Gülden AYDIN
Oluşturulma Tarihi: Kasım 07, 2010 00:00
Jean-Christophe Grange’yi Ortaköy Four Seasons Otel’de heyecanla bekliyorum. Uçağı rötarlı. Nihayet geliyor, odasına dahi çıkmadan röportaja başlıyor. Ne de olsa eski gazeteci ve bir Fransız erkeği! Sekiz romanını da okumuştum. Kitapları gibi röportaj da bir solukta bitti ne yazık ki. Grange, Doğan Kitap’ın davetlisi olarak iki günlüğüne İstanbul’a gelmişti. Cuma günü Fransız Kültür Merkezi’nde edebiyat söyleşisi, cumartesi günü de Beylikdüzü TÜYAP Kitap Fuarı’nda hayranlarıyla buluşup kitaplarını imzalayacaktı
Sizde yeri farklı olan, diğerlerinden ayrı tuttuğunuz bir kitabınız var mı?- Yazdığım kitaplar arasında beni en çok heyecanlandıran, en çok sevdiğim, yazmakta olduğum romandır. Çünkü bir öncekinden daha iyi olduğunu umut ettiğim romanımdır.
Şimdi yazmakta olduğunuz kitabın adını söylemekte sakınca var mı?- Noelden önce bitirmek istediğim bir kitabım var. Ama adını söylememeyi tercih ediyorum.
Yine hangi üçüncü dünya ülkelerinin cangıllarında dolaştınız bu kitap için?- Hayır, maalesef bu kitabımın bütün hikayesi Fransa’da geçiyor ve bir sonraki romanımın konusu da Fransa’da geçecek. Genelde yazdıklarım beni seyahate mecbur kılar. Ama bu sefer Fransa’dayım.
PARİS’TE KADIN VE MARKA AYNI ANLAMA GELİYOR
Betimlemelerinizdeki ayrıntılar çok dikkat çekici. Ama özellikle kadınlarla ilgili verdiğiniz ayrıntılar çok ilginç. Ayakkabının, elbisenin markası, modeli, fiyatı...- Özellikle son kitabım ‘Ölü Ruhlar Ormanı’nda kıyafetlere ve markalara çok fazla değindim. Çünkü kitapta yer verdiğim karakterimin kişiliğini yansıtıyordu. İstanbullular’ı bilmiyorum ama bizim Paris’te kadınlar için marka önemli. Marka giydiklerinde hayatlarının, görünüşlerinin tamamen değiştiğine inanırlar. Bu yüzden giysilere büyük umut bağlarlar. Erkeklerin aynı düşünce tarzına sahip olduğunu düşünmüyorum ama kadınlar, üzerlerinde taşıdıklarıyla göründüklerini düşünürler.
Kadınları mı yoksa markaları mı iyi tanıyorsunuz?- Paris’te her ikisi de aynı anlama geliyor.
Türk okurlar ‘Ölü Ruhlar Ormanı’nını eleştirdi, sonunu tahmin edebildik diye. Ben de kitabın başında katilin psikiyatr Feraud olduğunu düşünmüştüm. Bu kez okurlara acıyıp ipucu vermeye mi karar verdiniz?- Özellikle yaptığım bir şey değil. Roman yazarken bir sürpriz hazırlarız elbette ama okuyucular giderek daha çok alışıyor bu tarza. Okuyucu, kitaptaki dedektifle birlikte o araştırmayı yürütür gibi oluyor. Araya birkaç ipucu serpiyorum ama en geç tahmin edilmesi en iyisi olur tabii.
Romanlarınızın Hollywood’un aksiyon filmlerine benzetilmesi hoşunuza gidiyor mu?- Artık anlatım tekniklerinin geliştiğini düşünüyorum. Daha gergin, daha sıkışık... Tıpkı
film gibi yüksek ritme sahip olmalı romanlar. Çünkü edebiyat ve kitap, televizyon ve sinemayla rekabet halinde. Bunu bir mücadeleye, dövüşe benzetiyorum. Akşam eve geldiğinizde ya kitap okur ya da televizyon seyredersiniz. Ben bu mücadeleyi kazanıp kitabın seçilmesi için ritmi ve aynı dokuyu katıyorum. Bu da benim hoşuma gidiyor.
