževki’nin yürüyerek geçmesi kolay oldu. 10 dakika sonra park alanında beklerken heyecandan yerinde duramıyordu. Tülay, neden gecikmiÅŸti? Bütün soruları kafasında evirip çeviriyordu Åževki. Dakikalar geçmek bilmiyor, gelen araçlar birkaç dakika durup gidiyorlardı. Derken bir polis aracı durdu yanıbaşında. Dört polis, koÅŸarcasına hızla yanına gelip pasaportunu istediler. Oturma izninin bittiÄŸini ilk bakışta fark edip sorguya baÅŸladılar. ‘Neden geldin?’, ‘Kimi bekliyorsun?’ üst üste yaÄŸdırıyorlardı soruları. Tam bu sırada Tülay da geldi. TanımıyormuÅŸ gibi tuvaletlere doÄŸru yürüse de yakalandı polislere. Faksların çalışıp Åževki’nin seceresinin ortaya dökülmesine sadece 15 dakika yetmiÅŸti. Almanya’ya kaçak giriÅŸ macerası hüsranla sona ermiÅŸti. Gözleri yaÅŸlı eÅŸi Münih’e giderken, Åževki için günlerce sürecek olaylı bir dönüş yolculuÄŸu baÅŸladı. Ä°stanbul’a dönene kadar o yeÅŸil bitkiyi, kavanoza koyduÄŸu güne lanet etti Åževki. OKURA PUSULAEŞİ KESÄ°N DÖNÜŞ YAPTIÖykünün kahramanı, kendisinin ve eÅŸinin gerçek isminin yazılmasını istemedi. Kent isimlerini ise deÄŸiÅŸtirmedim. Åževki, kaçak girmeye çalıştığı Almanya’dan Türkiye’ye döndükten birkaç ay sonra sevinçli bir haber aldı. EÅŸi Tülay, kesin dönüş yapmaya karar vermiÅŸti. EÅŸiyle birlikte Ä°stanbul’da yeni bir hayat kurdular kendilerine. ‘Anlatsam Roman Olur’u noktaladıkÄ°lk öykü olan ‘Gazoz kapağından çıkan tatil’ yayınlandığında, takvimler 31 AÄŸustos 2004’ü gösteriyordu. Aradan altı ayı aÅŸkın bir süre geçti ve bugüne deÄŸin tam 50 öykü kaleme aldım.Bu 50 öykü aracılığıyla baÅŸlangıçta hedeflediÄŸimiz gibi farklı yaÅŸamlardan kesitler sundum; farklı bir Türkiye panoraması oluÅŸturmaya gayret ettim. ‘Anlatsam Roman Olur’, insan yaÅŸamlarına farklı, kendine özgü bir pencere açtı. Umarım Hürriyet okurları da bu pencereden yararlanmıştır. Kendi adıma hem bir gazeteci, hem de bir insan olarak bu pencereden gördüğüm insan yaÅŸamlarıyla zenginleÅŸtiÄŸimi söyleyebilirim. Ancak ‘Anlatsam Roman Olur’u artık noktalamanın zamanı geldi.Projeyi noktalarken geriye bir borcum kaldığını itiraf etmeliyim. 50 öykü yayınlandı, bu 50 insan, 50 okuyucu demek. Ancak geride projenin doÄŸası gereÄŸi yayınlanamayan yüzlerce mail, mektup, faks kaldı. Bu yaÅŸam öykülerinin sahiplerinden özür diliyorum.Bir de son dilek; umutlarınız solmasın, kaleminiz hep mutluluklarınızı yazsın... Hoşçakalın...BÄ°TTÄ°Â
button