Tüm kitaplarınız psikoloji, hukuk, adli tıp ve kriminal konularla örülü. Kurgu aşamasında hazırlanıyorsunuzdur ama özel ilgi alanınız mı yoksa gazeteci geçmişinizin birikimi mi?- Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Bölümü mezunuyum. 10 yıl boyunca gazetecilik yaptım. Edindiğim deneyim, araştırmalarda gerçeğe ulaşma olanağı sağladı. Nereye gideceğimi bilerek doğru ve kesin bilgilerle romanımı besleme olanağı veriyor bana. Elbette romanda hayali ögeler yer alıyor ama bunun gazeteci gerçekçiliğini de korumaya çalışıyorum.
GEÇMİŞ HEPİMİZİN HAYATINDA BİR EŞİK
Sevişirken, yemek yerken ya da kalabalık içindeyken yabancılaşıp kafanızda şiddet dolu roman örgüsünü devam ettirdiğiniz olur mu?- Evet, fikirlerin olgunlaşması için neredeyse hep düşünürüm. Onun için benimle yaşamak zordur. Beynim adeta işime adanmıştır.
Tüm romanlarınızda kurban ve kahramanlarınız için geçmiş, belirleyici önemde. Hatta, ‘Taş Meclisi’nde, “Geçmiş onlara musallat olmak için geri dönmüştür” diye yazmıştınız...- Aslında hayatımızın hep geçmişle yoğrulup bugünlere geldiğini düşünüyorum. Bu sadece benim yazdığım gerilim romanlarında olmak zorunda değil. Hepimizin hayatında geçmiş, bir eşik. Kendi geçmişimizle ilgili bizi hangi olayların etkilediğini sorarız. Bana da neden sürekli kara düşüncelere yer verdiğimi sorarlar. Annemle yalnız büyüdüm. Babam ölmüştü. Kişisel yorumum ama korku hayatım boyunca hep ilgimi çekti. Ben de hep geçmişime yönelik düşünceler içinde oldum.
Romanlarınızdaki geçmiş olgusu, ülkeler için de söz konusu. Demokrasisi gelişmemiş üçüncü dünya ülkelerini, Avrupa ve Fransa düzeninin kirli geçmişini sol bakış açısıyla eleştiriyorsunuz...- Evet, polisiye romanların özelliği budur, geçmişe doğru gitmek. Zaten polisiye romanlar bir cinayetle başlar. O cinayetin nedenlerini sorgulayarak geçmişte yolculuğa çıkarsınız. Nedenlerini araştırır, tekrar günümüze doğru gelirsiniz. Kişiler kadar politik ortamlar için de geçmiş olgusu geçerli. Bir araştırma yaparken kişilerle birlikte o ülkenin geçmişine yolculuğa başlıyorsunuz. Oradaki kara olayları, çatlakları bulmaya çalışıyorsunuz. Bu suçlar var bu nedenle romanlarımda.
‘Kurtlar İmparatorluğu’ romanınızı okuduktan sonra Türkiye’yi oryantalist bakış açısıyla değerlendiren tipik bir Avrupalı olduğunuzu düşünen çok insan oldu. Bu eleştiriye katılıyor musunuz?
- Aslında gerilim romanlarını yazarken oyunun kuralı bu. Bir ülkeye seyahat ettiğinizde oradaki arayışlarınız, oradaki egzotik öğeler oluyor. Geçmişe doğru baktığınızda bu öğeleri vurgulamaya çalışıyorsunuz. Benim romanımda anlatmaya çalıştığım, Türkiye’nin Fransa’da bilinen modern yüzü değildi. Belki gazeteci olarak kabul etmeyeceğiniz bir özellik ama her zaman folklorik özellikleri ön plana çıkarma alışkanlığı var. Benim Japon bir kız arkadaşım var. Bir senaryo yazdım, filmi de yakında çekilecek. Bu filmde onun ne kadar modern, açık görüşlü olduğunu anlatıyorum. Ama sonunda kendime engel olamadım ve kılıçlar, harakiler ekledim. Kız arkadaşım çok büyük tepki verdi. “Yüz yıldır bizim ülkemizde böyle şeyler olmuyor” dedi.
ÜÇLEME TUTKUSU BİZDE TIPKI BABA OĞUL KUTSAL RUH GİBİ
Sizin ‘Ölü Ruhlar Ormanı’, ‘Kötülükler Üçlemesi’nin sonuncusu. Paul Auster’in ‘New York Üçlemesi’, Ursula Le Guin’in ‘Yerdeniz Üçlemesi’ geldi aklıma. Nedir bu üçün sırrı yazarlar için?- Aslında bu üçleme fikrini bıraktım ben. Fransa’da çok moda. Birçok yazar üçleme yapıyor. Sanıyorum her yazarın eser bırakma hastalığı, tutkusu var. Üç tane yapınca da eserin tamamlandığını düşünüyorlar. Tıpkı Baba, Oğul ve Kutsal Ruh gibi ilahi boyuta eriştiklerini düşünüyorlar belki. Ben bu zinciri kırdım. Daha bağımsız eserler yazıyorum. Aynı kişilerin olduğu kitaplar yazmam. Her kitabın yeniden ve bütün olarak başlaması gerektiğini düşünüyorum.
Dünyanın her yerinde polisin, suç ve suçlular dünyasında yaşadığı için suça bulaşma olasılığı yüksek. Sizin de her bir romanınızda yeniden yarattığınız kan ve şiddet dünyasını içselleştirmekten korktuğunuz oluyor mu?- Bir anlatıcının uyguladığı prensip, yarattığı kişiyle özdeşleşmektir. Onun içine girersiniz, gün boyunca onunla dolaşırsınız. Ama profesyonelseniz, onunla mesafenizi korursunuz. İçini çok iyi anlarsınız ama bunu çalışma sınırları içinde bırakırsınız. Her zaman nesnel ve profesyonel kalmak için mesafe bırakırsınız. Ben polis, katil ya da kurbanla hem empati kurarım hem de aramızdaki mesafemi kaybetmem.
Her romanınız Türkiye’de on binlerce sattı. Türk okurlarınıza neler söylemek istersiniz?- Her zaman büyük keyif aldım bu durumdan. Ülkenizi her ziyaret edişimde aynı şeyi söylüyorum. Türkiye’yi ilk olarak, bir gazeteci olarak geldiğimde keşfetmiştim. Sonra arkadaşlarımla, sevgilimle geldim. Sonra promosyon ve kitabım için geldim. Her seferinde çok büyük keyif aldım. Kitaplarımın çok okunduğunu duymak, benim için çok büyük bir keyif.
GAZETECİYDİ GERİLİM YAZARI OLDU
Gerilim romanlarının ünlü yazarı Jean-Christophe Grange’yi, 2001’de Doğan Kitap’tan çıkan ‘Kızıl Nehirler’ kitabıyla keşfettik. Aylarca çok satanlar listesinden inmedi. Aynı yıl ‘Taş Meclisi’ geldi. Sırada yazarın ilk romanı ‘Leyleklerin Uçuşu’ kitabı vardı. ‘Kurtlar İmparatorluğu’, ‘Siyah Kan’, ‘Şeytan Yemini’, ‘Koloni’ ve ‘Ölü Ruhlar Ormanı’, yazarın diğer kitapları. ‘Kızıl Nehirler’ ve ‘Kurtlar İmparatorluğu’ uyarlandığı sinemada da büyük ilgi gördü. Grange’nin kitapları, Türkiye’de 500 binden fazla sattı. 10 yıl gazetecilik geçmişi olan Grange, Paris-Match’a gezi ve macera röportajları, Figaro Magazine için de bilimsel röportajlar yaptı.